2. MAHMUD VE REFORMLARI HAKKINDA BAZI GÖZLEMLER
Mahmud ‘un saltanat yılları, Osmanlı İmparatorluğu ‘nun en buhranlı dönemidir denilse pek yanlış olmaz. Çünkü bu dönem, var olan iç ve dış buhranlara bir de yenileşme faaliyetlerinin getirdiği bunalım vekargaşalıkların eklendiği bir devirdir.
Bunun tabii bir neticesi olarak, bu Osmanlı hükümdarı, hakkında en çok konuşulan ve yazılan padişahlardan biri olmuştur.
Sultan Mahmud ‘la ilgili dedikodular, daha 20 Temmuz 1785 tarihinde doğumuyla başladı. Annesi Nakşıdil Sultan’ın Fransız ve ecnebi asıllı olduğu ileri sürüldü. Fakat bu iddialar ispatlanamadı, Mahmud ‘un annesi olduğu öne sürülen Fransız’ın bu tarihte İstanbul’da olmadığı, Nantes’de .bulunduğu arşiv belgeleriyle ortaya konuldu. Nitekim, daha sonra Osmanlı hizmetinde bulunan Prusyalı General Helmiıth von Moltke, II. Mahmud ‘un tek kelime Fransızca, Almanca ve İngilizce anlamadığım belirterek, böyle bir iddianın ispatlanmasının mümkün olmadığını ifade etmiştir.
Son devir Osmanlı şehzadeleri gibi yetişen ve 23 yaşında tahta geçen II. Mahmud, yenilik fikirlerini amcazadesi III. Selim’den devraldı. Özellikle bu padişahın hal’inden öldürülmesine kadar geçen bir yılı aşkın devrede, musiki dersi bahanesiyle sık sık onunla görüşen Şehzade Mahmud, ondan siyasi fikirler almış, tecrübeler edinmiş ve hükümdarlık sanatının inceliklerini öğrenmiştir.
Bu bakımdan Mahmud ‘un, büyük kuzeni III. Selim ‘le kıyaslanırsa, daha şanslı olduğu görülür. Çünkü Sultan Mahmud, Selim ‘in zaaflannın ve kararsızlıklarının sonuçlarını görmüş, Nizam-ı Cedid programının getirdiği ıslahat girişimlerinin başarı derecesine şahid olmuştu. Sultan Mahmud, reformların başarılı olabilmesi için sadece askeri alanda değil, öteki müesseselerde de yapılması gerektiği kanaatındaydı.
Mahmud ‘un saltanat devresi genel olarak iki kısımda ele alınabilir: 1808’deki cülı1sundan 1826 yılındaki V ak’a-i Hayriyye ‘ye kadar süren 18 yıllık ilk kısım hazırlık devresini, bu tarihten 1839’daki ölümüne kadar devam eden 13 yıllık ikinci kısım ise refornılar devresini teşkil eder. İlk dönem, sürekli savaşların, dahilde isyanların, zorbalıkların hüküm sürdügü bir devirdir. Devrin siyasi olayları, iç ve dış bunalımlar bir yana bırakılırsa, hazırlık döneminde Sultan Mahmud boş durmamış.
III. Selim ‘in kararsızlıklarının aksine büyük sebat ve inat göstermiştir. Kapıkulu ocaklarının, bu arada kaldırmayı kafasına koyduğu Yeniçeri Ocagının kumandantıklarını genellikle kendi adamlarına tevcih etmiş, mümkün-
. mertebe ulema-yeniçeri işbirliğine meydan vermemeye çalışmıştır. Bir başka deyişle, takip ettiği politika ile ulema sınıfını yanına almaya çalışmıştır.4 Tabi bu sırada İstanbul halkı ve esnafı yeniçerilerin zorbalıklanndan bıkmış, onlardan nefret-eimiş haldeydi. Sultan Mahmud, zamanı gelince bu potansiyelden de yararlanacaktı. Yine bu dönemde eyaletlerde merkezi
otoriteyi güçlendirmeye çalışmış, Mısır ve Mora müstesna başarılı olmuştur. Fakat padişahın başdanışmanı durumunda olan Halet Efendi ‘nin tutumlan yüzünden bu kısmi başarının. devlete pek pahalıya mal olduğu da bir gerçektir.
Son yeniçeri ayaklanması İstanbul halkının desteğiyle 15 Haziran 1826 tarihinde bastırılmış, yeniçeri kışialan yerle bir edilmiş, mezar taşlarına varıncaya kadar yeniçenlere ait her türlü isim, ünvan ve işaretler, bu arada muhteşem mehter müziği kaldırılmış, böylece II. Mahmud’un 13 sene sürecek ikinci saltanat dönemiyle birlikte, Osmanlı tarihinin de klasik dönemi kapanarak modernleşme dönemi başlamıştır. Ancak, hemen belirtilmelidir ki, Yeniçeri Ocağını kaldırmakla önemli ve cür’et isteyen bir işi başaran Sultan Mahmud, başaniması çok daha zor olan ulema sınıflm ıslah edememiş, dolayısiyle akılcı, köklü ve bir program çerçevesinde kültürel ve manevi değerlerden fazla taviz verilmeden teknik yenilikterin alınmasında ısiahat yapamamış, ikilikler dönemini başlatmış, bu dii devletin çöküşünü hızlandırmıştır.
Her türlü iç ve dış bunalımiara rağmen, Sultan Mahmud ‘un bu ikinci hükümdarlık dönemi olağanüstü bir hızla, fakat plansız, programsız bir şekilde yenileşme hareketleri içinde geçti. Devlet müesseseleri ve saray avrupaileşti. Avrupa! kıyafet taklit edildi. Toplum hayatına yeni modalar girdi. Bu arada müzik zevki değişti, alaturka müzik bor görülmeye başlandı. Sedir ve divan, yerini sandalye ve koltuklara bıraktı. Başta, Asakir-i Mansüre-i Muhammediyye adlı, modem Türk ordusunun çekirdeği olan ordunun kuruluşu olmak üzere, askeri ve sivil alanlarda pek çok yenilikler yapıldı. Fakat yeni ordunun bütün sınıfları şiddetli bir subay ihtiyacı içindeydi. Deniz ve Kara mühendishaneleri mevcuttu, fakat yetersizdi. Paris’e birkaç öğrenci gönderildi. 1827’de Askeri Tıbbiye açıldıysa da ders programı eskiydi. Ancak bu okulun Galatasaray’a naklinden sonra tedrisat kısmen Fransızca ‘ya çevrildi ve bazı Fransız hocalardan yararlanıldı. 1831’de Mızıka-i Hümfiyfin, üç yıl sonra da Harbiye mektepleri açıldı. Burada, Fransızca veya bir başka Batı dili öğrenilmesi mecburi tutuldu.
1838’de Rüşdiyeler devreye girdi. Il. Mahmud’un 1838’de Tıbbiye’nin yeni binasının açılışı münasebetiyle söylediği, “burada Fransızca olarak tedris edileceksiniz. Sizlere Fransızca okutınaktan maksadım, Fransız dilini tahsil ettirmek değildir. Tıp ilmini öğretip yavaş yavaş dilimize kazandırmaktır” ifadeleri manidardır. Padişah burada, Batı dilinin sadece araç, kesinlikle amaç olmaması gereğini belirtmekteS günümüz için de geçerli olabilecek bir prensibe parmak basmıştır. Yeni ordunun acil subay ihtiyacını gidermek için Enderun ağalanndan birlikler teşkil edilmiş ve Ram i Kıştası ‘nda yetişmeleri için çalışmalar yapılmıştır. Bizzat Padişah bile, iki kışı bu kışlada geçirerek, binbaşı kıyafetiyle, kurulan süvari birliklerine kumandanlık yapmış onları eğitmeye çalışmışur.6 Hatta bir defasında talim sırasında attan düştüğünü,yabncı bir gözlemci yazmaktadır. Burada Sultan Mahmud’un başarılı bir ok ve yay kullanıcısı olduğunu; Ok Meydanı ‘nda, adına dikilmiş nişan taşlannın bulunduğunu; aynı zamanda güreşçi, tüfek atıcısı, iyi bir binici olduğunu da belirtmek gerekir. Onun zamanında Enderun, ftdeta bir spor akademisi haline gelmiş, ölümünden sonra bu spor faaliyetleri tarihe karışmıştır
Yüzyıllardır merkezde yeniçerilerin, eyaJetlerde ise ayan denilen zorbalann çıkardığı ayaklanmalar ülke birliğini derinden yaralıyordu. X. yüzyılda ise her iki kesimin serkeşliği had safhaya varmıştı. Bu bakımdan Sultan Mahmud öyle bir politika izlemeliydi ki, ordu, siyasetin ve merkezi’ otoritenin dışında kalsın, bunun tabii sonucu olarak da, devletin dışanya karşı savunma gücü artarken, içeride de asayiş sağlanmış olsun. İşte, devleti kurtarabilmek için modernleşmenin şart olduğuna inanan Sultan Mahmud, çevresinde kendisini aniayacak kişilerin azlığı yüzünden idareyi merkezileştirmek zorundaydı. Fakat padişah, baş danışmanı durumunda olan Halet Efendi ‘nin tutumları yüzünden bu hususta pek başarılı olamadı. Eyaletlerin merkeze bağlanması da pek pahalıya mal oldu. Edirne’de Rus ordularının, Kütahya’ da ise Mısır valisi Mehmed Ali Paşa ‘nın kendi askerlerini nasıl yendiğini gören II. Mahmud, yine devleti kurtarmak için onlar gibi köklü tedbirler almak zorunda olduğunun bilincindeydi. Önünde Petro’nun Rusya’sı ile Mehmed Ali’nin Mısır’ı gibi örnekler vardı.
Bu iki reformcunun ilham kaynağı Batı ‘ydı. Petro XVIIL yüzyılın başların’da bizzat Avrupa’yı dolaşarak ülkesi için gerekli reformların neler olduğunu tesbit etmişti. Mehmed Ali Paşa ise Avrupa tarzını çoktan Mısır’a sokmuş ve başarılı olınuştu. Gerçi benzeri güçlüklerle o da karşılaşmışsa da padişahın işi daha zordu. Dolayısiyle daha dikkatli davranmak zorundaydı. Mehmed Ali Paşa’nın işi ise nisbeten kolaydı. Çünkü Napalyon’un Mısır seferi (1798-1801) ve ardından Osmanlı idaresinin yeniden kurulmasıyla, eski yönetici kadrosu ve muhalifler mümkün-mertebe ortadan kaldırılmış, Mehmed Ali de Arnavutluk ve Bosna birliğinin lideri ve Padişah’ın haklarının savunucusu olarak, halkın isteğiyle 1805’te Mısır’a vali olınuştu.9 Yunan ayaklanmalarına ve Arabistan’daki Vehhabl isyanlarına karşı başarılarıyla durumunu güçlendirdikten sonra, Avrupa silah ve taktiklerini bilen modem ve güçlü bir ordu kurmuştu.ıo Mehmed Ali Paşa o sıralarda kurduğu yeni orduda ve idari kadrolarda birçok Fransız muallim istihdam etmişti. 11 Mehmed Ali Paşa’nın yenilikleri II. Mahmud ve çevresindekilere örnek olınuş, cesaret vermişti. Ancak, padişah ve ıslahatçı adamları Avrupa askeri kuruluşlarının üstünlüğünü kabul etmekle şartlandıkları için son Rus yenilgilerinden pek sarsılmışlarsa da, Mısır paşasından aldıkları mağlubiyet üzerine hızla yabancı danışmanlara, özellikle Prusya’lılara yönelmişlerdi. Sultan Mahmud’u Batı’ya yöneiten etken sadece bu değildi. Daha III. Selim zamanında daimi ikamet elçiliklerinin kurulmasıyla Avrupa ‘nın önemli merkezlerine gönderilen elçilerin izlenimleri ve padişaha tavsiyeleri çok önemliydi. Nitekim 1830’da Petersburg elçiliğinden dönen Halil Rıfat Paşa ‘nın, “Rusya’dan avdet ediyorum. Avdetimde her zamankinden ziyade kani oldum ki, Avrupa ‘yı taklid etmezsek, bizim için Asya ‘ya dönmek mecburiyeünden başka çare yoktur” sözü 12 bazı sefirlerin padişah üzerindeki etkisinin derecesini göstermesi bakımından ilginçtir. Bu gibi tesirlerle Sultan Mahmud, devletin,varlığını sürdürebilmesi için, geleneksel Osmanlı yaşayış tarzının da değişmesi kanaatına vardı. Bunun sonucunda da giyim, dil, düşünce, hatta yaşayış tarzlannda da değişmeler başladı. O, daha 1815’te Topkapı Sarayı ‘ndan çıkarak Dolmabahçe’deki (Beşiktaş) modern saraya taşınmıştı. Burada eskinin divan ve minderleri yerine Batı ‘nın sandalye, masa ve kanapeleri vardı. Sultan Mahmud evini Avrupalı gibi döşemelde kalmamış, Avrupalılar gibi giyinmeye de başlamıştı. Sakalım kısaltmış, Batı tarzı serpuşlar, u un ceketler, pantalonlar da giymişti. Avrupai bir faytonla şehri dolaşmaya, halka kanşmaya başlamıştı. İlk defa av, sefer ve gezinti amacı olmadan, 1837’de taşraya, viHiyetlere gitmişti.l3 Sultan Mahmud yurt içi gezilerinde Silivri, Çanakkale, Gelibolu, Varna, Silistre ve Rusçuk gibi yerlerde halkın dertlerini dinlemiş, istihkftmlan dolaşmış, asker ve malzeme naklini denetlemiş, redif taburlarının talimlerinde hazır bulunmuştur. Şumna’da yaptığı konuşmada: “Siz Rumlar, siz Ermeniler, siz Yahudiler, hepiniz müslümanlar gibi Allah’ın kulu ve benim tebaamsınız. Dinleriniz başka başkadır, fakat hepiniz kanunun ve iriide-i şftMnemin himftyesindesiniz. Size tarh edilen vergileri ödeyin, bunlann kullanılacağı maksatlar sizin emniyetiniz ve sizin refahınızdır” demiş ve şikftyetleri olup olmadığını, kiliselerinin tamire ihtiyacının bulunup bulunmadığını sormuştur. Gerçekten padişah, gittiği yerlerde, camiler gibi tamire muhtaç kiliseler için de paralar tahsis etmiştir. Hatta o sırada padişaha refakat etmekte olan Moltke, “ne olurdu bu paralar asıl ellere geçmiş olaydı. Çünkü memurların çok yaygın ve derinlere kök salmış olan ahlaksızlığı, hükümetin savaşmak zorunda olduğu çetin engel” diyerek devrin en büyük sosyal yarası olan rüşvet hastalığına parmak basmaktadır. 14 Dikkati çeken bir başka husus, II. Mahmud ‘un, bu seyahatlarının masraflarını bizzat cebinden ödemiş olmasıdır. Gittiği yerlerde her gördüğü fakir ve sakata altınlar dağıtan padişah, Şumnu fukarası için ayırdığı 10.000 altının mutlaka onların ellerine geçmesi için kesin emirler vermiş ve bu hususta, imamlan kendisine bilgi vermekle görevlendirmiştir. Bu arada halkın, özellikle kadınların sunduğu arzuhalleri toplamış ve onlann dertlerini dinlemiştir.
Moltke ‘nin, Kızanlık gezindeki intibaları özetle şöyledir: “Yakın köylerin halkı hükümdarlarını selftmlamak için yolda sıralanıp duruyorlar. Alayın gerisinde padişahın Darphane Emini ve hazinadan Ermeni Duhsoğlu, ağır yüklü bir araba ile geliyor, her yeni halk topluluğunun önünde duruyor ve bir hayli agırlıkta gümüş paralan köylülere dagıtıyor. Şahsi verginin indirilecegi, bilhassa angaryanın azaltılacagı söyleniyor. Genellikle, şimdiye kadar hükümdarlanm kendilerine eziyet eden, vergiler alan ve angarya isteyen biri olarak görmüş olan bu memleket halkına padişahın bu gezisi pek iyi tesir etmekte, padişah geçerken çınlayan ve küçük tombul çocuklann avazlan çıktıgı kadar bagırdıklan ‘hoş geldin’ ve· ‘dmin’ nidalannın arasına çogu kez, düşüncelerin gerçek ifadesini teşkil eden ‘maşallah’ ve •Allah seni korusun’lar da kanşıyor. Padişah, özellikle kadınlardan iyi not almışa benziyor. Bu da, çocukların bütün terbiyesi annelerin elinde olan bu memlekette, çok iyi bir şey”.l5 Rumeli seyahatinde padişaha refakat eden Moltke, Sultan Mahmud’un, etrafındakilere karşı samimi ve tekellüfsüz davranışlanndan bahsederken, “Padişahı böyle gördügü zaman insan 29.000 yeniçerinin başını kesen kimsenin aynı adam olduğunu düşünmemeli“demekten kendini alamamaktadır ..
Osmanlı tarihinde ilk olan bu yurt içi gezileriyle Sultan Mahmud, bir hükümdar, bir halife olarak, kendisine emanet olan raiyetiyle doğrudan temasta bulunmuş, böylece mülki alanda da Tanzimat’ı gerçekleştirmek için halka inmiştir. Gezi boyunca samimi davranışlan her dinden halkın çok hoşuna gitmiş, gittiği yerlerde Türkler’den başka Rum, Ermeni ve Yahudi tebaa tarafından karşılanıp uğurlanmıştır. Daha ilginç olanı, yukanda denildigi gibi, gidilen ve yiyilip içilen yerlerdeki masraflann bizzat padişah tarafından ödenmesi, yerli halka yük olunmamasıdır. Padişah yine ·bu sırada müslüman, Rum, Ermeni ve Yahudi okullanna da, ibadethanelere oldugu gibi çeşitli miktarlarda maddi yardımlarda bulunmuştur. Böylece II. Mahm d, yaptıgı bu seyahatlar sayesinde halkla doğrudan ilişki kurmuş, yeni düzenin gerçekleşmesi için Meta kamuoyunu arkasına almak istemiştir. Hatta İstanbul içindeki tebdil gezmelerini de aynı şekilde değerlendirmek, yani halkla temasla birlikte, çıkartılan dedikodulann merkezlerini kontrol altına almak amacına bağlamak da mümkündür.17 II. Mahmud, bu şekilde bir yandan yurt içi ve İstanbul gezileriyle kamuoyunu reformlara hazırlarken, bir yandan da 1831’den beri yayımlanmakta olan İlk Türk gazetesi Takvim-i Vekayi ile, bu olaylardan diğer bölgeleri de haberdar etmek istemiştir.
Sultan Mahmud yine ilk defa İstanbul’daki Batı devletlerinin konsoloshanelerinde verilen davetlere, konserlere, opera ve bale gösterilerine katılmış, böylece her alandaki yenileşme çabalannda kararlı oldu nu göstermek istemiştir. İyi bir hattat oldu kadar, iyi bir musikişinas olan Mahmud, ülkeye Batı müzigini de sokan kişidir. Nitekim Ünlü İtalyan müzisyen Donizetti yeni ordunun bandosurtu kurmak için İstanbul’a getirilmiş, bu zat mehterin yerine alan bandoyu kurmuş, “Mahmudiye” gibi marşlar bestelemiş, bazı Türk musikisi eserlerini çok sesli hale getirmiş, Türkiye’de ilk defa Batı musikisi ögretimini başlatmış ve ögrenciler yetiştirmiştir.19 Önce askeriyede başlayan alafranga müzik, daha sonra sivil kesime de sirayet etmiş, alaturka musiki hor görülmeye başlamıştır.
Sultan Mahmud fes, harvdnf (sako) ve setre-pantalon (İstanbulfn)’dan oluşan yeni kıyafetiyle Meclis-i Vükela toplantıianna da katılarak, giyim ve davranışlanyla n§zırlara örnek olmak istemiştir. Böylece kısa sürede vekillerin, zabitlerin ve bürokratlann da redingot, üniforma ve pantalon giymelerini sağlamıştır. Önceleri sadece askeri zümrenin serpuşu olan fes, kısa sürede. sivil halkça da benimsenerek kullanılmaya başlanmış, sank ve cübbe hemen sadece din adamlanna münhasır kalmıştır.
Merkeziyetçi politikasına ters düşen, eyalet valileri için acımasız davranmaktan çekinmeyen Sultan Mahmud, bazı tenkitlere de maruz kalmıştır. Fakat onu asıl tenkit ettiren icraatı 3 Mart 1829’da çıkartıp. uygulamaya koyduğu kıyafet yasasıdır. Kızı Atiye Sultan ‘ı bile. asker üniforması giydirerek B§b-ı Saraskeri’ye ve kışlalara götürmesi,21 resimlerini devlet dairelerine asıırınası ve çok hızlı olarak, fakat sadece şeklen Batı ‘yı taklit etmesi bakın tepkisine yol açmıştır. Bu arada posta teşkilatının kurulması, karantina teşkili, gazete neşri ile birlikte, ilk nüfus sayımı gibi daha olumlu icraatlar yapılmadı değil. Devlet teşkiHitı temelinden. değiştitilerek Batı tarzına çevrilmeye çalışılmış, sadrazama başv’ekil, vezirlere de nazır denilmiştir. Tabi en radikal değişiklik, devlet idaresinin askerden alınıp, mülkiyelilere verilmesi olmuştur. Mülkiye rütbeleri ile askeri rütbeler kesin olarak birbirlerinden aynlmıştır. İhtiyaç dolayısıyla eyalet valiliklerine. atanan asker kökenli valilerin sadece mülkf işleri görmeleri, askerlikle ilgilenmemeleri sağlanmıştır. Il. Mahmud zamanında ilmiye sınıfının yetki alanı da belirlenmiş ve daraltılmıştır. Daha önceki dönemde adliye, eğitim, vakıflar, belediye, kaza ve nahiye yönetiminde bulunan ulemaya sadece din tedrisatı bırakılmıştır. Yukandaki görevler mülkiye mensuplarına tevcih edilmiştir.
Tabi bu değişiklikler olurken askerin, özellikle ulem§nın II. Mahmud’a tepkileri değişik olmuştur. İşi, sadece memleketi savunmaya yönelik olan yeni asker, hayatından pek şika yetçi değilken, ulema yeni sistemden pek hoşlanmamış, Mustafa Reşid Paşa ‘nın şahsında Sultan Mahmud büyük tenkitlere maruz kalmıştır. Bu arada çok geçmeden kılık kıyafet değişikliği zihniyete de yansımış, klasik ulema ile bürokratların arası hızla açılmıştır.22 Bu dönemde İstanbul’da ve diğer büyük şehirlerde Avrupa yaşayış tarzına özenen bir aydın tipi ortaya çıkmıştır. Geçen . asırda Anadolu’ya gelen ve hatıralarını 1864’te Souvenirs d’ un Vayage en Asie Mineure adıyla yayımiayan Fransız arkeolog Georges Perrot’un gözlemleri hayli ilginç ve ibretlidir. Bu arkeolog eserinin önsözünde, “Doğuya yaptığım bir seyahatte, bir Fransız aşçıya sahip olan, Paris’li birkaç f§hişenin resmini bulunduran ve Le Figaro’ya abone olanlara saf kimselerin, medeni Türkler dediği Türkler’den bazılarına rastlamış ve onları oldukça yakından görmüştüm. Genç Türkiye’nin bu nümüneleri, itiraf edeyim ki, üzerimde olumlu bir intiba bırakmamışlardır. Onlar soydan doğuştan, eğitimden gelen kendi kusurlarına taklit yoluyla hemen bizim bütün kusurlarımızı eklemişlerdi. Böylece her türlü kusur ve kabahatİn epeyce zengin bir koleksiyonunu üzerlerinde toplamışlardı” demektedir.23
IL Mahmud, modem ordunun ihtiyacını karşılamak için faaliyetler gösterirken, 1829’da Navarin’de yanan donanınayı da tecdide çalışmış, ilk defa buharlı gemiler satın alınarak donanınada modernleşmeye gidilmiştir. Öte yandan, Babı§li ve öteki müesseselerde Tercüme Odalan açılarak yeni bürokratların yabancı dil, özellikle Fransızca öğrenmeleri şart koşulmuştur.