Osmanlı Devleti Padişahı Sultan II. Abdülhamit’in Mütevazi, Yaşamından Çok Güzel ve Önemli hatıralar ve Konular
Osmanlı Devleti dünyaya izini vurmuş büyük bir devlettir.. 36 Osmanlı padişahı içinde hepsinin apayrı bir namı vardır. “Kanuni Sultan Süleyman, Yavuz Sultan Selim, Fatih Sultan Mehmet, Murat Hüdevendigar..” gibi tüm padişahların yanı sıra devrin son halifeside dedeleri gibi hala konuşulmaktadır..
1842 yılıydı.. Günlerden Çarşamba.. Berat Kandili sonrası Abdülmecid Hânın, Abdülhamid isimli oğlu dünyaya gelmişti. Gayet ince yapılı ve fevkalâde zarif Abdülmecid Han’a oğlu olduğu bildirildi. Sultan bu güzel haber için sevinçten vezirine şu emirlerini iletir:
– Yedi gün beşer top atılsın. Kandiller yakılsın. Bütün şanlı bakanlar ve sadık bendelerimiz törenler yapsınlar. Bu emrimi alakalılara bildir. Alemlerin rabbi, temiz soyumuzu sonsuz olarak baki kılsın ve herhalde kullarıma refah ve dirlik, düzenlik versin. Resullahın hürmetine..
Çoçuk Abdülhamid az konuşuyor, yalnızlığı seviyor, ağlamıyor ve hiç şikayet etmiyordu. Bir çocuğun yapması gereken doğal durumları uygulamıyor ve onun bu hali Sultan’ın öbür çocuklarından farklılık gösteriyordu. Kendi kendisine yeter gibi durması, daha o yaşlarında sarayda belliydi..
Abdülhamid’in mizacında ki incelik annesine çok benzetilir. Fakat küçük Şehzadeye daha yedi sekiz yaşlarında annesi Tîr-î-Müjgan Kadınefendi’nin vefat ettiği bildiriliyordu..
Onu sakinleştirmek isteyen Lalalar ve hizmetçiler pek faydalı olamıyordu. Çünkü asil bir yüreği vardı. Sultan Abdülmecid Han’ın ikinci eşi olan Perestû Hanım, çocuk sahibi değildi. Abdülhamid’i göğsüne basıyor, acısını dindiriyor ve onu evlat ediniyordu. Fakat küçük şehzade ara sıra annesine hüzünleniyor, iç dünyasında birçok sınavdan geçiyor ve bir sabrın netici olarak annesinin vefatını takdir-i ilahi olarak görmeye başlıyordu. Ne zaman annesi aklına gelse ilgi duyduğu alanlara yönelir ve göz yaşlarına engel olmaya çalışırdı.
Abdülhamid’in annesiz geçen günleri onu olgunlaştırmıştı. Bu dönemlerde içinde çoğalan sıkıntılardan uzaklaşmak için sürekli ata biniyor, ok atıyor ve yakın mesafelerde ki hedefleri rahatlıkla vurabiliyordu. Zamanla kılıç kullanmayı da öğreniyor ve bir hayli mesafe alıyordu. Gençliğini Beykoz sahilindeki Beylerbeyi Sarayında geçirmişti. Yüzücülükte rutin olarak denizi kullanmayı ihmal etmiyordu.
Osmanlı Hanedanı, şehzadelerin sportif faaliyetlerdeki eğitimine ilgi gösterdikleri kadar, Kur’an-ı Kerim, tefsir, hadis, kelâm gibi dini dersler, edebiyat, şiir, dil bilgisi, Arapça, Farsça gibi dil ve edebiyat dersleri ve matematik, coğrafya, mantık gibi müspet ilimler derslerinin eğitimlerini de uygulatırlardı. Bir taraftan da Osmanlı saray geleneği ve görgüsüyle, protokol kaideleri ve bürokratik işler öğretilirdi. Bunların yanında çeşitli sanat kollarında beceriler kazandırıldığı gibi farklı kültürlerede kapı açılırdı.Beden eğitimi, uygulamalı idari işlerin eğitimi ve yeteneklerine uygun bir sanat eğitimi, esas alınacak önemli eğitimler arasındaydı.
Şehzade Abdülhamid geleneksel batı musikisine de ilgi duyardı.Bu zevki babasından gelir.. Sultan Abdülmecid, dönemin Beethoven konumda ünlü sanatçılarını saraya davet eder ve şehzade Abdülhamid’in geleneksel batı musikisi için eğitim aldırtırdı.
Avrupaya nam salmış, İtalyan Donizetti (opera), İtalyan asıllı Osmanlı Paşa ve Mızıkay-ı Hümâyûn’un komutanı, Callisto Guatelli ve Türk bestecisi Necip Paşa tarafından düzenli olarak dersler aldığı biliniyor.
Sultan’ın yatak odası
Sultan Abdülhamid tahta geçtikten sonrada bu geleneği devam ettirir ve kendi çocuklarının da musiki eğitimine ilgi duyardı. Dolayısıyla çocukları da eğitim alıyor. Yani piyano çalan bir halife ve batı müziğini iyi bilen bir Sultan düşünelim. Maalesef günümüzde bu durum bazı yanlış anlaşılmalara neden olmakta. Piyano ve halife denildiği zaman duraksıyoruz. Bu bizim bir bakıma takıntımızdır.
Piyonoyu defden yada sazdan ayıran nedir ?
Sadece batıda modern zamanlarda üretilip yaygınlaşmış olması ve kilisede çalınır vs..
Ama biz şunu biliyor muyuz ? O zaman mevlihanelerinde bile piyano vardı.
Hatta Galata Mevlihanesin’de mevlevi dervişleri piyanoyla sema yaparlardı.
Tarihi kayıtlar bize bunu gösteriyor. Müzik aletlerinin dini imanı olmaz. Bazı müzik vardır insanın hayvani duygularını tetikler. Bazıları da vardır ki ulvi duyguları tetikler. Kısacası hangi gaye ile kullanıldığı önemlidir. İcabında sazla da din dışı birşey yapılabilir icra edilebilir.
Amcası Sultan Abdülaziz kendisi beste bile yapardı. Hatta Avrupa gezisinde amcasının bestesi İngiliz Orkestrası karşılama esnasında çalmaktaydı. Tüm Hanedan musikiyle iç içedir..
Şehzadenin gençlik yıllarına tekrar dönelim.Abdülhamid bu dönemde Tarabya ve Maslak kasırlarında hayatına devam etmektedir. En sevdiği zevklerinden biri, iskemleye oturacağı zaman onu kaldırmak ve kolunu gererek ufki vaziyette havada tutmak sık sık yaptığı hareketlerden. Okumayı ve dünya gündemini takip etmekten oldukça zevk alıyordu. Avrupa’da ki gazeteleri tercüme ettirip okutuyor. Tarihten çok hoşlanıyordu. Roman okuyup dinlemeye düşkün.Sherlock Holmes hastasıdır. Abdülhamid dedektif romanlarına ve seyahatnamelere çok meraklı bir padişahtı. Abdülhamid’in 2 ile 5 bin adet arasında olduğu rivayet edilen bir polisiye roman koleksiyonu vardı. Sherlock Holmes’un bütün maceralarını eksiksiz olarak Osmanlıcaya tercüme ettirmişti. Vakte önem verdiği için günlük gazeteleri kahvaltı yaparken ve yemek yerken okutuyordu.
Husisi odası hastahane odasından farksız. Sultanlık döneminde bile sedirin üstünde yatar. Şatafatlı yataklar gençliğinden beri lügatından yoktu.Hatta adet gereği Topkapı Sarayı’nda Cülus’a çıktıktan sonra orada kalmıyor Yıldız Sarayına çekiliyordu.
Başka bir zevki hayvanlarla ilgili.Kuşlara merakı büyük.Hatta sevdiği bir kuşla saatlerce halleşirdi. Doldurulmuş hayvan koleksiyonu vardı. Kelebek koleksiyonuna apayrı bir ilgi duyardı. Bugün Yıldız Sarayı’nda bu koleksiyon sergilenmektedir.Silah koleksiyonu da vardır.Tarabya köşkünde günümüzde nadir kıymetli silahları sergilenmektedir.
Yıldız Sarayında Muhteşem Yıldız Tiyatrosu
Tiyatro ve operaya ilgi duyardı. Yıldız Sarayı’nda yaptırdığı tiyatroda çeşitli oyun ve operaları hususi olarak getirtir ve ailesiyle birlikte seyrederdi. Sultanlık dönemlerinde zihnen yorulduğu esnalarda tiyatro oynatılmasını emrederdi. Sarayda bir tiyatro heyeti vardı. İtalyan sanatçılardan oluşturulmuştu. Aktörler sahneye çıkınca Padişahı selamlar ve oyuna başlardı.
Yıldız Tiyatrosu, uzunca bir salon ve gayet moderndir. Sahnenin karşısında bulunan geniş loca, Sultan’a aitti. Yanlarda ki localar ise şehzade ve davetliler içindi. Duvarlar kırmızı kadife ile kaplıdır. En sevdiği piyeslerden birisi, ünlü Alman şairi Friedrich Schiller’in Haydutlar adlı eseriydi. La Traviata, Aida, Carmen, Faust, Manon en sevdiği operalardandı..
İkinci abdülhamid yıldız sarayı marangozhanesi -Abdülhamid Dönemi Sanat Merakı
Marangozluğu zaten dillere destandır. Marangozluk sevgisi Yıldız’da marangozhane açmasına kadar dayanır. Oymacılık başlıca zevklerinden. Eliyle nefis eserler yontuyor. Padişahlık döneminde yaptırdığı Yıldız Hamidiye Camii’de ahşap odalar ve özel kubbe tasarımı Sultana aittir. Diğer Osmanlı camilerinden farklı birçok inceliği vardır. Bizzat elleriyle nakkaş gibi işlemiştir. Yaptığı eserlerin bir çoğunu dünyanın çeşitli yerlerine hediye olarak gönderir.
Devrinde 2 savaşa oluyor.Yunan harbi(kendisinin girdiği tek savaş) ve Rus Harbi.. Bu savaşlardan sonra oluşan yaralıları tedavi etmek için Yıldız Sarayı bahçesinde çadırlar kurdurtup gazileri tedavi ettiriyor. Sultan hergün de çadırları ziyaret edip askerlere “Evladım bir isteğiniz var mı diye soruyor.“Tabi komutanlar askere ezberletmişer, ” Efendim sağlığınıza duacıyız” diye.. Fakat Sultan daha sonra saraya çekilip kendisinden sonra gelen lalalar’a “Git ne ihtiyacı var ise askerlere sordur” diyor. Hatta Askerlerden biride saat istiyor ve tüm alaylara saat getirttiriliyor. Bir askerde baston istemiş. Savaş sonrası yaralandığı için. Sakatlanmış. Sultanda işçi elbisesini giyer saatler boyu marangozhanede çalışırmış. Kafasını dağıtmak için. Sultan sakat asker sayısını belirtip atölyesinde ki Mehmed Usta’ya 150 tane baston ağacı kesmesini emrediyor.
–Ferman Padişahımızındır, lakin merakımı mazur görün efendim bu kadar baston ağacı ne olacak?
“Askerlerim ayaklarından yaralı”
Abdülhamid Han, ustanın bu hayretini gideren şu cevabı verdi:
-Mehmed Usta, araştırdım, gazilerimizden 150 kadarının ayaklarından yaralandıklarını öğrendim. Bunlar iyi olsalar da yürümek için bir asaya muhtaç kalacaklar. Hepsine birer baston yapacağım ve hastaneden çıkıp memleketlerine gidecekleri zaman kendilerine hediye edeceğim.
Mehmed Usta, Sultanın bu ulvi düşüncesine ve insan sevgisine hayran kalarak hemen işe koyulur ve kısa zamanda bitirilen bastonları gazilere ulaştırırlar..
Tıp bilgisi şaşılacak kadar geniştir. Ara sıra ameliyathanelere girermiş. Meşhur doktorlara sürekli sorular sorarmış. Tıp alanında birçok yenilik yapıyor tüm ilmi araştırmalara destek oluyordu. Ayrı bir inceliği ise devletin kesesine dokunmadan her yıl 400 ilkokul açtırıyor ve devrinin en büyük eğitim sistemini kuruyordu. Abdülahamid’in çocuk ilgisi muazzamdır.
Özel kaleminin hatıratında çocuk sevgisi adına önemli bilgiler mevcuttur. Hatıratların birinde bahsedilen bir konu var. O zaman saraya mektuplar gelirmiş. Sultan bunlarla özel olarak ilgilenirmiş. Bir baba eşinin doğum yapacağını, zor durumda olduğunu ve imkanı olmadığını kaleme alır. Özel kalemi hemen Sultan’a önemli bir meselenin olduğunu belirtip mektubu eline veriyor.
Sultan okuyunca “Hemen gidin bulun sarayda ki özel hekimleri gönderin çabuk ilgilenin” demektedir. Daha sonra kadını da kurtarıyorlar. Doğum da gerçekleşiyor. Sultan hediyesinide hekimler giderken gönderiyor ve “neticeyi bildirin” bana diyerek o gece sabaha kadar hekimlerin yolunu gözlüyor. Daha sonra hekimler gecenin bir vakti huzura alınıyor ve “Efendim annede kurtuldu bebekte”..Daha sonra Sultan Elhamdülillah çok şükür diyor..
Yıldız Sarayı
Bir oryantalist Sultan ile görüşmek için Saraya geliyor eşiyle kabul ediliyor. Sultan ile görüştükten sonra Yıldız Sarayını geziyorlar. Daha sonra saray görevlileri onları bir odaya götürüyorlar. Oda tıka basa oyuncak doludur. Bu kadar oyuncağın bir arada bulunmasına şaşıyorlar. Sebebini görevlilere sorunca, “Sultanımız kendisi ile görüşmeye gelen halktan insanların dertlerini dinlerken, görüşme esnasında çocukları sağda solda koşuştururken çocukları bu odaya aldırır ve çocuklar ile bakıcılar özel ilgilenilirdi.” deniliyor.
“Abdülhamid’den batıcı, milliyetçi, ulusalcı, islamcı görüşe sahip bir kişiden, tasavvuf ehlinden, yani her kesime mesajı olan bir insan.”
Yıldız bahçelerine ayrı bir ilgi duyuyor. Onları haftasonları ahaliye açıyor ve gezmeleri için olanak sağlıyor. Bugünkü Beşiktaş Yıldız semtinde bulunan Yıldız Parkı günümüze kadar doğallığını korumuş durumundadır. İçinde Sultan’ın amcası Abdülaziz’in ve babası Abdülmecid’in yaptırdığı köşkler ve çeşitli durumlarda kullanılmış birçok tarihi eser vardır.
Yıldız Parkı
Şehzade Abdülhamid onbeş yaşlarında sarayda ses getirmeye başlar.Batılı devletlerin büyük elçileri saraya geldiğinde onları görmek isterdi.Fakat kabul salonuna giremediği için onları hep bahçede beklemiştir.Birgün Rus elçisi saraydan çıkarken Abdülhamid kendini tanıtır ve okuduğu dinlediği şeyleri düşünerek elçiye, “Tarih boyunca Rusya ile hep savaşmışız, ama dost olursak dünya barışına katkımız olur.” demiştir. Rus elçi tarihi düşülen notlarda bir cevap bulamazken “Biz babanızla detaylı konuştuk” diyerek Saray’dan ayrılmıştır. Şehzadenin elçi ile saray kapısında yaptığı bu diyalog Sultan Abdülmecid’e aktarıldığında, oğlunun bu tavırlarından çok memnun olmuştur.
Abdülhamid daima “İnsan, devletine ve milletine her türlü hizmet edebilir. Ben de bir şehzade olarak kendimi iyi yetiştirmek ve milletime hizmet etmek durumundayım.” düşüncesiyle hareket etmiştir.
Şehzade Abdülhamid bir akşam vakti kendi dairesinin selamlık bölümünde kitap okurken haberci gelir. Babasının vefat ettiğini söyler. 26 Haziran 1861’de 31. Osmanlı padişahı ve 110. İslam halifesi Sultan Abdülmecid vefat etmiştir. Sultan bu haber üzerine çok üzülür. Bir süre halktan biri olarak yaşar. Bir taraftan üstün zekasını kullanarak geçiminin ticaret ile karşılar. Fakat babasının ölümünden sonra uzun bir müddet Üsküdar da ki Mehmet Zahir Efendi’nin dergahında “hu” sesleri ile yaşamını sürdürür. Mehmet Zahir Efendiye dergahta kalmak istediğini her ne kadar söylese de kabul edilmemiştir.
Fatih Sultan Mehmet Han, Akşemsedin hazretlerine fakihlik yolunda adım atmak istediğini ve dizinin dibinden ayrılmak istemediğini söylese de yine kabul edilmemişti. Akşemseddin hazretleri Fatih Sultan Mehmet Han’a “Sen Fatih ol ki binlerce fakihler yetişsin” demişti. Mehmet Zahir Efendide şehzadeye “Burada bir kanat takılıyor, ama Saray’da iki kanat takma ihtimalin var.” demiştir..
Sultan Abdülhamid oldukça dindar bir insandı. Kızı Ayşe Sultan babasının dindarlığını şöyle anlatmıştır:
“ Babam doğru ve tam dinî itikada sahip bir Müslümandan başka biri değildir. Beş vakit namazını kılar, Kur’ân-ı Kerîm okurdu. Daima camilere devam ettiğini, Ramazanlarda Süleymaniye Camii’nde namaz kıldığını, o zamanlar camide açılan sergilerden alışveriş ettiğini hikâye tarzında anlatırdı. Babam herkesin namaz kılmasını, camilere devam edilmesini çok isterdi. Sarayın husus’i bahçesinde beş vakit Ezân-ı Muhammedi okunurdu. Babamın bir sözü vardı: “Din ve fen,” derdi. “Bu ikisine de itikat etmek caiz” olduğunu söylerdi.”
20’li yaşlarından itibaren ticarete atılmaya başladı. Çiftlikler satın alıp tarımla uğraştı, kazançlarıyla borsada yatırımlar yaptı ve çok sayıda mülk satın aldı. Dünya ekonomisini de yakından takip etti. Bu nedenle dünya ekonomisi hakkında oldukça bilgi sahibi oldu ve iyi bir tecrübe edindi. Abdülhamid’in ticaretle uğraşması, onu birçok padişahtan ayıran özelliklerden biriydi. Sultanlık döneminde Hamidiye Ticaret Mektebi (İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi) , Maliye-i Mekteb-i Ali ( Yüksek Ticaret Okulu) ve birçok sayıda ticaret endeksli okullar açtırıyor.
Abdülhamid düşmanını yenmek için onu içinden tanımıya, fethetmeye çalışmaya ve bu maksatla ondan ders almaya kadar katlanmayı yaşadıklarıyla göstermiştir.
Abdülhamid ekonomi bilen birini aramış ve Galata bankerlerinden akıllı, hünerli, tedbirli Jorj Zarifi`yi saraya davet ederek bizzat para ve ekonomi konusunda ondan ders almıştır.Ona kahve ve sigara ikram ediyor.Rahat davranmasını istiyor.Ahbaplık yoluyla usullerin en incesini öğreniyor.
Sultan sarılmış tütün sigara içerdi.İçtiğini sigarayı ömrünün son günlerine kadar yanından ayırmamıştı. Doktoru Hüseyin Atıf Bey bir hatıratında “Sultan’ın sağlık kontrolüne gittiğimde onu elinde sigara ile görürdüm. Bir keresinde benden gelirken tütün almamı istemişti.” demiştir.
Sultan Abdülhamid gösterişten hoşlanmazdı. Bu sebepten giyimi hep sadeydi. Koyu gri giyinirdi. Sultan her zaman erken yatıp erken kalkardı. Günlük çalışmalarına başlamadan önce sigara ve kahve içmsi adetlerindendi. Özel yapım bir sigarası vardır. Tütün merkalısıdır. İçki içmemektedir. Sigarada ki tütünleri özel olarak yerleştirilirdi. Sigaranın ucundan kuyruğuna kadar özel bir tütün sarma şekli vardı. Sigarasının üstünde Latin harfleriyle yazılmış “A ve H” harfleri mevcuttu. Kendisine Şemdinan ve İskeçe şehrinden tütün gelirdi.
Abdülhamid’in torunlarından Ertuğrul Osman Efendi’yle yapılan bir söyleşide Sultan’ın kahve sevgisine değinmekte..
” Kahveyi pek severdi. Fakat yalnız Yemen kahvesi kullanırdı. Yemeklerden sonra kahve içtiği gibi, arada da ayrıca altı yedi defa içerdi. Yemen kahvesi… Üstelik kahveyi çifter çifter içermiş..
Kahveyi sigarayla birlikte ve ağır yudumlarla içerdi. Biz, çocuklarından hiçbiri huzurunda kahve içmedik. Yalnız annemle diğer haremleri içebilirlerdi. Gençlerin kahve ve sigara içmeleri sarayda çok ayıp sayılırdı. ”
Padişah Abdülhamidin Kızı Ayşe Osmanoğlu anlatıyor:
Mutadı erken yatıp erken kalkmaktı. Sabahlan güneşten evvel kalkıp hamama gider, banyosunu alırdı. Hamamın dış katında oturmak için bir sedir yaptırmıştı. Orada oturup giyinir, sabah namazını oracıkta kılar, sonra kahvaltısını ederdi. Yataktan kalkmadan önce müshil almak mutadı olduğundan sabah kahvaltısını çok hafif yapardı. Hastalığından evvel senelerce Manyezi Hazi almıştır. Hastalığından sonra sinameki tozunu toz şekerle karışık olarak alırdı. Yarım bardak sütü maden suyu ile karıştırıp içerdi. Çitli maden suyu kullanırdı.
Hastalığından sonra Profesör Bergmann’m tavsiyesi üzerine Almanya’dan Frederik madensuyu getirtmeye başlamıştı. Bu madensulu sütten biraz sonra kahve ve sigarasını içer, sonra doğruca Harem Dairesi’ne geçer, oradan Selâmlığa çıkar, masasının başına oturup Başkâtip Paşa’yı isterdi.
Burada tahminen saat on bîre kadar resmi işlerle uğraşırdı. Yemek hazır olunca Harem’e geçer, annemle beraber yemeğe otururdu. Yemekten sonra yatak odasındaki şezlonga uzanıp on beş, yirmi dakika dinlenir, yine kalkıp sabahtan kalan işlerini görmek üzere Selâmlık Dairesi’ne geçer, çalışmaya başlardı. Öğleden sonraki bu çalışma sırasında Başkâtibi yahut İkinci Kâtibi, vükelâdan bazılarını kabul ederdi. Bu çalışma akşamlara kadar devam ederdi.”
Abdülhamid’in kanaatkar olması hiçbir işinin başkasına yaptırmaması hatta zaman zaman kendi kahvesini kendi pişirmesi gibi birçok durum vardır. Yıkanırken kimseden yardım almıyor. Normalde padişahlar yıkanırken kurulanırken kıyafeti giydirilirken birçok görevlisi olurdu. Abdülhamid bunlara iltifat etmedi. Hatta birgün odasına girerken eşi Müşfika hanımın hasta olduğunu ve çorabını almaya çalıştığını görür ve çorabı kendisi alarak eşine giydirir..
—————————————————————————————————
KAYNAKÇA
– Osmanoğlu, Ayşe, Babam Sultan Abdulhamid
– Vakkasoğlu, Vehbi (1999) (Türkçe). Osmanlı İnsanı. Nesil Yayıncılık
– Armağan, Mustafa. “Abdülhamid hakkında yanlış bildiğimiz 10 şey”
– Ayşe Osmanoğlu, Babam Sultan Abdülhamid (Hatıralarım), 3. baskı, Ankara 1986, Selçuk Yayınları, s. 24-25.
– Abdul hamid’in Kurtlarla Dansı s.79, s.83, s.88 , s.99 /Kasım 2009/
– Derin Tarih
– “II. Abdülhamid’in çevirttiği polisiye romanlar”, Müteferrika, Sayı: 28, Kış 2005-2, s. 25-34.
– kultur.gov.tr
– Abdülhamidin Kurtlarla Dansı 1-2 “Mustafa Armağan”
– Sultan Abdül hamid “Zeynel Toprak”
– Sultan 2.Abdülhamid’in Sürgün Günleri “M.Metin Hülagü”
– Babam Abdülhamid / Saray ve Sürgün Yılları “Şadiye Osmanoğlu Hatıratlar”
– Sultan 2.Abdülhamit / “Seyfullah Arpacı”
– Son İmparator- “İsmail Çolak”
– 3 Kıtanın Son Hükümdarı Sultan 2.Abdülhamid (TRT Belgesel) bkz.TRT yapımı 7 bölümden oluşan II.Abdülhamid Belgeseli. Abdülhamid’in tahta çıkışından, tahttan indrilmesine ve ölümüne kadar geçen süredeki sosyal ve siyasi gelişmeleri anlatmaktadır. Yapımcılığını Abdurrahman Demirel, yönetmenliğini Salih Özderya üstlenmiştir
– Tarih Aynası – Sultan 2.Abdülhamid Han’ın Saray Hayatı
– Necip Fazıl Kısakürek “Ulu Hakan II. Abdülhamid Han (1965)”
– http://www.e-tarih.org/
– “Bilinmeyen Yönleriyle Abdülhamid Han & Mustafa Armağan” ( Tvnet Tarih Atlası – 09.02.2012 ) kaynak: Melih GÜN blogu