
II. Mahmud Taklitçiliği, Düzen Tutkusu ve Şekilciliği
Gerçekten Deli Petro ve halefieri Avrupa medeniyetini taklitle işe başlamışlarsa da, daha çok Batı ‘nın ilim ve tekniği üzerinde durarak, kendi bünyelerine uymayan siyasi ve hukuki inkıHiba yanaşmamışlardır.
II. Mahmud’la başlayan şekilcilik, Tanzimat ve ardından Avrupa devletlerinin üstüste verdikleri notalarla ilan edilen Isiahat fermanlan zamanlannda da devam etmiştir. Halbuki Petro, ıslahı mümkün olmayan yeniçeri benzeri Sterlitz ocağını (Çarlann muhafız askerleri) dağıtarak Avrupalı subaylar vasıtasıyla Avrupai ordular kurmuş ve Rus Çarlığı ‘nı büyük bir imparatorluğa dönüştürmüştür.30 Nitekim II. Mahmud’un davetiyle İstanbul’a gelen ve padişahın maiyetinde bulunan Moltke’nin gözlemleri şöyledir: Bu reformlann çoğu şekillerden, isimlerden ve projelerden ibaretti.
En zavallı eser de Rus ceketleri, Fransız talimnameleri, Belçika tüfekleri, Fas serpuşu, Macar eyerleri, İngiliz kılıçlan ve her milleten öğretmenleriyle, Avrupa örneğine göre bir orduydu. Ordu, timarlılar, ömür boyu mükellef nizarniye kıtalanyla, belirsiz süre için yükümlü redillerden müteşekkildi. Bu kıtaların amirleri acemi askerler, askerleri de yeni mağlup edilmiş düşmanlardı. Sivil idarede vergileri iltizama vermeyip, doğrudan doğruya devlet için toplamak yolunda zayıf bir teşebbüse girişilmişti. Bu yüzden devlet gelirlerindeki, başlangıçta kaçınılması imkansız olan azalmalar, üstelik dürüst memurların kıtlığı, bütün ısiahat içinde en önemli olanının uygulanmasının daha genişletilmesine engel olmuştu. Devlet adamlannın ünvanlan değiştirilmiş, bu görevleri işgal eden adamlar aynı yetersizlikte kalmışlardı.
Görünüşe göre padişah çok defa dini taassuba karşı gereksiz yere meydan okumuştu, çünkü şeyhülislfima, dinin yasak ettiği portresini gönderişinden ne fayda edilebilirdi? Sultan Mahmud genç halefi olan oğlu Sultan Abdülmecid’e memleketi çok acıklı bir durumda•,bıraktı, çünkü iç ve dış gaileler bir yana, Osmanlı İmparatorluğu henüz kök salmamış yeni teşkilat bakımından bir çocuk gibi zayıf, eski kurumlanyla ise bir yaşlı gibi çökmüş haldeydi. Tarafsız bir göz Büyük Petro’ya tarihte II. Mahmud’dan çok daha üstün bir yer verecektir, ancak Sultan’ın üzerindeki görevin bile çannkinden sonsuz derecede daha güç, hatta başaniması imkansız ·olduğunu itiraf edecektir.

XIX. yüzyıla damgasını vurmuş büyük Türk bilgini Ahmed Cevdet Paşa bu iki hükümdann gerçekleştirdikleri reformlann mukayesesini şöyle yapar: “Yeniçeri Ocağı Osmanlı Devleti’nin kalbinde bir kanser olduğu halde,Sterlitz Ocağı Rusya’nın omuzunda bir ur gibiydi. Yeniçerilik milli bir hüviyetle Osmanlılar’ın iliğine işlemiş olduğu halde, öteki böyle bir özelliğe sahip değildi. Bu yüzden birincisinin ilgası, ülkede ne kadar sarsıntı yapmışsa, ikincisinin kaldınlması da Rusya’yı o derece kuvvetlendirmiştir. Gerçekten Petro bu suretle ordusuyla birlikte devletini de nizama soktu. Halbuki bizim ihtiyaçlanmız daha çok ve çeşitli olduğu gibi bunların icabı yapılamadı, yapılanlar da memleketin şartlarına uygun düşmedi. Bu düşüncenin kuvveden fiile çıkanlması ilim, irade ve kudretle mümkündür. Girişilen işlerin iyi veya aksak sonuçlar vermesi, bu üç hasletin birlikde var olması ve olmamasına göre olur. İrade ve kudret sahibi olan Petro, Avrupa’nın medeni merkezlerini gezip çok şeyler öğrenmişti. Bu suretle Sterlitz Ocağı ‘nı kaldırıp yeni orduyu ku rm akla derhal devletini kuvvetlendirmiş, sanayi ve ticareti geliştirmiş, terakki yollannı bularalc sırf taklit yoluna gitmemiş ve nazariyata saptanmamıştır. Hatta esirlerle idare olunan çiftliklere ve sahiplerinin imtiyazıarına da dokunmamıştı. Çünkü devleti kuvvetlendirrnek için böyle bir müdahale zariıri değildi. Mısırlı Mehmed Ali Paşa’nın hali ona biraz benzer. Çünkü Mısır’da ıslahata mfuli olan Kölemenler bigıtne, yani kayıtsız bir kavim olup ahaliye bağlı değillerdi. Onlar aradan kaldınldıktan sonra ülke her türlü ıslahata hazır hale geldi. O da sefahat yolunda Avrupa’yı taklit etmeksizin sadece terakki vasıtalarını almıştı. Gerek askeri gerekse mülki alanlarda malilmatlı devlet adamları yetiştirdi ve Mısır’ da kısa zamanda güçlü bir hükümet vücuda getirdi.32
O, Sultan Mahmud’un aksine, önce 500 kişi kadar eğitim görmüş subay yetiştirmekle işe başlamış ve 1816-1819 yıllan arasında yeni ordusunu teşkil etmiştir. Halbuki Osmanlı padişahı subay yetiştirmeden modern bir ordu kurmaya kalkmış, dolayısıyle kumandanlıklara Yttteneksiz ve bilgisiz kişiler getirilmiştir. Böylece eski ordunun bozulmasında birinci etkenlerden· olan . kayırınacılık başlamıştır. 33 İşte yukarıda sözü edilen Enderun ağalanndan oluşturulan ve bazan bizzat padişah tarafından Rıtmi Kışıası ‘nda talim ettirilen birlik, yeni ordunun subay ihtiyacını karşılamak için kurulmuştu.34 Ancak, bu saray mensuplarına gösterilen ilgi, öteki Mansüre · subayları arasında bir başka hoşnutsuzluğun doğmasına yol açmış, saraylı askerler, kendilerinden beklenen hizmeti verememişler, sonunda bu birlik 1830’da lağv edilmiştir.35 Yine subay ihtiyacım karşılamak için, eski Acemi Ocağı Kışıası ‘nın, yaşı küçük Mansfire neferleri için talimhane yapılması böylece ortaya çıkmıştır. Bunu sarayda Hfissa birlikleri için açilan okul ile Harbiye’nin, Tıbbiye-i Askeriyye’nin açılması, Mühendishline’nin tekrar devreye girmesi izlemiştir.36 Fakat başanya ulaşmak için bütün bunlar çok önceden yapılmalıydı
II. Mahmud ‘u Petro ve Mehmed Ali ile mukayese eden Cevdet Paşa devamla şöyle demektedir: “Sultan Mahmud Hlin kudret ve irade sahibi bir padişah olarak, devleti yeniçeri zorbalığından kurtarmış, fakat bizim ahvMimiz icabı bir Avrupa seyahati yapamamıştı. içte ve dışta lüzumlu bilgilere sahip olma vazifesi dimağ kuvvetini teşkil eden nlizırlara aitti. Fakat iş başında böyle bir iktidara sahip devlet adamlan yoktu. Hüsrey Paşa olmasaydı belki de Aslikir-i Nizilmiye dahi oldukça yolunda tertip edilemeyecekti. Vak’a-i Hayriyye’den sonra devlet dümenini eline alan Reis Pertev Paşa tekke şeyhlerinin sözüyle hareket ederek, Edirne Musalahası ‘yla biten meş’um savaşın açılmasına, daha sonra Cezayir’in elden gitmesine sebep oldu ve uzun süre dahili ısiahat yerine dahili’ muharebelerle uğraşıldı. Memleket harab oldu.

Devlet kuvvetten düştü. Sonra sırf taklit yoluna gidildi. Bunda da ifrat edildi. Binanın temellerinin sağlamlaştınlması yerine, süslenmesine özen gösterildi. Esas yerine teferrruatla uğraşıldı. Kendi ihtiyaçlanmızı karşılayacak yerde Avrupa’nın hazır malianna heves edildi. Benebiler de burada kazandıklannı çıkın çıkın altın edip memleketlerine gönderdiler. Bizim esnafımız ise mahvolup bitti. Nice sanayiimiz battı. Güzel gemiler yapıldıysa da deniz ticaretinin, bahriye askerlerine fıdanlık olduğu anlaşılamadı ve ticarete önem verilmedi. Bazı akıllı kimseler devletin dış işlerini iyice yoluna koydularsa da, memleketin iç d!Jrumunu bilemediklerinden, yaptıklan nizarnıann çoğu ülkenin bir tarafına uyarken diğer tarafına uymadı, dolayısiyle yapılan düzenlemeler pek işe yaramadı. Biz o zaman ileri gidiyoruz derken, ne kadar geri gittiğimizi ve kuvvetimizden ne mertebe düştüğümüzü çok sonra anladık. Bizim bazı hususf ahvlilimiz var ki, diğer devletlere faydalı olan bize zarar getirir, onlara licil şifa olan bize öldürücü zehir olur. Burayı idrak ve temyiz etmek ise en ince meselelerdendir. Her yerde ticaretin genişlemesinin ülke yararına olduğu tartışılmaz. Fakat bizde Avrupa ticaretinin genişlemesi bak neler yaptı. Müteveffli ihtiyar Hanso’dan işitmiştim. İstanbul’a geldiğimde Galata’da I 1 ecnebf mağazası vardı, bizimle 12 oldu demişti. SerMst ticaret mulihedesinden sonra memleketimize o kadar ecnebf akını oldu ki, idareleri çok zorlaştı. Onlar için aynca mahkeme açmak llizımsız geldi. Ecneblleri himliye beliisı bize yeterken, belli üstüne bela olarak bir de karma mahkeme kuruldu. Halbuki o zamanın ihtiyacı için bir ticaret mahkemesi yapılamaz mıydı? Evet yapılabilirdi. Lakin o zaman iş başında bulunanlar adiiyenin inceliklerini bilmedikleri gibi bilenlerden de sorup ö renme e tenezzül etmezlerdi. Ticaret muahedesini yaparken büyük-küçük ticaret maddesini koymakla, ticaret işlerinden anlamadıklarını ve dükkan alışverişi hakkını da ecnebflere verdiklerini fark edemiyorlardı.”37
Cevdet Paşa’nın 1884 yılında Viyana Sefi’ri Sadullah Paşa’ya Tarih’ininon ikinci cildini ikmali ve gönderilmesi münasebetiyle yazdı ı bir mektupta ileri sürdü ü bu görüşler, her ne kadar Sultan Mahmud dönemini aşarak Tanzimat dönemini de içine almakta ise. de, XIX. yüzyılın ilk yarısında yaşamış refonnculann, giriştikleri inkılaplarda ne .derece fikri’ yetersizlikten mahrum bulunduklarını göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Gerek Petro gerekse Sultan Mahmud Avrupa teknolojisini almak girişiminde bulunmakla birbirlerine benzerlerse de, psikolojik şartlar ve alınan sonuçlar bakımından birbirlerinden ayrılırlar: Petro, inkılaplan yaparken, Rus halkı çok ilkel bir medeniyet seviyesinde feodal bir cemiyet halinde iken, Türkler yüksek bir medeniyet ve mefk:Orenin mümessili durumundaydılar. Dolayısiyle Rusya, Avrupa medeniyetinin ilim ve sanayiini hedef alırken, Osmanlılar şekli taklitlere yönelmişlerdi. Mezhep farkına rağmen din birliğinin ve bağının mevcudiyeti Rusya’nın Avrupa ile ilişkilerini kolaylaştırıyordu. Sultan Mahmud ‘un, dehşet verici iç ve dış bunalımlada karşı karşıya kalması bir yana, müslüman bir topluma, Petro’nun ise hristiyan bir topluma hizmet etmesi de önemli bir faktördür. Petro ‘nun Avrupa seyahati ve oradaki incelemeleri için Osmanlı padişahına has manevi engeller yoktu. Bu yüzden Petro ile başlayan, II. Katerina ve halefieri ile devam eden inkılap hareketlerinde Avrupa’dan bol bol alim ve uzmanlar getirtilebilmiş, ordu, donanma ve üniversiteler yabancılada doldurulabilmiş, bunun souncunda da Batı · medeııiyeti hızla nakledilebilmişti. Avrupalı IDimler, XIX. yüzyıl sonlannda bile, bulunduklan Petersburg Akademisi ‘nde, araştırmalarını Almanca ve Fransızca neşrediyorlar, Avrupa senneyesi Rusya’nın sanayileşmesini hızlandırıyordu. Böylece Avrupa’nın ilmi, metodu, sanayii ve tekniği Rusya’da yerleşmiş; Rus gençleri her alanda söz sahibi olabilmişlerdir. Gerçi bu medenileşme hemen sadece aristokratlara münhasır kalıp, halkın çoğunluğu ibtidai bir hayat sürmüşse de Rusya’da atılan kültür, edebiyat ve sanat tohumlan zamanla yeşerip gelişmiş ve ülke XIX. yüzyılda artık Avrupa medeniyetinin bir parçası haline gelmiştir. Böylece maddeten ve manen yükselen Rusya önce İsveç’i hertaraf etmiş, ardından çökmeye başlayan Doğu Avrupa, Kırım, Türkistan haniıldannın ve Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklannı istiHiya başlamış ve çok geniş bir ülke haline gelmiştir. Avrupa’da hürriyet ve demokrasi devri açılırken Rus çarlan mutlak bir istibdat idaresi kurmuşlardır.
Rusya, Avrupa medeniyetine girerek milli ve dini mefkılreleri ile birlikte yükselirken, Türkler daha ilk temaslannda bu medeniyetin sathi taklidi ile kültürlerini ve mefkılrelerini kaybetmişlerdir.
Cevdet Paşa’ya göre Osmanlı Devleti köklü bir ıslahata, daha doğrusu “tecdid-i usıll”e muhtaçtı. Fakat bir devletin topyekün “Tebdil ve tecdid-i niziimatı” yeni bir devlet kurmaktan daha zordu. Bu bakımdan çok dikkatli olunmalı, karar vermeden önce çok iyi düşünüp taşınmalı, kararlaştırdıktan sonra da kesinlikle tatbik edilmeliydi. Cevdet Paşa, Sultan Mahmud’un refonnlan dahil, Osmanlı Devleti’nde yapılmış hemen bütün ısiahat teşebbüslerini tenkit eder. Çünkü bu girişimlerde işe te.melinden başlanınamıştır. Yine Cevdet Paşa’ya göre, vaktiyle Osmanlı’yı örnek alan Avrupa devletlerini şimdi Osmanlı örnek almak zorundaydı. Ancak, Avrupalılaşmak bir kabuk değiştirmek olmamalıydı. Çağdaşları arasında muhafazakiir görüşün baş temsilcilerinden olan Ahmed Cevdet Paşa, Avrupa ‘yı taklit etmenin yanlış olduğunu savunur ve sadece orada gelişmekte olan ilim, fen ve sanayiin alınmasından yana olduğunu belirtir. Fakat :öyle yapılmamış, işin başından başlanmayıp, kuyruğundan tutulmuştur.38 Burada, Cevdet Paşa’nın Prusyalı general Moltke ile çoğu zaman hem-fikir olduğu, hatta bazı ifadelerine bakılırsa onun hatıralarını görmüş olabileceği akla geliyor. Gerçekten, Paşa’ı:un dediği gibi, Avrupalılaşma gayretleri halkla yüksek rütbeli memurların arasını açmaktan başka bir işe yaramamış, halk, medeniyet nehrinin getirdiği israf ve sefahattan nefret ederek, her türlü yenilikten ürkmeye başlamıştır. Cevdet Paşa taklitçiliğin şiddetle karşısında olmakla birlikte, Avrupa’ dan alınacak şeylerin bulunduğunun da bilincindedir. En azından, onlann kurtuluş ve yükselmelerini sağlayan ve Osmanlı Devleti ‘nin temel kanuniarına ters düşmeyen mülki, miili ve askeri alanlardaki nizarnıardan yararlanılmasından yanadır.
II. Mahmud devrinde oluşmaya başlayan aydın kadrosu için bir çağdaş gözlemci ise şöyle demektedir: “Eğitim için Paris’e giden öğrenciler orada Fransızlar gibi şapka giyerler ve giyinirlerdi. Fransızca’nın inceliklerinden yararlanıp kelime oyunları yapmayı pek severlerdi. Bir ziyafet veya yemek salonunda Türk oldukları anlaşılsa, utançlanndan neredeyse yüzleri kızarırdı. Türkiye ‘ye geri dönüp de idari mevkilere getirildiklerinde, denebilir ki yaptıklan işlerde memleketlerine yararlı olmaktan çok Avrupalılar’ın gözüne ginneyi, yurt dışında ünlerini arttırınayı düşünürlerdi.39
Gerçekten Tanzimat Fermanı ‘nı bizzat okuyan Mustafa Reşid Paşa’nın, bu metni hemen yabancı devletlerin büyük elçiliklerine göndennesi onun yabancılar önündeki cazibesinin ifadesinden başka bir şekilde yorumlanamaz. Bu kadronun öncüsü ve elebaşısı Reşid Paşa’ydı. Nitekim Osmanlı İmparatorluğu ‘nun ekonomik bağımsızlığının ölüm fennam demek olan 1838 Ticaret Antiaşması İngiliz baskısı altında onun tarafından imzalandı. Bununla iç gümrük vergileri kaldın makla, bunlardan İstifadesi olan mültezimler, valiler ve eşrM zor duruma düşerken, devlet hazinesi geçici bir fayda sağlamıştı.40 Bu antlaşmanın uygulanabilmesi için
·de bazı siyasi refonnların yapılması gerekiyordu. Ancak, büyük toprak sahiplerinin menfaatlerine halel getirecek değişiklikler bu kez onlar tarafından tepkiyle karşılanacak, böyle Batı ‘ya aralanan her kapıya Türk burjuvazisi tarafından kuşkuyla bakılacaktı. 1838 Ticaret Antiaşması ‘nın meyvelerini bir an evvel toplama hevesinde olan Düvel-i Muazzama ise reformlardan yanadır. İngiltere dışişleri bakanı Palmerston Fransız . büyükelçisine: “Şunu hareket noktası olarak kabul ediyorum ki, ortak siyasetimizin hedefi Osmanlı İmparatorluğu’nun muhafazasıdır. Avrupa’da dengeyi elde tutmanın en zararlı güvencesi budur. Bu bakımdan onu
düşmanlan kadar, dostlarına karşı da savunmak zorundayız”41 derken
gerçek niyetini ifade etmektedir. Tanzimat’ın bfinisi sayılan ll. Mahmud’un katı bir merkeziyetçi olduğu da unutulmamalıdır. Tanzimat’ın ilfinı arefesinde Osmanlı ordusunun Nizip’te Mehmed Ali Paşa kuvvetlerine yenilmesi, Osmanlı donanmasının
İskenderun’ da Mehmed Ali ‘ye teslim edilmesi, II. Mahmud’un ölümü; bütün bunların sonunda da Mustafa Reşid Paşa’nın Mısır Paşası ‘na karşı İngiliz desteğini elde etme uğruna ısiahat ve va’dinde bulunması iyi degerlendirilmelidir. Acaba Sultan Mahmud biraz daha yaşasaydı, altı kez sadrazamlık yapacak bu zatın, yabancı devletlere ülkenin iç işlerine tam manasiyle kanşma imkanını kendi eliyle sunmasına müsaade eder miydi?. Tanzimat’ın temel prensiplerinin dönemin İngiltere hariciye nazın Palmerston tarafından Reşid Paşa ‘ya verildigi, onun da yaşça küçük yeni padişah Abdülmecid’e bunları kolayca kabul ettirdigi bilinen bir gerçektir.
Fransız diplomatı Engelhardt’ın (ö. 1916) Petro-Mahmud mukayesesi de Moltke’ninkinden pek farklı degilse de, bu zat Sultan’a karşı biraz acımasızdır. Ona göre, “milletini Batı medeniyetine alıştırmak _için Asya halkına mahsus adetleri yasaklamış olan Büyük Petro’yu taklit hevesine düşen Sultan Mahmud, kendisini büsbütün dış görünüşlere kaptımııştır. Kendi yaşantısı, görünüşe ne derece önem verdiğini göstermiştir. Sultan Mahmud önce cari olan eski teşiifat merasimlerini değiştimıiş, vükelanın ve ulemtinın kendi huzurunda otunnalanna izin vermiş, sakalım kısaltmış, sakalı uzun devlet ricalini azarlamış·, hatta Avrupa tarzı bir eyeri kullanmayan sadrazamını bir süre gözden düşümıüştür.” Halbuki o sıralarda İstanbul’ da bulunan ve paşalığa kadar yükselen İngiliz Sir Adolphus Slade (ö. 1877) bu hususta şunları söylemektedir: “Sultan Mahmud, Türk süvarisinin ata biniş tarzını değiştirmekle büyük hata etmiştir. Daha önce, mükemmel eyeri ile, atıarına tam hakim olan süvarilerin iyi bir ısiaha ihtiyacı vardı, fakat Mahmud, bütün reformlannda maskeyi şahıslara, kabuğu da meyvelere tercih etti. Avrupalı süvariler düz eyer ve uzun özengi kullanırlardı. Sultan buna dayanarak, kendi süvarisinin de aynı şeyi kullanmasının zaruri’ olduğunu düşündü. Avrupalı piyadeterin sıkı ceket ve dar kep giymelerini aynen uyguladı. Halbuki bu konuda taklit sadece saçmalıktı. Bedeni rahatsızlık ve tahammülden başka bir şey vermiyordu. Bu durum ise sonsuz nefret ve moral bozukluğuna sebep oluyordu.42 Eserinin bir başka yerinde de Slade, Mahmud’u İslfun şeriatini istihkar etmekle suçlar.43
Engelhardt’ın II. Mahmud hakkındaki gözlemlerine devam edelim: “Şüphesiz bu hükümdar Osmanoğulları arasında önemli bir mevki tutmuştur. Bununla birlikte, yaşadığı devrin olaylarını yazan tarihçilerden çoğunun takdirlerine, med ü seniHanna 11iyık olmaktan çok uzaktır. Yaptığı icraatın, Avrupa’da, hatta Türkiye’de bugün bile (XIX. yüzyılın sonları) halkın inandığı ve tasvir ettiği şekilde gerçek olmadığı görülmektedir. Yeniçenlere karşı kazandığı zafer onu büyük bir şöhrete kavuştumıuş ve bu icraatına bakılarak alelacele kendisinde bir müceddidde bulunması gereken azim ve metanetin, maharet ve. istidadın mevcut olduğuna hükmedilmişti… Habuki Sultan Mahmud ‘un bu meselede emsalsiz bir beceri göstermesi, şüphesiz kendisince malum olan bir zemin üzerinde hareket etmesinden ileri gelmiştir. Lftkin bilinmeyen bir şey varsa, o da Sultan Mahmud’un, ötedenberi beslediği tasavvurun fiile çıkanlması henüz zamanı gelmeden tatbik mekiine konduğunu birdenbire işiterek hayrete düştüğü zaman sarsılmaz bir azim ve metanet göstermemiş olmasıdır. Halbuki biyografısini yazanların çoğu, kendisinin muttasıf olduğu hasletlerin en seçkini sarsılmaz bir azim ve metanet olduğu zannındadır. Yeniçeri isyanı başladığında, bütün tasavvur ve girişimlerinden vaz geçmek istediği, kendi sonunu getirecek surette bir müddet büyük bir tereddüd ve karasızlık içinde kaldığı muhakkaktır, Asi ocağın arzularına rftm olmak, yani ikinci defa olarak bunlarla uyuşmak zilletine katlanmak üzere bulunduğu bir sırada idi ki, Ağa Hüseyin Paşa, mukavemet ederse muzaffer olacağına dair kendisine teminat vermiştir. Sultan Mahmud’u yakından tanıyanlar, onun cesur olmadığını bilirler. Acaba Sultan Mahmud, devlet idaresini tam bir mutlakıyetle ele aldığı zaman, bu kuvveti nasıl kullanmıştır? O, büyük bir basiretsizlikle memleketin en esaslı kanun ve nizamlannı, adet ve teftmülünü ortadan kaldırmaya çalışmakta, asıl amacı tecavüz etmiş, bu kanun ve Metlerin menşeini veya yapıcı tesirlerinin derecesini hiç itibara almadan tamamını lağvetmiştir. Her iki kuvvette kendi şahsına karşı bir tehlike gördüğü için, kanunların hüküm ve nüfuzu yerine kendi arzusunu yerleştirmiştir. Bütün önemli meselelerio görüşme yeri olan, umumi talimatı veren, taşradaki memurların tekliflerini inceleyen, bunların hareket ve icraatını teftiş edip bir· karara bağlayan Bftbıftli’nin veya Divan-ı Hümftyun’un hüküm ve nüfuzu o andan itibaren sırf lafızdan ibaret kalmıştır. Yüksek dereceli memurlar, kendi dairesine ait işler hakkında doğrudan doğruya padişaha bilgi vermeye, bizzat padişahtan veyahut bugün gözde olup yarın bu teveccühü kaybeden nedimlerden almaya mecbur kalmışlardır. Birbiriyle artık iştişare etmeyen vükela bu suretle ciddi ve tesirli bir teftiş ve nezaret altında bulunmaktan kurtulmuş, fakat bu hal, bütün devlet işlerinin keyfi bir surette, müstebidane idare edilmesine sebep olmuştu. Sultan Mahmud yıktığı, ortadan kaldırdığı şeylerin yerine, diğerlerini koyacak kadar zeki ve malı1mat sahibi olmadığı için, keyfi muamelelerin zararı bir kat daha şiddetle hissediliyordu. Körü körüne tatbik olunan istibdadın neticesi olarak memlekette müthiş bir intizamsızlık, kanşıklık baş göstermiştir. Fakat bu usulü tatbik eden ‘Dfthf-i nftkıs’ın bir gün gelip vuku bulan tahribatın enkazı arasında mahvolup gideceği şüphesizdir”.
