Abdülhamid Batı müziğini ve operetleri sevmesine rağmen, geleneksel musıkimize karşı da asla ilgisiz kalmamıştır. Devrin en önemli bestekârı olan Hacı Arif Bey, Abdülhamid tahta çıktığında geçmişinde yaşadığı serüvenler sonucu artık sarayda değildir. O artık evindedir ve Kürdilihicazkâr ve Hüzzam gibi nadide makamlardan harikalarını üretmektedir. Eserlerinin şöhreti İmparatorluk sınırlarını aşmış, besteleri diğer İslâm ülkelerinde de çalınmaktadır.
Bu ülkelerden İran Hükümdarı Nasıreddin Şah, ülkesinin İstanbul sefiri kanalıyla ve Abdülhamid’ in aracılığıyla Arif Bey’i ülkesine ve Sarayına davet etmek ister. Ancak :
“…Sultan Hamid, Ârif Bey çapındaki bir dâhiyi Türkiye’den kaçırmanın tarihi mesuliyetini biliyordu. Büyükelçi’ ye şöyle dedi :
-Ârif Bey’in Mızıkay-ı Hümâyûn’dan ayrıldığını kat’iyen işitmedim. Onun yerini dolduracak kimse yoktur. Şah Hazretleri’ nden özür dilerim!..” diyecek kadar da o devirde öz musıkîmizin büyük bestekârına sahip çıkıyor ve Hacı Arif Bey’ in kronik kaprislerine rağmen onu tekrar Saray’ a alıyordu.
Öyle ki Hacı Arif Bey, Sultan Abdülmecid ve Abdülaziz’ e yaptığı kaprisleri hiç çekinmeden Abdülhamid’e de yapmaktan çekinmiyordu. Bunu müzikolog- tarihçi Yılmaz Öztuna şöyle anlatır :
“ Bir defasında Padişah,bir kaç yeni şarkısını bizzat Hacı Arif Bey’ den dinlemek istedi; huzuruna davet etti. Bestekârın keyifsiz bir ânıydı; hasta olduğunu bildirdi.Ârif Bey’ in hocasının hocası olan büyük Dede Efendi’ nin torunu Miralay Rifat Bey, arkadaşının kaprislerinden bıkmıştı; biraz da kıskanıyordu. Sultan Hamid’e “ temâruz ediyor !” diyerek şikâyet etti. Padişah, bir mabeynci göndererek gelmesi için ısrarda bulundu. Ârif Bey, mâbeynciye san’atta irade-i hümâyûn geçmiyeceğini, babası Sultan Mecîd’ den, Sultan Hamid’den daha fazla riâyet gördüğünü söyledi. Hatta dilini tutmak âdetinde olmadığı için, Sultan Hamid’ in küçük bir şehzâde iken bir gün kendisinin kucağını ıslatığını anlattı…Sultan Hamid’ in sabrı taştı. Büyük bestekârın Mızıkay-ı Hümâyûn’ un bir odasında süresiz olarak hapsedilmesini irade etti…”
Yine Öztuna’ nın anlatımına göre; Ârif Bey 50 gün kadar yaşadığı hapis hayatından sonra hapiste güftesi Mehmet Sâdi Bey ‘ e ait olan ‘meşhur nihavent şarkısı ;
Ahteri düşkün garîb ü âşık-ı âvâreyim
Gün gibi deryâ-yı aşkında gezer bîçâreyim
Sana kul oldum kapında gayrı kande varayım
Şîvekârım sen dururken ben kime yalvarayım’ ı besteler.
Bu şarkısında; Talihsiz, başıboş bir garip, sevgilinin aşk denizinde yüzen çâresiz bir âşık olduğunu,sevgiliye hitaben: ey sevgili kapında kul olan ben, nereye gideyim ve senden başka kime yalvarayım ? Şeklindeki sözler ve bu sözlerle uyumlu içli bestesini, Padişah’ a okuması için arkadaşı bestekâr Rifat Bey’e teslim eder ve o da Sultan’ ın huzurunda okur. Sultan Abdülhamid de buna kayıtsız kalmaz ve Ârif Bey’ in hapis cezasına son verir.
Sonuç olarak yukarıdan beri anlatıldığı gibi Sultan Abdülhamid’ in 33 yıllık saltanatı içinde müzikte de restorasyon amaçlı hamleler gözükmektedir.Tıpkı eğitim, teknik, ulaşım v.d.konularda olduğu gibi Anadolu coğrafyasında, modern Türk müziğinin oluşmasına alt yapı teşkil edecek adımları attığı farkedilmektedir.
Bu adımları atarken de asla geleneksel musıkîmizi yok etmek niyeti göstermemiş, aksine onu korumayı ve desteği hiç esirgememiştir.
Emeğine çok sağlık …