Padişah III. Selim’in Müzik Edebiyat Sanat Hayatı ve Sanatçılık Yönü (1761-1808)
Sultan III. Selim, 24 Aralık 1761 tarihinde İstanbul’da doğmuştur. Babası Sultan III. Mustafa, annesi Mihr-i Şâh Vâlide Sultan’dır. Sultan III. Mustafa, Şehzade Selim’in iyi yetişmesi için büyük özen göstermiş, beş yaşından itibaren Şehzadenin eğitim ve öğretimi ile ilgilenecek seçkin ilim adamlarından oluşan bir kurula görev vermiştir .
Sultan III. Mustafa’nın 1774 yılında ölümü üzerine tahta geçen Sultan I. Abdülhamid döneminde Şehzade Selim için kafes arkası dönem başlamıştır. Başlangıçta, kafesin katı ve sert kurallarını yeğenine uygulamayan I. Abdülhamid, 1875 yılındaki Sadrazam Halil Hamit Paşa olayının ardından Şehzade Selim’i tam olarak kafes arkasına almıştır. Saray’ın bu katı kuralı içinde Şehzade Selim, tahta çıktığı 1789 yılına kadar olan sürede kendisini müzik ve edebiyata vermiştir. Böylece, Osmanlı/Türk müziğinin nazarî ve uygulamalı yönlerini en iyi şekilde öğrenmekle birlikte, Acem-Bûselik, ArazbarBûselik, Dil-nevâz, Evcârâ, Gerdâniye-Kürdî, Hicâzeyn, Hüseynî-Zemzeme, Isfahanek-i Cedîd, Nevâ-Kürdî, Nevâ-Bûselik, Pesendîde, Rast-ı Cedîd, Sûz-i Dilârâ, Şevk-Efzâ ve Şevk-ı Dil gibi on beş yeni makam terkib edebilecek kadar ileri bir seviyeye ulaşmıştır. Yukarıda da belirtildiği gibi Sultan III. Selim ilk müzik eğitimini Kırımlı Hâfız Ahmet Kâmilî Efendi’den almıştır. Tanbur hocası, dönemin ünlü bestekâr ve tanbûrîsi İzak’tır.
Sultan III. Selim’in, 1 Ayin, 1 Durak, 1 Tevşih, 2 İlâhi, 29 Peşrev, 29 Saz Semaisi, 1 Kâr, 10 Beste, 10 Semai, 20 Şarkı olmak üzere toplam 104 bestesi günümüze ulaşmıştır. Burada adı geçen formlara dikkat edilirse, dini formlar içinde Miraciye’den sonraki büyük form olan âyin formundan ilâhiye kadar; din dışı büyük formlardan olan Kâr’dan şarkıya kadar sözlü eser bestelemiş olmasının yanında saz müziği için de peşrev ve saz semaisi bestelediğini görmekteyiz. Ayrıca, bu eserlerin büyük bir kısmı, klasik icra ve beste anlayışının kalıbı/şablonu olduğu söylenebilir.
Sultan III. Selim’in Osmanlı/Türk müziği için önemli bir yanı da, müzik tarihimize kazandırdığı besteci ve icracılardır. Bu isimlerin başında, Hammâmîzade İsmail Dede Efendi gelmektedir.
İsmail Dede Efendi’nin, Sultan III. Selim tarafından keşfedilme konusu hakkında kaynaklardan edindiğimiz bilgiye göre; Dede Efendi, henüz Yenikapı Mevlevîhanesi’nde çile doldururken, ‘Zülfündedir benim baht-ı siyahım’ güfteli Bûselik makamında bir şarkı bestelemiştir. Bu şarkı, dönemin müzikseverleri tarafından çok beğenilmiş ve Enderûn’un fasıl heyeti de bu eseri III. Selim’in huzurunda seslendirmiştir.
Şarkıyı çok beğenen III. Selim, eserin bestecisini saraya davet etmiş ve huzurunda eseri bestekârından dinleyip iltifat ve ihsanda bulunmuştur. Ardından, Dede Efendi’nin Hicaz makamındaki Nakış Bestesi ‘Ey çeşm-i âhû hicr ile tenhâlara saldın beni’ güfteli eseri de yine III. Selimîn dikkatini çekmiş ve tekrar saraya davet edilmiştir.
Böylece, önemli bir bestekârla karşı karşıya olduğunu düşünen III. Selim, Yenikapı Mevlevihanesi Şeyhi Ali Nutki Dede’nin izni ile Derviş İsmail’e çilesini doldurmadan Dede unvanı verilmesini sağlamış ve saraya aldırmıştır. Hammâmî-zâde İsmail Dede Efendi, saraya alındıktan sonra yapmış olduğu dinî ve din dışı çeşitli formlarda yapmış olduğu besteler ve yetiştirdiği öğrenciler ile Osmanlı/Türk müziğinin en büyük bestecileri arasında yer almıştır.
Sultan III. Selim’in, müziğimize kazandırmış olduğu bir başka icracı da Basmacı Abdi Efendi’dir. Hanende olan Abdi Efendi, Kapalıçarşı’da yemeni basmacılarından birinde basmacı çırağı olarak on yıl kadar çalışmıştır. On sekiz yaşlarında iken kız kardeşi ile Merdivenköy’de bir akrabalarını ziyarete giderken yorulup bir kenara oturmuş ve bir gazel okumaya başlamıştır. Oradan geçmekte olan Sultan III. Selim, Abdi Efendi’nin sesini beğenmiş ve musahibi aracılığıyla kim olduğunu öğrendikten sonra ertesi gün kendisini saraya aldırmıştır .
Sultan III. Selim’in, şâir ve mûsikîşinas bir padişah olmakla beraber, Mevlevî muhibbi olduğunu, aşkına uyup zevkini kılavuz edinip vakitli vakitsiz Mevlevîhanelere gittiğini ve padişah gelince de mukabele yapıldığını belirtmektedir. Hatta, dönemin şeyhlerinin, bu durumdan rahatsızlık duyduğunu, cezbe geldiğinde semâ etmek yerine, Padişah geldiğinde semâ
edildiğini ve bu durumu gidermek için de İstanbul’da bulunan beş Mevlevîhane’de belirli günlerde mukabele yapılmasının kararlaştırıldığını belirtmektedir.
Sultan III. Selim’in, kendi terkibi olan Sûz-i Dilârâ makamında ve yine kendi bestesi olan Mevlevî Âyini, Mevlevîlik yönünün de bestekârlık yönünün de kuvvetli olduğunu göstermeye yeterlidir.