Bayrak, bir ulusun varlığını, bir devletin egemenliğini simgeleyen, askeri ya da benzeri bir kurumun renklerini, ayırt edici özelliklerini taşıyan, bir gönderin veya bir mızrağın ucuna dalgalanacak şekilde asılan sembol ya da işaret anlamına gelmektedir. Türk bayrağının tarihçesi incelendiğinde, bayrak sözcüğünün Türklerde çok eski dönemlerden beri kullanılmakta olduğu görülür. Bayrak sözcüğünün bilinen ilk halinin batırmak kökeninden gelen “Batrak” olduğu, Kaşgarlı Mahmud’un ünlü eseri Divânu Lügati’t-Türk’ten anlaşılmaktadır. Türk bayrağı hakkında bilgi veren bu ilk eserde batrak, “Ucuna bir ipek parçası takılan ve savaşlarda kullanılan mızrak” olarak tanımlanmaktadır.
Bayrağın Türklerdeki tarihsel süreci ve anlamı nedir?
Bayrağın Türklerdeki tarihsel süreci incelendiğinde, Orta Asya’da yaşayan Türklerin ilk dönemlerinden itibaren bayrak ve tuğ kullandıkları yapılan arkeolojik kazılarla kanıtlanmıştır.
Örneğin, Göktürkler döneminde at kılından (sonraki dönemlerde altından) yapılmış bir kurt başının alem olarak sancak direği tepesinde bulunduğu ve kurt başının altında ise dört köşe, dikdörtgen şeklinde ipekten bir bayrağın olduğu bilinmektedir. Orta Asya Türkleri tuğ ve bayrağın, bir bozdoğan ile birlikte gökten indiğine inanırlardı.
O dönemlerde yaşayan savaşçılar, diğer savaşçılardan ayırt edilebilmek için mızraklarının ucuna önceleri Türklerce kutsal sayılan“yak” denen Tibet öküzünün kılından, Tibet öküzünün soyunun giderek tükenmesi üzerine atkuyruğundan ya da ipekli kumaştan bir alamet, bir işaret takarlardı.
Her savaşçının kendine özgü bir işareti bulunur ve onunla tanınırlardı. Fakat zaman geçtikçe, savaşçılar kendilerinin ayırt edilmesini sağlayan işaretler yerine kabilelerinin ya da birliklerinin işaretlerini kullanmaya başladılar. Ve böylece bayrak kavramı doğmuş oldu. Bayrak sözcüğü önceleri, yalnızca savaşçıların savaşlarda taşıdığı mızrağı ifade ederken, zamanla devletin, ulusun ve ulusal varlığın timsali olmuştur.
Yine Divânu Lügati’t-Türk’ten alınan aşağıdaki şiirde, XI. yüzyılda Oğuz Türklerinin bayrak sözcüğünü kullandığı görülmektedir:
Ağdi kızıl bayrak
Tağdı kara toprak
Yetşü gelüp “uğrak”
Tokşip anın giçtimiz.
Şiirde kızıl bayrak, yükseldiği zaman kara toprağı havalandıran ve bütün bir savaşçı topluluğunu peşinden sürükleyen bir güç, bir alâmet olarak tanımlanmaktadır. Bu örnek, bayrak sözcüğünün günümüze kadar hiçbir değişikliğe uğramadan geldiğini göstermesi bakımından önem taşımaktadır
Türk Bayraklarındaki Renklerin Anlamları
Türk bayrağının tarihçesini incelenmeye devam ettiğimizde, Türklerde kadim çağlardan bu yana kırmızı rengin özel bir yeri ve önemi olduğu dikkatimizi çekmeye devam etmekte, kullanılan ilk bayrakların çoğunluğunun kızıl renkli olarak tasvir edildiği görülmektedir. Örneğin yine Manas Destanı’nda Kırgızların düşmana karşı kızıl bayrak altında birleştiklerinden söz edilmektedir. Yine şamanlık dönemlerinde ruhların onuruna dikilen ve “yalama” adı verilen bayraklar da kızıl renktedir. Ancak Türk bayrağı hakkında bilgi veren bu eserlerde, bayrağın şekli hakkında bilgi bulunmamaktadır.
İlk Türk bayraklarında kızıl rengin ağırlık taşımasının temel nedeni şaman inanışından gelen uygulamalardır. Fakat yine İslamiyet öncesi ve sonrası Türk bayraklarında kızıl/al dışında farklı renklerin de kullanıldığı bilinen bir gerçektir. Her rengin Türk kültüründen kaynaklanan farklı bir anlamı vardır:
Sarı: Dünyanın merkezini, Türk mitolojisini ve dünyevi zenginlikleri
Beyaz: Batıyı, temizliği, saflığı, olgunluğu, adaleti
Kızıl/Al: Güneyi
Yeşil: Doğuyu. İslamiyet’in kabulünden sonra aynı zamanda Müslümanlığı
Siyah: Kuzeyi, acıyı, hüznü, kötü talihi
Gök Mavisi (Turkuaz): Doğuyu, sonsuzluğu, türeyişi, emniyet-huzuru, ululuğu, aydınlık, dostluk ve sadakati temsil etmektedir.
Tüm bu renkler içinde siyah renk Türkler tarafından en sevilmeyen renklerden birisi olsa da, Abbasiler ile birlikte siyahın halifeliğin simgesi olarak benimsenmesi nedeniyle Selçuklu, Gazneliler ve Harzemşahların siyah renkte bayrak ve sancak kullandığı görülmektedir.
Büyük Hun İmparatorluğu bayrağı: Türkler, kadim dönemlerinden beri bayrağa büyük önem vermiştir. Arap ve Fars kültürü Türk bünyesine nüfuz edip, Türkçe kökenli birçok sözcük zamanla yerlerini Arapça ve Farsça sözcüklere bıraktığı halde, bayrak sözcüğü benliğinden hiç bir şey yitirmeden zamanımıza kadar gelmeyi başarmıştır.
Hun İmparatorluğu’nun çeşitli tuğ ve bayrakları mevcuttu. Bazı tarihçiler Attila’nın üzerinde başı taçlı, bir tuğrul kuşu resmi bulunan bayrağı olduğunu yazar. Yine Asya Hunları’nda hükümdarların altından yapılmış kurt başlı bayrakları bulunduğu bugün bilinen gerçekler arasındadır.
Aynı çağlarda hüküm süren Kırgızların kırmızı renkli bir bayrağı vardı. Diğer Türk halklarından İdil ve Tuna Bulgarları, at kuyruğundan yapılmış tuğlar kullanırdı. Ancak daha sonraları bunların yerini bayraklar aldı.
Firdevsi Şehname’sinde Türk-İran savaşlarından söz ederken, Saka Türklerinin hükümdarı Alp Er Tunga’nın bayrağının siyah renkli olduğundan ve bu bayrağın üstünde kurt, ejderha, kaplan, aslan gibi türlü şekiller bulunduğundan söz eder. Ancak bu bilginin doğruluğu tartışmalıdır. Bir kısım tarihçi, Firdevsi’nin kendi yaşadığı devrin bayraklarını, Saka Türklerinin bayraklarıymış gibi gösterdiğini iddia etmektedir.
Bayrak, bir ulusun varlığını, bir devletin egemenliğini simgeleyen, askeri ya da benzeri bir kurumun renklerini, ayırt edici özelliklerini taşıyan, bir gönderin veya bir mızrağın ucuna dalgalanacak şekilde asılan sembol ya da işaret anlamına gelmektedir. Türk bayrağının tarihçesi incelendiğinde, bayrak sözcüğünün Türklerde çok eski dönemlerden beri kullanılmakta olduğu görülür. Bayrak sözcüğünün bilinen ilk halinin batırmak kökeninden gelen “Batrak” olduğu, Kaşgarlı Mahmud’un ünlü eseri Divânu Lügati’t-Türk’ten anlaşılmaktadır. Türk bayrağı hakkında bilgi veren bu ilk eserde batrak, “Ucuna bir ipek parçası takılan ve savaşlarda kullanılan mızrak” olarak tanımlanmaktadır.
Bayrağın Türklerdeki tarihsel süreci ve anlamı nedir?
Bayrağın Türklerdeki tarihsel süreci incelendiğinde, Orta Asya’da yaşayan Türklerin ilk dönemlerinden itibaren bayrak ve tuğ kullandıkları yapılan arkeolojik kazılarla kanıtlanmıştır. Örneğin, Göktürkler döneminde at kılından (sonraki dönemlerde altından) yapılmış bir kurt başının alem olarak sancak direği tepesinde bulunduğu ve kurt başının altında ise dört köşe, dikdörtgen şeklinde ipekten bir bayrağın olduğu bilinmektedir. Orta Asya Türkleri tuğ ve bayrağın, bir bozdoğan ile birlikte gökten indiğine inanırlardı.
O dönemlerde yaşayan savaşçılar, diğer savaşçılardan ayırt edilebilmek için mızraklarının ucuna önceleri Türklerce kutsal sayılan“yak” denen Tibet öküzünün kılından, Tibet öküzünün soyunun giderek tükenmesi üzerine atkuyruğundan ya da ipekli kumaştan bir alamet, bir işaret takarlardı.
Her savaşçının kendine özgü bir işareti bulunur ve onunla tanınırlardı. Fakat zaman geçtikçe, savaşçılar kendilerinin ayırt edilmesini sağlayan işaretler yerine kabilelerinin ya da birliklerinin işaretlerini kullanmaya başladılar. Ve böylece bayrak kavramı doğmuş oldu. Bayrak sözcüğü önceleri, yalnızca savaşçıların savaşlarda taşıdığı mızrağı ifade ederken, zamanla devletin, ulusun ve ulusal varlığın timsali olmuştur.
Yine Divânu Lügati’t-Türk’ten alınan aşağıdaki şiirde, XI. yüzyılda Oğuz Türklerinin bayrak sözcüğünü kullandığı görülmektedir:
Ağdi kızıl bayrak
Tağdı kara toprak
Yetşü gelüp “uğrak”
Tokşip anın giçtimiz.
Şiirde kızıl bayrak, yükseldiği zaman kara toprağı havalandıran ve bütün bir savaşçı topluluğunu peşinden sürükleyen bir güç, bir alâmet olarak tanımlanmaktadır. Bu örnek, bayrak sözcüğünün günümüze kadar hiçbir değişikliğe uğramadan geldiğini göstermesi bakımından önem taşımaktadır