Osmanlı Dönemi Önemli Kişiler Kimlerdir? Alfabetik Sıralama

0
17456
Osmanlı Dönemi Önemli Kişiler Kimlerdir Kronolojik Sıralama Osmanlı İmparatorluğu Dönemi Önemli Şahıslar Kimdir Kronoloji Sıra
Osmanlı Dönemi Önemli Kişiler Kimlerdir Kronolojik Sıralama Osmanlı İmparatorluğu Dönemi Önemli Şahıslar Kimdir Kronoloji Sıra

Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Önemli Şahıslar Kimdir – Kronolojisi Sırası

http://www.forumgercek.com/turk-tarihinde-yer-alanlar/74887-osmanli-imparatorlugu-doneminde-onemli-kisiler-kronolojik-siralama.html

Abaza Paşa (Sultan Birinci Mustafa dönemi isyancılarından)

Abaza Paşa, asi Halep Valisi Canbolatoğlu’nun hazinedarı iken onun yenilgiye uğraması sırasında yakalanmış, ancak Yeniçeri Ağası Halil Ağa’nın aracılığı ile bağışlanmıştı. 1621 yılında Erzurum Beylerbeyi olan Abaza Paşa, Sultan İkinci Osman’ın öldürülmesi üzerine yeniçerileri padişah katili ilan etti. Etrafına topladığı sekbanlarla Erzurum’da yeniçerileri ortadan kaldırmaya çalıştı.

Yeniçeri Ocağı aleyhine İstanbul ve Anadolu’da ortaya çıkan hareket dolayısıyla askerler arasında büyük bir huzursuzluk başlamıştı. Abaza Paşa bir yandan sancaklara kendi adamlarını tayin ederken, diğer yandan da halktan vergi toplamaya başladı. Kısa zamanda çevresine 30.000 kişi toplamayı başaran Abaza Paşa, ele geçirdiği yeniçeri, topçu, cebeci ve acemi oğlanı gibi ocak mensuplarını öldürttü. Şebinkarahisar ve Sivas’ı ele geçirdi. Daha sonra da Ankara üzerine yürüdü ve şehri kuşattı.

Osmanlı kuvvetleri, Sultan Dördüncü Murad’ın tahta çıkmasından sonra Abaza Paşa’yı Kayseri yakınlarındaki Karasu mevkiinde mağlup etti. Abaza Paşa, bu yenilgiden sonra Erzurum’a dönerek kalesine sığındı. Abaza Paşa yeniçeri düşmanlığından vazgeçmiyordu. Sadrazam Hüsrev Paşa, 1628 yılında düzenlediği sefer sonunda Abaza Paşa’yı teslim aldı. Sultan Dördüncü Murad tarafından affedilen Abaza Paşa, Bosna valiliğine tayin edildi. Ancak tekrar isyan etmek gibi bir niyeti olduğu söylentileri padişah tarafından duyulunca 1634 yılının Ağustos ayında idam edildi.

Abdülmecid Efendi, Son Osmanlı Halifesi

Osmanlı Halifesi Abdülmecit Efendi Kimdir Yaşamı, Şahşiyeti, Dönemi, Yaptıkları, Önemli Olaylar ve Yaşamı Abdül mecid Efendi; Son Osmanlı veliahtı ve halifesidir
Osmanlı Halifesi Abdülmecit Efendi Kimdir Yaşamı, Şahşiyeti, Dönemi, Yaptıkları, Önemli Olaylar ve Yaşamı Abdül mecid Efendi; Son Osmanlı veliahtı ve halifesidir

Son Halife Abdülmecid Efendi 1868 yılında İstanbul’da doğdu. Sultan Abdülaziz’in ve Hayrandil Kadının oğlu Abdülmecid Efendi, Sultan Abdülhamid döneminde sarayda kapalı ve kontrol altında yaşadığı için güçlü bir öğrenim göremedi. Ancak resime meraklıydı ve oldukça başarılı tabloları vardı. Meşrutiyet döneminde bunlar sergilenirdi. Mehmet Vahidettin 1918’de tahta geçince, Abdülmecid veliaht ilan edildi. 1 Kasım 1922’de saltanat kaldırılınca da Abdülmecid, 18 Kasım 1922’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce Halife seçildi. Bu görev, Cumhuriyet’in ilkeleriyle bağdaşamayacağından, TBMM 3 Mart 1924’te Halifeliğin de kaldırılmasına ve Osmanlı hanedanının Türkiye sınırları dışına çıkarılmasına karar verdi. 1944 yılında Pariste ölen Abdülmecid Efendi’nin kemikleri 1954’te Medine’ye nakledilerek Haremi Şerif’e gömüldü.

Abdülhak Hamid Tarhan

19. Yüzyıl sonu ve 20. Yüzyıl başı edebiyatının en önemli isimlerinden biri olarak kabul edilen şair ve oyun yazarı. Türk edebiyatına Batı etkisini getirmiştir. Abdülhak Hamid Tarhan, 2 Ocak 1852 günü İstanbul’da doğdu.

Hekimbaşı Abdülhak Molla’nın (1876-1853) torunu, tanınmış tarihçi ve Tahran büyükelçisi Hayrullah Efendi’nin oğluydu. Bir yandan mahalle mektebine ve rüştiyeye giderken, bir yandan da Yanyalı Tahsin Hoca ile Edremitli Bahaeddin Efendi’den özel dersler aldı. 1862’de, 10 yaşındayken ağabeyi Nasuhi Bey ile birlikte Paris’te bulunan babasının yanına gitti ve bir süre orada okuduktan sonra 1864’te İstanbul’a döndü. Yaşının küçüklüğüne karşın Babıali Tercüme Odası’nda çalıştı. Bir yıl sonra, Tahran Büyükelçiliğine atanan babasıyla birlikte İran’a gitti. Orada Farsça öğrendi. Babasının ölümü üzerine İstanbul’a dönerek, 1867’de Maliye Mühimme Kalemi’ne girdi. Şura-yı Devlet ve Sadaret kalemlerinde çalıştı. 1871’de Fatma Hanım’la evlendi. 1876’da Paris Büyükelçiliği ikinci katipliğine getirildi. 1878’de Paris’te yayımlanan, Nesteren adlı oyununda halkın zalim bir hükümdara başkaldırmasını anlatmasından rahatsız olan II. Abdülhamid’in emriyle görevden alındı. 1881’de Gürcistan’da Poti, 1882’de Yunanistan’da Golos, 1883’te Bombay başkonsolosluğuna atandı. Bombay’dan gemiyle İstanbul’a dönerken uğradıkları Beyrut’ta eşi Fatma Hanım öldü (1885) ve orada gömüldü.

Osmanlılar Önemli Kişiler Kimlerdir Kronolojik Sıralama Osmanlı İmparatorluğu Dönemi Önemli Şahıslar Kimdir Kronoloji Sıra Nedir
Osmanlılar Önemli Kişiler Kimlerdir Kronolojik Sıralama Osmanlı İmparatorluğu Dönemi Önemli Şahıslar Kimdir Kronoloji Sıra Nedir

Abdülhak Hamid, bu beklenmedik ölümün sarsıntısıyla ünlü eseri Makber’i (1886, 1948) yazdı. İstanbul’a döndü. 1914’te Meclis-i Ayan üyeliğine getirildi. İstanbul’un İtilaf kuvvetlerince işgali üzerine Viyana’ya gitti (1920). Burada büyük maddi sıkıntı içinde yaşadı. Daha sonra Ankara Hükümeti’nce yurda dönmesi sağlandı. 1928’de İstanbul milletvekili olarak TBMM’ye girdi; bu görevi ölümüne değin sürdü.

Abdülhak Hamid şiir yazmaya 1870’lerde başladı. Bu dönemde Ebüzziya Tevfik, Recaizade Mahmud Ekrem, Namık Kemal gibi Tanzimat döneminin yeni edebiyatçıları arasında yer aldı. Gerek yabancı dil bilmesinin, gerekse yurtdışındaki görevlerinin sağladığı olanaklarla Batı edebiyatının Shakespeare, Corneille ve Racine gibi yazarlarını yakından tanıdı ve yapıtlarının etkisinde kaldı.

Dize ve uyak düzenlerinde değişiklikler yaptı, heceye önem verdi. Divan şiirindeki belirli konuların sınırını aşmaya çaba gösterdi. Tema olarak günlük yaşamı, doğa ve insan ilişkilerini de işledi. Lirik, epik ve felsefi şiirler yazdı. Tiyatro alanında Namık Kemal’in, daha sonra Batılı yazarların oyunlarını örnek aldı.

Abdülhak Hamid yaşadığı dönemde, Türk edebiyatının en büyük şairi sayıldı ve bu nedenle “Şair-i Azam” ya da “Dahi-i Azam” diye anıldı. 12 Nisan 1937’de İstanbul’da öldü.

Önemli Yapıtları; “Ölü” (1886), “Hacle” (1886), “Bir Sefilenin Hasbihali” (1886), “Bla’dan Bir Ses” (1911), “Validem” (1913), “İlham-ı Vatan” (1918), “Tayfalar Geçidi” (1919), “Ruhlar” (1922), “Garam”ı yazdı (1923). Oyunları, “İçli Kız” (1874), “Sabrü Sebat” (1875), “Duhtr-i” Hindu (1875), “Nazife” yahut “Feda-yı Hamiyet (1876, 1919), Tarık yahut Endülüs Fethi (1879 – 1970), Eşber (1880, 1945), Zeynep (1908), Macera-yı Aşk (1910), İlhan (1913), Tarhan (1916), Finten (1918, 1964). İbn Musa (1919,1928), Yadigar-ı Harb (1919), Hakan (1935).

Abdullah Bin Hüseyin

Bağımsız Ürdün’ün ilk Kralıdır. Mekke’de doğdu. Hicaz Emiri Hüseyin bin Ali’nin oğludur. İstanbul’da öğrenim gördü. 1908 Jön Türk hareketine katıldı. II. Meşrutiyet’in ilanından sonra kurulan Osmanlı Meclis-i Mebusanı’na Hicaz temsilcisi olarak girdi ve aynı anda Mekke şerifliğine atandı.

1920’de Şam’da toplanan Arap Ulusal Kongresi, Abdullah’ı Irak Kralı, kardeşi Faysal’ı da Suriye Kralı seçti. Emir Faysal, Suriye’de Fransız etkisini istemiyor ve bu yolla İngiltere’den teşvik görüyordu. Ama, aynı yıl Fransızların Şam’ı kuşatması, Arapların planlarını bozdu. Abdullah bin Hüseyin, Ürdün’ü ele geçirdi ve Suriye üzerine saldırma tehdidinde bulundu. Bunun üzerine İngiltere, Ürdün’de kendi mandası altında bir Arap hükümeti kurulmasına razı oldu. Kardeşi Faysal’a yardım etmekten vazgeçen Abdullah, Ürdün’ü içine alan bir Arap krallığı kurmak istiyordu. Bu amacını gerçekleştirmek için II. Dünya Savaşı’nda İngilizlerin yanında yer aldı. Ordusu 1941’de İngilizlerin Suriye ve Irak’ı ele geçirmesinde önemli rol oynadı. İngiltere, 1946’da Ürdün’e bağımsızlık verdi ve bir anayasa kabul edildi. Aynı yıl taç giyen Abdullah bin Hüseyin bağımsız Ürdün’ün ilk kralı oldu.

Birleşmiş Milletler 1947’de, ikiye ayrılan Filistin’e bir Yahudi devleti kurulması konusunda karar aldı. Abdullah, bu kararı onaylayan tek Arap önderi oldu. Ancak, 1948’de İsrail’e karşı yürütülen savaşta Ürdün ordusu, Batı Şeria’yı işgal ederek Kudüs’ü aldı. İki yıl sonra Abdullah, Batı Şeriya’yı Ürdün Krallığı’na kattığını ilan etti. Bu durum, Batı Şeria’da bağımsız bir Filistin Devleti kurulmasını isteyen öbür Arap ülkelerinde ve kendi ülkesinde geniş tepkilere yol açtı. İngiltere’ye karşı yürüttüğü uzlaşmacı politika da eleştirilere neden oluyordu. Filistinli bir milliyetçi tarafından Kudüs’te öldürüldü. Yerine büyük oğlu Tallal geçti.

Abdullah Cevdet Karlıdağ

Abdullah Cevdet 1869 yılında Arapkir’de doğdu. Arapkirli tabur imamı Hacı Ömer Efendi’nin oğludur. Elazığ Askeri Ortaokulu’ndan ve Kuleli Askeri Lisesinden mezun olduktan sonra, Askeri Tıbbiyeyi bitirdi (1888-1894). Okul sıralarında edebiyata merak saran Abdullah Cevdet, Abdülhak Hamid’in isteğine uyup, şiirlerini kitap haline getirdi. “Hiç” (1890), “Türbe-i Masumiyet” (1890), “Tulüat” (1891), “Masumiyet” (1896), ilk mensur eseri “Ramazan Bahçeleri” (1891) ve ilk düşünce eserleri “Dimağ” (1890), “Fizyolacya-i Tefekkür” (1892) hep bu dönemde yayımlandı. “Ömer Cevdet” adıyla yayımladığı bu ilk eserlerinde özellikle Namık Kemal, Recaizade Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamid ve Halit Ziya’nın etkileri sezilir. 1894’ten sonra İttihatçı gençlerin, özellikle İttihat ve Terakki kurucularından olan yakın arkadaşı İbrahim Temo’nun etkisiyle, siyasi sorunlara eğildi. İttihatçıların faaliyetlerine katıldı. Tehlikeli olmaya başladığı anlaşılınca, 1895’te tutuklanarak İstanbul’dan uzaklaştırılmak amacıyla, Trablusgarp Merkez Hastanesi’nin göz hekimliğine getirildi. Fakat Cemiyet adına çalışmalarına orada da devam etti. Fizan’a sürüleceğini anlayınca, önce Tunus’a kaçtı, oradan Fransa’ya geçti (1897). Daha sonra da Cenevre’ye yerleşerek, Tunalı Hilmi ve Mehmet Reşit’in orada kurdukları Osmanlı İtilaf Fırkasına katıldı. İshak Sukuti ile birlikte derneğin yayın organı olan Osmanlı Gazetesini çıkardı. Cenevre’de iken “Fünun ve Felsefe” (1897), “Kahriyat” gibi şiir kitaplarını yayımladı.

Weber’den “Asırların Panoraması”nı, Gustave Le Bon’dan “Asrımızın Hususu Felsefiyesi”ni ve Hayyam’ın “Rubaiyat”ını çevirdi. “Mevlana’nın Divanından Seçmeler”i yayımladı. Cumhuriyet devrinde de bu tür çalışmalarını sürdürdü. Özellikle Gustave Le Bon’un eserlerini dilimize aktardı; “Dün ve Yarın” (1921), “İlm-i Ruh-i İçtimai” (1924), “Ameli Ruhiyat” (1931). Abdullah Cevdet, II. Meşrutiyet’ten sonra gelişen batılılaşma akımının başlıca temsilcilerinden biriydi. Abdullah Cevdet 1932 yılında İstanbul’da öldü.

Abdullah Beyefendi Dürrizade

Abdullah Beyefendi 1867 yılında İstanbul’da doğdu. Atatürk ve Milli Mücadele’ye katılanlar için idam fetvası veren Osmanlı Şeyhülislamıdır. Rumeli Kazaskeri olan Vezir Dürrizade Mehmed Dürri Efendi’nin oğludur. Müderris olduktan sonra Fetva Dairesi Kalemi’nde katipliği’e atandı. 1897’de Haremeyn, 1900’de Anadolu payelerini aldı. 1910 – 1912 yılları arasında Anadolu kazaskerliğinde bulundu. 1912’de İttihatçılar tarafından görevden uzaklaştırıldı. 5 Nisan 1920’de kurulan 4. Damat Ferid Paşa kabinesinde Şeyhülislam oldu. Damat Ferid Paşa’ya, Milli Mücadele’ye katılan asker ve sivil yöneticileri vatan haini sayan, onların idamını isteyen ünlü fetvasını verdi. Ferid Paşa’nın 30 Temmuz 1920’de görevden ayrılmasıyla, Şeyhülislamlığı sona erdi. Milli Mücadele’nin başarıya ulaşması üzerine önce Rodos’a, daha sonra Hicaz’a gitti ve Şerif Hüseyin’in yanına sığındı. 1923’de orada öldü.

Osmanlı Dönemi Önemli Kişileri Kimdir Kronolojik Sıralama Osmanlı İmparatorluğu Dönemi Önemli Şahısları Kimdir Kronoloji Sırası
Osmanlı Dönemi Önemli Kişileri Kimdir Kronolojik Sıralama Osmanlı İmparatorluğu Dönemi Önemli Şahısları Kimdir Kronoloji Sırası

Abdurrahman Gazi

Abdurrahman Gazi, Osmanlı Devleti’nin ilk kuruluş yıllarında gösterdiği yararlılıklarla ün kazanmış bir komutandır.

Abdurrahman Alp diye de tanınan Abdurrahman Gazi, Ertuğrul Gazi döneminde şöhret buldu. Osman Gazi ve Orhan Gazi dönemlerinde çeşitli savaşlara katıldı ve Aydos kalesini fethetti.

Yakın arkadaşı Akçakoca ile birlikte Kocaeli ve Yalova’nın alınması sırasında büyük başarılar gösterdiler. Abdurrahman Gazi 1329 yılında vefat etti.

Abdurrahman Şeref

Hükümet adamı ve Son Osmanlı Saray tarihçisidir (vakanivüs). Ayan Meclisi Başkanlığı ve Maarif Nazırlığı görevlerinde bulundu. Bu arada sarayın vakanivüsü olarak çalıştı. Anadolu’ya geçerek Kurtuluş Savaşı’na katıldı ve TBMM’ye ikinci dönem milletvekili olarak girdi. 1925 yılında öldü.

Ahmed Hulusi Efendi

Amasya’ya göç eden Şirvanlı Şeyh Siraceddin İsmail Efendinin oğlu ve Sadrazam Şirvanızade Rüştü Paşanın kardeşidir. 1874’de İstanbul Kadısı oldu, Anadolu Kazaskerliği payesini aldı. Meclisi Tetkikatı Şer’iye Başkanı iken Afganistan’a gönderildi (1877). II. Abdülhamid’in namesini Afganistan emiri Şir Ali Hana hediyeler ile verdikten sonra İstanbul’a döndü. Ümit edilen sonucun elde edilemediği bu sefaret görevinden dönüşte İstanbul’a gelmedi, Diyarbakır Kadılığında bırakıldı. Daha sonra da Amasya’da oturmaya memur edildi.

Ahmed İzzet Paşa

Sadrazamlığı sırasında Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzalayan Ahmet İzzet Paşa, Ahmet Tevfik Paşa kabinesinde Dahiliye Nazırı olarak görev aldı. Mustafa Kemal ile Bilecik görüşmesini yaptı. Bilecik’ten Ankara’ya gelen Paşa, Mustafa Kemal’e, daha sonra kurulacak olan İstanbul Hükümetlerinde görev almayacağına dair söz vermesine rağmen sözünde durmadı. İki tarafı memnun etmeye çalıştığını sanan Paşa, halife taraftarlığını hayatının sonuna kadar korudu.

Ahmed Resmi Efendi

1700 yılında Girit’te doğan Ahmed Resmi Efendi, Osmanlı Devlet adamı ve tarihçisidir. İstanbul’daki Reisülküttablardan Tavukçubaşı’nın damadı Mustafa Efendi’nin yanında yetişti ve daha sonra onun damadı oldu.

Devlet hizmetine girerek bazı görevlerde bulunan Ahmed Resmi Efendi, Sadrazam Ragıb Mehmed Paşa tarafından, Sultan Üçüncü Mustafa’nın tahta geçişini bildirmek üzere Şıkk-ı sani defterdarlığı payesi ile elçi olarak Avusturya’ya gönderildi. Çeşitli elçiliklerde bulunmaya devam eden Ahmed Resmi Efendi cavuşbaşı, madbah, tersane emini, rüznamçeci oldu. Avrupa’yı yakından tanıyan Ahmed Resmi Efendi, 1771 yılında sadaret kethüdalığına getirildi.

Küçük Kaynarca Antlaşması görüşmelerine de katılan Ahmed Resmi Efendi, 31 Ağustos 1783 tarihinde vefat etti. Üsküdar’da Karacaahmed mezarlığına defnedildi.

Ahmed Rıza

Osmanlı siyaset adamı. Meşveret gazetesini çıkararak, Jön Türk hareketinde etkili bir rol oynamış, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önderleri arasında yer almıştır. Genç yaşta Batı kültürüyle tanıştı. Mekteb-i Sultani’yi (Galatasaray Lisesi) bitirdikten sonra, Hariciye Nezareti Tercüme Kaleminde bir süre katiplik yaptı. 1884’te tarım öğrenimi için Fransa’ya gitti. Çeşitli siyasal ve kültürel hareketleri izledi. Pozitivizme ilgi duymaya başladı. Bursa Mülki İdadisi müdürü, ardından Bursa Maarif Müdürü oldu. Nilüfer dergisinde şiirler yazdı. Pozitivistlerin yayın organı olan La Revue Occidentale’a İslamiyet ile ilgili yazılar yazdı. Osmanlı İmparatorluğu hakkında çıkan yazılara yanıt verdi. II. Abdülhamid’e eğitim sisteminde köklü değişimler öneren mektuplar yazdı. Doğu kültürünü, Batıdan alınacak bilim ve kültürle yoğurmayı ve halkın eğitim düzeyini yükseltmeyi öne çıkaran bir program yayımladı.

23 Eylül 1897’de Meşveret’i yeniden merkez yayın organı olarak yayımlamaya başladı ve Abdülhamid’in tahttan indirilmesi, Kanun-i Esasi’nin uygulanması gibi konulara giderek daha önem verdi. Jön Türk hareketinin dönüm noktalarında, ilkelerine bağlı tutumuyla, mücadeleci ve çetin bir kişilik gösteren Ahmed Rıza, bazı dönemlerdeki kopmalara karşın, hareketin sürekliliğini temsil eden toparlayıcı bir simge olmuştur. 1930 Şubat’ında İstanbul’da öldü.

Ahmed Vefik Paşa

Tanzimat döneminde kültür yaşamının ve özellikle Türk Tiyatrosunun gelişmesinde rolü büyüktür. Moliere’den, Zor Nikah ve Zoraki Tabip adıyla yaptığı uyarlamalar, Türk Tiyatrosunun ilk oyunları oldu. Bursa’da 36 localı bir tiyatro binası yaptırıp halka tiyatro sevgisi aşılamaya çalıştı.

Akçakoca
Osman Gazi’nin silah arkadaşlarından olan Akçakoca’nın, babası Abdülmelik bin Abdülfettah’dır. Ailesi muhtemelen Anadolu Selçukluları döneminde uç bölgelere yerleştirilmiş bir Türkmen boyuna mensuptur. Akçakoca’nın da Aşiret beyi olduğu ve Ertuğrul Gazi’ye bağlı bulunduğu sanılmaktadır. Osman Gazi tarafından, Orhan Gazi’nin emrinde Konuralp, Abdurrahman Gazi ve Köse Mihal gibi meşhur beylerle Sakarya ve İzmit yöresine akınlar yapmakla görevlendirildi. Bu bölgedeki bazı kaleleri ele geçiren Akçakoca, Sapanca gölünün batı tarafındaki bir hisarı kendine karargah yapmış ve İzmit yöresine akınlar düzenlemiştir.

1326 yılında Kandıra ve civarını zaptetti. Ayrıca Konuralp ve Abdurrahman Gazi ile birlikte Kartal civarındaki Aydos’u, ardından da Samandıra hisarını fethetti. Samandıra bölgesi kendisine mülk olarak verildi.

Birkaç yıl daha İzmit-Üsküdar arasındaki yerlere akınlarda bulunan Akçakoca, İzmit’in fethinden önce, 1328 yılında Kandıra yakınlarındaki bir tepede öldü ve buraya gömüldü. Ölümünden sonra, adamları Karamürsel’in etrafında toplandı. Uç beyliği yaptığı bölge ise önemi dolayısıyla Şehzade Murad’a (Sultan Murad Hüdavendigar) verildi.

Fetihlerde bulunduğu İzmit ve çevresine, sonradan Koca-ili denildi. Ayrıca bugün Bolu iline bağlı Akçakoca ilçesi de onun adını taşır. Hacı İlyas adında bir oğlu vardır. Torunu Fazlullah da önce kadı, sonra vezir olarak Osmanlı Devleti’nde önemli görevlerde bulundu.

Osmanlılar Önemli Kişiler Kimlerdir Kronolojik Sıralama Osmanlı İmparatorluğu Dönemi Önemli Şahıslar Kimdir Kronoloji Sıra
Osmanlılar Önemli Kişiler Kimlerdir Kronolojik Sıralama Osmanlı İmparatorluğu Dönemi Önemli Şahıslar Kimdir Kronoloji Sıra

Akşemseddin
Fatih Sultan Mehmed’in hocası, ünlü İslam büyüğü Akşemseddin, 1390 yılında Göynük’te doğdu. Küçük yaşlardan itibaren ilme ve sanata karşı ilgi duydu. Medrese tahsilini tamamladıktan sonra seçkin alimler arasında yerini aldı. Üstün zekası ve anlayışı, yılmak bilmeyen çalışma gücüyle kendini kitaplara adamış, başta İslami ilimler olmak üzere tıp, astronomi, biyoloji ve matematikte zamanın ünlülerinden olmuştur. Uzun yıllar Osmanlı medreselerinde çalışarak yüzlerce öğrenci yetiştirmiş, tıp alanında önemli çalışmalar yapmıştır.

Akşemseddin’in asıl ünü, büyük veli Hacı Bayram ile tanışmasından sonra başlamıştır. İlmi konulardaki önemli başarılardan sonra tasavvuf konusunda da ağırlığını göstermiş, daha sonra da Sultan İkinci Murad’ın emir ve isteğiyle Fatih Sultan Mehmed’in hocalığına tayin edilmişti. İstanbul’un fethi sırasında büyük yararlılıklar göstermiş, genç sultanı teşvik ederek zaferin kazanılmasında önemli katkılarda bulunmuştur. Fethin en önemli günlerinde Ebu Eyyub’el Ensari’nin kabrini bularak ordunun maneviyatını yükseltmişti. Dünya malına önem vermeyen ve Fatih Sultan Mehmed’in büyük saygı ve sevgisini kazanan Akşemseddin, doğum yeri olan Göynük’te 1498 yılında vefat etti.
Alaüddin Keykubad III.
Sultan Üçüncü Alaüddin Keykubad, Anadolu Selçukluları’nın 17.nci, yani son hükümdarı yada sonunculardan birisidir. Sultanlığı devrinde, Anadolu o kadar karışıktır ki, Üçüncü Alaüddin Keykubad’ın ve ondan sonra gelen İkinci Gıyaseddin Mes’ud’un Selçuklu hükümdarı sayılıp sayılamayacakları bile meçhuldür.

Üçüncü Alaüddin Keykubad’ın ölümü hakkında iki rivayet vardır. Birinci rivayete göre, Gazan Han’ın emriyle tahttan indirilen babasının yerine tahta geçtikten sonra, isyan başlatmak suçuyla, yine Gazan Han tarafından İsfahan’da idam edildi. Diğer rivayete göre ise, Bizans İmparatorluğu’na kaçan Üçüncü Alaüddin Keykubad, İmparator Mihal tarafından hapsedilerek orada öldü. Osmanlı Devleti’nin kuruluş tarihi olan 1299, Sultan Üçüncü Alaüddin Keykubad’ın hükümdarlık dönemine rastlar.
Alemgir Şah
Timur soyundan Hindistan’ da hüküm süren ve Babür Şah tarafından kurulmuş olan büyük Türk-Moğol İmparatorluğu Hükümdarlarındandır. Asıl adı Evrenkzip’ tir. Babası Şahıcihan annesi de Mümtaz Mahal lakabıyla meşhur Ercüment Banudur. Şahıcihan’ ın bu değerli zevcesi için yaptırdığı Tacmahal adlı muhteşem türbe Ağra şehrindeki Türk Medeniyetinin değerli bir eseridir.

Alemgir Şah Padişah olmadan önce valiliklerde bulunmuştu. 1658′ de tahta çıkmış ve ölümüne kadar yaklaşık elli seneye yakın saltanatta bulunmuştur. Gölkende, Bicabur, Değen vilayetlerini alarak Adil Şah ve Kutup Şah devletlerini ortadan kaldırmıştır. Bilgili bir hükümdar olan Alemgir Şah, ilmi alimleri korumuştur. Onun ölümünden sonra Hindistan Türk- Moğol İmparatorluğu zayıflamaya başlamıştır.

Alexander II.
(Rus Çarı)

Rus Çarı İkinci Alexander Nikolayeviç, Kırım Savaşı’ndan sonra intihar eden babası Çar Birinci Nicolay’ın yerine tahta çıktı. Paris Antlaşması’ndan sonra, ülkesinde geniş reform hareketlerine girişti. İlkokulları laikleştirdi, hukuki ve askeri reformlar yaptı. Rusların geleneksel saldırganlığı, Çar İkinci Alexander’ı da etkiledi. 1876-77 yıllarında gerçekleşen Osmanlı-Rus savaşlarından sonra, Rusya’da ihtilalci hareketler görüldü. 13 Mart 1881 yılında, özgürlük hareketi adlı devrimci bir topluluk, Çar İkinci Alexander’e karşı bir suikast düzenleyerek onu bir bomba ile öldürdü.
Ali Kuşçu
Ali Kuşçu Semrekant’ta doğdu. Babası Mehmed Bey, Türkistan ve Maveraünnehir Emiri Uluğ Bey’in doğancıbaşısıdır. Timurlenk’in torunlarından olan Uluğ Bey, aynı zamanda büyük bir astronomi alimiydi. Babası Mehmed Bey’in görevinden dolayı “Kuşçu” lakabı ile tanınan Ali Kuşçu da büyük bir matematikçi ve astronomdu. Uluğ Bey’in Semerkant’ta yaptırdığı rasathaneyi bir süre idare ettikten sonra, Tebriz’de Akkoyunlular Hükümdarı Uzun Hasan’ın hizmetine girdi. Fatih Sultan Mehmed’e elçi olarak gönderilen Ali Kuşçu, onun sevgi ve saygısını kazandı. Müderrislik vazifesi ile İstanbul’a yerleşerek öğretmenlik yaptı. Risalatı Halli Eşgali Kamer, Risalet-ül-Fethiye, Risalet-ül Muhammediye ve Şerhi Tecrit gibi eserler de yazan Ali Kuşçu, 1474 yılında vefat etti.

Ali Paşa
(Mehmet Emin)
Mehmed Emin Ali Paşa, 1814’de İstanbul’da Mercan’da doğdu. Babası Ali Rıza Efendi, Mısır Çarşısı aktarlarındandı. 1830 yılında bir aile dostunun aracılığıyla Divan-ı Hümayun kalemine girdi ve buradaki adete uygun olarak kendisine, boyunun kısalığından veya güzel tavrı ve kabiliyetinden dolayı Ali mahlası verildi.

1833’de Tercüme Odası’na girdi. 1835’te Avusturya İmparatoru Birinci Ferdinand’ın tahta çıkışını tebrik için Viyana’ya gönderilen heyette, ikinci başkatip olarak bulundu. 1837’de Petersburg’a gönderilen Mehmet Emin Ali Paşa, dönüşünde Divan-ı Hümayun tercümanlığına tayin edildi. 1838’de Londra elçisi, Reşid Paşa’nın Paris’e geçişinden sonra da maslahatgüzarı oldu. Reşid Paşa’nın takdir ve himayesini kazanan Mehmed Emin Ali Paşa, kısa zamanda yükseldi. Devletin çeşitli kademelerinde görevler aldı. Kırım Savaşı sonunda Paris’te toplanan konferansta Osmanlı Devleti’ni temsil etti ve 30 Mart 1856 tarihli Paris Barış Antlaşması’nı imzaladı. Islahat Fermanı ve Paris Antlaşması’ndan dolayı Reşid Paşa’nın ağır eleştirilerine maruz kaldı.

Birçok kez Hariciye Nazırlığı ve Sadrazamlık görevlerinde bulunan Mehmed Emin Ali Paşa, 7 Eylül 1871’de öldü ve Süleymaniye Camiine defnedildi. Değeri öldükten sonra anlaşılan ve yokluğu hissedilen bir devlet adamı idi.

Ali Rıfat Çağatay
Geleneksel Türk müziğini, Batılı yorum ve yazım teknikleriyle yenilemeye çalışmış besteci, yorumcu ve eğitimci. 1867 yılında İstanbul’da doğdu. Özel eğitim gördü. Ud, viyolensel ve kemençe çalmayı öğrendi. Genç yaşta ud virtiözü olarak ünlendi. Önce Şark Musiki Cemiyeti’ni, sonra da Türk Musikisi Ocağı’nı kurup yöneterek, sayısız öğrenci yetiştirdi. Geleceğin Türk müziğini, Türk makamlarıyla Batılı yazım tekniklerinin birleşimi olarak tanımladı ve bu tanıma uygun besteler yaptı. “İstiklal Marşı” 1924-30 arasında onun bestesiyle okundu. “Zülfün görenlerin hep bahtı siyah olurmuş” (nihavent beste), “Verdim ateş dillere suzidil-i âvâreden” (suzidil beste), “Gördüm yine bir âfet-i nadide-edayı” (nihavent ağırsemai), “Sarahaten acaba söylesem darılmaz mı” (nihavent fantezi), “Edalı bir yosma kararım aldı” (hüseyni şarkı),”Meyledip bir gülzare” (nişaburek şarkı) ve “Meclis-i vaslında giryan olduğum mazur tut” (yegâh şarkı) en ünlü yapıtlarındandır. 3 Mart 1935’de İstanbul’da öldü.

Ali Rıza Bey
I. Dünya Savaşı’ndan sonra Ayan Meclisi başkanlığına seçildi. Amerikan Mandacılığını destekleyen görüşleri benimsedi. Kurtuluş Savaşı sırasında Avrupa’da bulunan Ali Rıza Bey, savaşın kazanılmasından sonra yurda döndü.
Ali Rıza Efendi
Ali Rıza Efendi 1841 yılında Selanik’te doğdu. Söke’den Selanik’e yerleşmiş Türkmenlerden “Kırmızı Hafız” lakaplı Ahmet Efendinin oğludur. İlkokulu Abdi Hafız Mahalle Mektebinde okudu. Selanik’te Evkaf İdaresinde katiplik, sonrada Gümrük Muhafaza Teşkilatında memurluk yaptı. Memurluğu sırasında, Hacı Sofi ailesinden Feyzullah Ağa’nın kızı Zübeyde Hanımla evlendi.

1876 yılında da Selanik Asakir-i Milliye taburunda subay olarak görev alan Ali Rıza Efendi, daha sonra da kereste ticareti yapmaya başladı. Zübeyde Hanım’dan beş çocuğu oldu. Çocuklarından Naciye, Ömer ve Fatma fazla yaşamadı. Sadece Mustafa ve Makbule hayatlarına devam edebildi. Ali Rıza Efendi, 1888 yılında, tek oğlu Mustafa Kemal ilkokulda okuduğu sırada, rahatsızlandı ve öldü.

Ali Rıza Paşa
Osmanlı Sadrazamı. 1886 yılında Harbiye’yi bitirdi. 1898’de Erkânı Harbiyei Umumiye Dairesi başkanlığı, Üsküp ve Manastır valiliği ve komutanlığı yaptı. 1908’de Harbiye Nazırlığına ve Âyân Meclisi üyeliğine getirildi. Hüseyin Hilmi Paşanın sadaretinde Harbiye Nazırı, Balkan Savaşı’nda Garp Ordusu Başkomutanı oldu. VI. Mehmet tarafından Sadrazamlığa getirildi (2 Ekim 1919). Anadolu’da gelişen Kuva-yı Milliye’cilerle anlaşmanın kaçınılmaz olduğunu görerek , Heyeti Temsiliye ile ilişki kurdu ve Salih Paşayı, Mustafa Kemal ile görüşmek için, Amasya’ya göndererek anlaşma yollarını aradı. Kuracağı kabinede Heyeti Temsiliye’nin isteklerini dikkate alacağına söz verdi. Fakat Kuva-yı Milliye’nin yönetim gücünü eline geçirmeye ve Heyeti Temsiliye’yi kaldırma çabalarına girişti. Müttefik Devletlerin baskısı karşısında istifa etmek zorunda kaldı (1920). Son Osmanlı kabinesinde Nafıa ve Dahiliye Nazırıydı (1922).
Arap Lawrence
Thomas Edward Lawrence, İngiliz arkeolog, asker ve yazardır. Bu yönlerinden çok Ortadoğu’da oynadığı siyasi rol ile Arap Lawrence olarak ün kazanmıştır. 1914-1918 yılları arasında Fransa’da ve Ortadoğu’da arkeolojik araştırmalar yapmış, Birinci Dünya Savaşı çıkınca, İngilizler tarafından, Arapları Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklandırmakla görevlendirilmiştir. Araplardan kurduğu düzensiz çetelerin başında, Osmanlı birliklerine karşı çarpışmış, Arapların Osmanlı yönetiminden çıkmalarında belirleyici bir rol oynamıştır.

Arapların, Birinci Dünya Savaşı’ndaki mücadelesini anlattığı “The seven pillars of Wisdom – Bilgeliğin Yedi Temel Direği” ve “Revolt in the desert – Çölde Ayaklanma” adlı eserleriyle ününe ün katan Lawrence, 1935 yılında geçirdiği bir trafik kazasında ölmüştür.

Arapzade Arif Efendi
Osmanlı Şeyhülislamlarından olan Arapzade Mehmed Arif Efendi, 1740 yılında doğdu. Medrese tahsilini tamamladıktan sonra, kısa zamanda mahreç ve bilad-ı erbaa derecelerini geçen Arapzade Mehmed Arif Efendi, 1785’te Yenişehr-i Fener kadılığına atandı. Bir süre sonra Mekke kadısı, 1789’da ise İstanbul kadısı oldu. 1795’te Anadolu, 1800’de Rumeli kazaskerliğine tayin edildi.

Baba Zünnun
Baba Zünnun, Kanuni Sultan Süleyman döneminde Bozok’ta yaşayan alevilerdendi. Arazisini tespit ve vergilendirme konusunda kendisine haksızlık edildiği gerekçesiyle ayaklandı. 1526 yılının Ağustos ayında çevresine topladığı kuvvetlerle, Bozok sancakbeyi Mustafa Beyin konağını basan Baba Zünnun, Bozok kadısı Muslihiddin Efendi’yi öldürttü. Üzerine yollanan Karaman, Kayseri ve İçel beylerinden oluşan kuvvetleri, Kayseri’deki Kurşunlu Boğazı’nda yendi. İsyan, İçel ve Tokat arasındaki alana yayıldı. Malatya beyini de yenen Baba Zünnun, 26 Eylül 1516’da Adana Beyi Piri Bey komutasındaki birliklere Höyüklü’de yenildi ve öldürüldü.

Baki

Asıl adı Mahmut Abdülbaki olan divan şairi Baki, 1526 yılında İstanbul’da doğdu. Babası Fatih Camii müezzinlerindendi. Çocukluğunda saraç çıraklığına devam ettiyse de okumak istediği için medreselere devam etmiş, eğitimini tamamladığında Müderris olmuştu. Kanuni Sultan Süleyman zamanında zekasıyla fark edilmiş ve saraya girmiştir. Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümünden sonra da, İkinci Selim ve Sultan Üçüncü Murat zamanlarında, Mekke ve İstanbul kadılığı görevlerini yürütmüştür.

Kazaskerlik de yapan Baki, Sultan Üçüncü Murad zamanında sürgüne gönderildiyse de bir süre sonra affedilerek yine İstanbul’da önemli makamlara getirilmiştir. Mevahibi Ledünniye, Fezaili Cihat gibi eserler vermiş ayrıca tercümeler yapmıştır.

Baki’nin gazellerinden; “Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş.” sözü dilimize yerleşmiştir.

Bala Hatun
Osman Gazi’nin hanımı, Aladdin Paşanın annesi, Şeyh Edebali’nin kızıdır. Bazı kaynaklarda adı Rabia Hatun olarak da geçer.

Balı Paşa
Balı Paşa, 16. Yüzyıl başlarında yaşamış Türk kahramanlarındandır. Macaristan Savaşlarında Kanuni Sultan Süleyman ile birlikte savaşmış ve pek çok yararlılık göstermiştir. Belgrad’ın fethinden sonra oraya muhafız olmuştur. Daha sonra Budin valisi olan Balı Paşa, 1543 yılında Budin’de ölmüştür.

Baltacı Mehmed Paşa
Baltacı Mehmed Paşa, Osmancık’ta doğdu. Genç yaşta ilim merakı ile Trablus, Tunus ve Cezayir’e kadar gitti. Daha sonra İstanbul’a döndü ve akrabalarından Hacı Sefer Ağa vasıtası ile saraya girdi. Burada önce baltacı oldu. Güzel sesli olduğundan musikiye heveslendi ve müezzin olup “Mehmed Halife” namını kazandı. Katipliğe heveslenen Baltacı Mehmed Paşa, yazıcılığa ve 1703 Aralık ayında mirahurluğa tayin edildi.

1704 yılının Kasım ayında kaptan-ı derya, 21 Aralık 1704’te de sadrazam oldu. 3 Mayıs 1706’ta azledilip Sakız’a sürüldü. Daha sonra Erzurum valiliğine ve Sakız muhafızlığına getirildi. Düzenbaz bir kişiliği olduğundan dolayı, gittiği yerlere kısa sürede hile ve aldatmaca da geliyordu. 1709 yılının Ocak ayında Halep valiliğine atanan Baltacı Mehmed Paşa, 18 Ağustos 1710’da tekrar sadrazam oldu.

Serdar-ı Ekrem olarak Rus seferine çıktı. Prut Savaşı sırasında, Deli Petro’nun etrafını sarmışken, Çariçe Birinci Katarina’nın araya girmesi üzerine barışı kabul etti. Dönüşte azledilerek (Kasım 1711) önce Midilli’ye, daha sonra ise Limni adasına sürüldü. 1712 yılında Limni adasında vefat ettiğinde 50 yaşındaydı.

Barbaros Hayreddin Paşa
Barbaros Hayreddin Paşa, 1478 yılı civarlarında Midilli’de doğdu. Aslen Vardar yenicesinden olan babası Yakup Ağa, bir Osmanlı sipahisiydi ve 1461 yılında Midilli’nin fethi sırasında Fatih Sultan Mehmed ile birlikteydi. Asıl adı Hızır olduğu halde Barbaros ve Hayreddin lakaplarıyla tanınır. Batılılar havuç rengine çalan kırmızı sakalından dolayı, ağabeyi Oruç’a verdikleri “Barbarossa” adını daha sonra Hızır içinde kullandıklarından Barbaros diye tanınmış, Hayreddin lakabını ise kendisine Yavuz Sultan Selim takmıştır.

Barbaros Hayreddin Paşa, kardeşleri İlyas ve Oruç ile beraber birçok deniz savaşında bulundu. Diğer kardeşi İshak ise Midilli’de kaldı. Barbaros Hayreddin Paşa, Cezayir seferine Oruç Reis ile birlikte çıktı. Cezayir’in fethedilmesinden sonra Oruç Reis, Cezayir’e Bey oldu. Barbaros Hayreedin Paşa, İshak ve Oruç Reis’ler şehit olunca Cezayir Beyliği’ne atandı. Beylerbeyi ünvanını alan Barbaros Hayreddin Paşa, İstanbul’a gelip 1534 yılında Kaptan-ı Derya oldu.

Bir çok zafer kazanan Barbaros, Avrupa’da nam saldı. Avrupalılar çocuklarını Barbaros geliyor diye korkutur hale geldiler. 5 Temmuz 1546 tarihinde vefat eden Barbaros Hayreddin Paşa, sağlığında Beşiktaş’ta yaptırdığı medresenin yanındaki türbesine defnedildi. Onun ölümü için “Mate reisü’l-bahr-Denizin reisi öldü” denildi. Barbaros Hayreddin Paşa zamanında Osmanlı denizciliği gücünün zirvesine ulaşmış, onun mektebinde yetişen değerli denizciler ve teşkilatlı tersane sayesinde bu güç varlığını bir süre daha devam ettirmiştir.

Barbaros Hayreddin Paşa, alim ve cesur bir komutandı. İri yapılı ve kumral tenliydi. Saçı, sakalı, kaşları ve kirpikleri çok gürdü. Ömrü denizlerde geçtiğinden Rumca, Arapça, İspanyolca, İtalyanca ve Fransızca gibi Akdeniz dillerini çok iyi bilirdi. Çinili Hamam kendisine aittir. Oğulları Mehmed Paşa, Hasan Paşa ve Vali Paşa’dır.

Baron De Tott
François Baron de Tott, Türkiye’ye iltica eden, daha sonra Bercsenyi hafif süvari tümeniyle Fransa’ya giden ve orada baronluğa yükseltilen bir Macar asilzadesinin oğludur. 17 Ağustos 1733’te Fransa’nın Chamigny köyünde doğdu. Genç yaşta babasının bulunduğu tümene katılarak, 1754’te teğmen oldu.

Baron de Tott, Fransa hükümeti tarafından, Osmanlı Devleti nezdine elçi tayin edilen eniştesi Vergennes’in sekreteri sıfatıyla, 1755’te İstanbul’a geldi. Asıl görevi Türkçe öğrenmek, Osmanlı İmparatorluğu’nun durumunu incelemek ve özellikle Kırım ile ilgili bilgi toplamaktı. 1763’te Paris’e döndü. 1766’da Fransa hükümeti tarafından İsviçre’ye gönderildi. 1767 yılında ise Kırım hakkında incelemelerde bulunmak ve Tatarları Ruslara karşı kışkırtmak amacı ile Kırım konsolosu tayin edildi.

1768 yılında çıkan Osmanlı-Rus Savaşı’nda önemli rol oynadı. Bir süre sonra Kırımdan ayrılarak İstanbul’a gelen Baron de Tott, Osmanlı hükümeti tarafından, Çanakkale’yi zorlayan Rus donanmasına karşı Boğazı korumakla görevlendirildi. Humbaracı Ahmed Paşa’nın izinde yürüyerek Osmanlı ordusunda bazı yenilikler gerçekleştirmeye çalıştı. Yeni toplar döktürdü. Sürat topçuları ocağını kurdurdu. Boğazda kaleler inşa ettirdi ve Haliç’te bir Hendesehane açtırdı.

İskenderiye, Halep, İzmir, Selanik ve Tunus başta olmak üzere bütün Akdeniz sahillerini dolaştı ve Süveyş kanalının açılması konusunda incelemelerde bulundu. Hatıralarını 4 ciltlik bir kitapta toplayan Baron de Tott, Fransız İhtilalinden sonra gittiği İsviçre’den Macaristan’a döndü ve 24 Eylül 1793’te burada öldü.

Bathary
(Erdel Beyi)
(1533 – 1586) Erdel (Transilvanya) prensi olup Sultan Üçüncü Murad zamanında Osmanlıların himayesiyle Lehistan Kralı olmuştur. Eski bir macar ailesine mensuptur. Bathary Avusturya’ ya karşı zaferler kazanmış ve Vilna Darülfünununu kurmuştur. Mert, doğru ve çalışkan birisi olarak tanınmıştır. Kardeşi “Kristof Bathary” Erdel prensliğinde ona halef olmuş ve Osmanlılarla etmiştir.

Bellini

Gentile Bellini, 1429 yılında İtalya’da doğdu. Kardeşi Giovanni Bellini’den ve ressam olan babasından resim yapmayı öğrendi. 1479 yılında Fatih Sultan Mehmed’in portresini yapmak için İstanbul’a davet edildi. Babasının etkisinde kalarak tablolar yaptı.

Başlıca özelliği kesin ve belirli çizgiler olan sanatçının önemli resimleri “Fatih Sultan Mehmed portresi”, “San Marco Alanında duruşma”, “San Lorenza Köprüsünde Mucize” ve “Pietro de Ludovici’nin iyileşmesi” adlı tablolarında Venedik’in o zamanki görünümlerini vermiştir. Ölümüyle yarım kalan son tablosu “San Marco’nun İskenderiye’de Dua Edişi”, kardeşi Giovanni tarafından tamamlanmıştır.

Börklüce Mustafa
Simavna Kadısı Şeyh Bedrettin’in askeri işlerinden sorumluydu. Sultan İkinci Murad döneminde, Şeyh Bedrettin’le birlikte ayaklanan Börklüce Mustafa, Bayezid Paşa tarafından öldürüldü.

Canbirdi Gazali

Canbirdi Gazali çerkez asıllıdır. 1516 yılında, Yavuz Sultan Selim’in padişahlığı döneminde Şam valisi oldu. Yavuz Sultan Selim’im ölümüne kadar Şam vilayetinde asi aşiretlerin isyanı ile uğraşan ve hac yollarının emniyetini sağlamaya çalışan Canbirdi Gazali’nin tutumu, 1520 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın tahta çıkmasıyla değişti. Amacı, Şam ve civarını ele geçirmek, ardından da hakimiyetini Mısır’a kadar uzatıp Memlük Sultanlığını yeniden canlandırmaktı. Etrafına Osmanlı idaresinden memnun olmayan Memlük beylerini ve Arapları toplayarak büyük bir ordu kurdu. Şam’daki Osmanlı kuvvetlerini yenilgiye uğrattıktan sonra Şam’da tam bir hakimiyet kurdu. Beyrut, Trablusşam gibi kıyı şeridindeki yerleri ele geçirdi. Halep’i kuşattı. Osmanlı kuvvetlerinin baskısı sonucu kuşatmayı kaldırdı ve Şam’a çekildi. Canbirdi Gazali 1521 yılında, Ferhad Paşa ve Şehsuvaroğlu Ali Bey tarafından yakalanarak idam edildi.
Celal Bayar
Parlamenter, devlet adamı, Türkiye Cumhuriyeti’nin 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, 1883 yılında Bursa-Gemlik’te doğdu. İlk ve orta öğrenimini babası Abdullah Fehmi Efendi’nin yanında yapan Bayar, Gemlik mahkeme ve reji kalemine memur olarak girdi. Daha sonra Ziraat Bankası’nda çalışmaya başladı. Bu arada Harir Darutariri okuluna devam etti. İttihat Terakki Cemiyeti’nin kurduğu gönüllüler taburuna yazıldı. Zamanla bu partinin sayılı üyeleri arasına girdi. İzmir’de kurulan cemiyetin genel sekreterliğini yürüten Bayar, Kız Lisesi’nin ve Şimendifer Okulunun açılmasına ön ayak oldu. I. Dünya Savaşı’ndan sonra İzmir’de kurulan Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin de faal üyeleri arasına katıldı. 1920 tarihinde Bursa milletvekili olarak Büyük Millet Meclisi’ne katılan Bayar, aynı tarihte İktisat Bakanlığı’na vekalet etti.

Çerkez Ethem’in isyanı sırasında, Ethem’i ikna etmek için gönderilen heyete başkanlık etti. 1921’de İktisat Başkanlığı’na getirildi. Lozan Konferansı’na müşavir üye olarak katıldı. 1924’te Türkiye İş Bankası’nı kurma görevini üstlendi. 1937’de İsmet İnönü’nün başbakanlıktan ayrılması üzerine, Atatürk tarafından Türkiye Cumhuriyeti’nin 14. Başbakanı olarak tayin edildi ve ilk kabinesini kurdu. Atatürk’ün ölümünden sonra, Cumhurbaşkanlığı’na seçilen İsmet İnönü tarafından da başbakan olarak tayin edildi. Daha sonra İnönü ile anlaşamadığından, yerini 3 Mayıs 1939’da Doktor Refik Saydam’a bıraktı.

CHP’de arkadaşları ile 1945’de Dörtlü Takrir’i verinceye kadar görev aldı ve bu tarihte Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan ile birlikte Demokrat Parti’yi kurdu. 14 Mayıs 1950 genel seçimlerinde genel başkanı bulunduğu Demokrat Partinin iktidarı büyük çoğunlukla kazanması ile 22 Mayıs 1950’de toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi Bayar’ı Cumhurbaşkanlığına seçti. 1954-1957 genel seçimlerinden sonra da Meclis tarafından Cumhurbaşkanlığına seçilen Celal Bayar, 10 yıllık Cumhurbaşkanlığı döneminde Adnan Menderes’i başbakan olarak tayin etmiştir. Bayar, 27 Mayıs 1960’da Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yönetime el koymaları ile tutuklanarak Yassıada’ya götürüldü. 16 ay süren soruşturma ve yargılamadan sonra, Yassıada Yüksek Adalet Divanı tarafından, 15 Demokrat Parti, ileri geleni ile birlikte idama mahkum edilmiştir. Milli Birlik Komitesi, idamlardan üçünü (Menderes, Zorlu, Polatkan) onaylarken, başta Celal Bayar olmak üzere, 12 Demokrat Parti ileri geleninin idam hükmünü müebbet hapse çevirmiştir. Yassıada’dan Kayseri cezaevine götürülen Bayar, orada rahatsızlanmış, evinde tedavi edilmek üzere serbest bırakılmıştır (7 Kasım 1964).

Cem Sultan
3 Mayıs 1481’de Fatih Sultan Mehmed’in ölümü üzerine Amasya’da bulunan Şehzade Bayezid ve Konya’da bulunan Cem Sultan’a sadrazam Karamani Mehmed Paşa tarafından ulaklar gönderildi. Ancak Cem Sultan’a gönderilen haberci, yolda Anadolu Beylerbeyi Sinan Paşa tarafından yakalandı.

Cem Sultan, babasının vefatını dört gün sonra öğrenebildi. Bu olayların yaşanması üzerine yeniçeriler ayaklanıp Karamani Mehmed Paşa’yı öldürdüler (4 Mayıs 1481). Şehzade Bayezid’in, İstanbul’da bulunan oğlu Korkut’u saltanat naibi ilan ederek onu tahta çıkardılar.

Şehzade Bayezid, 21 Mayıs 1481 günü İstanbul’a varır varmaz devlet idaresini eline aldı. Cem Sultan ise 4000 kadar askeriyle birlikte 27 Mayıs 1481’de İnegöl önlerine geldi. Sultan İkinci Bayezid, Ayas Paşa idaresindeki bir orduyu Cem Sultan’ın üzerine gönderdi.

28 Mayıs’ta yapılan savaşı kazanan Cem Sultan Bursa’da padişahlığını ilan etti. Kendi adına hutbe okutarak para bastırdı. Çok geçmeden Sultan İkinci Bayezid’e bir mektup gönderen Cem Sultan, Osmanlı topraklarını eşit olarak paylaşmayı teklif etti. Kabul edilemeyecek bu teklif karşısında harekete geçen Sultan İkinci Bayezid, ordusuyla birlikte Cem Sultan’ın üzerine yürüdü. Yenişehir Ovası’nda yapılan savaşı kaybeden Cem Sultan, Konya’ya geldi. Burada da kalamayacağını anlayan Cem Sultan, yanına ailesini de alarak Kahire’ye doğru yola çıktı. Kahire’de iken Hac mevsiminde Hicaz’a gitti.

Hac’dan sonra tekrar Kahire’ye gelen Cem Sultan, ağabeyi Sultan İkinci Bayezid’den bir mektup aldı. Bu mektupta, padişahlıktan vazgeçtiği takdirde kendisine bir milyon akçe ödeneceği belirtiliyordu. Ancak Cem Sultan bunu kabul etmedi. İkinci bir teklifi de geri çeviren Cem Sultan, tekrar ülkesine döndü.

27 Mayıs 1482’de Konya’yı kuşatan Cem Sultan, Sultan İkinci Bayezid’in yaklaşması üzerine kuşatmayı kaldırarak Ankara’ya gitti. Oradan da tekrar Mısır’a gidecekti, ancak yollar tutulmuştu. Bu sırada Rodos şövalyelerinden Pierre d’Aubusson onu Rodos’a davet etti.

29 Temmuz 1482’de Rodos’a giden Cem Sultan, yapılan antlaşma gereğince istediği zaman adadan ayrılacağını düşünüyordu. Ancak sahtekar şövalyeler buna hiçbir zaman izin vermediler ve Cem Sultan esir hayatı yaşamaya başladı. Cem Sultan’ın Rodos şövalyelerinin eline düşmesi, hem kendisi hem de Osmanlı tarihi için talihsiz bir olay olmuştur.

Cem Sultan daha sonra, Fransa’ya gönderildi. Cem Sultan’ın Fransa’dan başka bir ülkenin eline geçmesini Osmanlı Devleti açısından sakıncalı gören Sultan İkinci Bayezid, Fransa’ya bir elçi gönderek Cem Sultan’ın Fransa’da tutulmasını istedi.

Cem Sultan’ı kullanmak isteyenlerden birisi de Papa VIII.Innocent’di. Papa, Cem Sultan’ı bahane ederek Osmanlılara karşı bir haçlı seferi düzenlenmesini istiyordu. Ancak bunda başarılı olamayınca Cem Sultan’a Hıristiyan olma teklifinde bulundu. Buna karşılık Cem Sultan ona şöyle cevap verdi:

“Değil Osmanlı Saltanatı, hatta bütün dünyanın padişahlığını verseniz dinimi değiştirmem”.

Cem Sultan, abisi Sultan İkinci Bayezid’e yazdığı bir şiirinde ona şöyle seslenir:

“Sen bister-i gülde yatasın şevk ile handan,
Ben kül döşenem külhan-ı mihnette sebeb ne”

(Sen gül döşenmiş yatakta neşeyle gülerek yatarken,
ben zahmet ve eziyet içinde küle batayım, neden)

Sultan İkinci Bayezid ise ona şöyle cevap verir:

“Çün rüz-i ezel kısmet olunmuş bize devlet,
Takdire rıza vermeyesin böyle sebeb ne,
Haccacü’l-Haremeynüm deyüben da’va kılarsun,
Ya saltanat-i dünyeviye bunca taleb ne”

(Bize ezelden saltanat kısmet imiş,
sen ise kadere rıza göstermedin buna sebep ne,
Hacca gittin kendini temizlemek davasına düştün,
peki dünya saltanatı için bunca hırs niye”

Cem Sultan vakası Osmanlı tarihinde Yıldırm Bayezid’in Timur’un elinde esir düşüp, demir kafese hapsedilmesinden sonra ikinci büyük trajik hadisedir. Rumeli’den tekrar Osmanlı topraklarına gelmek isteyen Cem Sultan, 13 yıl esir hayatı yaşadı. En son Papa’nın elinden Fransız Kralı tarafından kurtarılmış, ancak büyük bir ihtimalle zehirlendiği için bir hafta içinde yolda vefat etmiştir.

Papa’nın bir haçlı seferine kumanda ederek Osmanlı devleti ile savaşma teklifini reddettiğinde Papa’nın dilini anlamadı zannettiği Cem Sultan’a:

“Öyleyse burada it gibi sürün” demesine karşılık olarak Cem Sultan, Papa’ya şöyle demiştir:

“Sizin elinize düşen itten beter olmayacağıdı da ya nice olacağıdı” ve Papa’yı utandırmıştır.

Cem Sultan’ın bakım masrafları için Papa, Sultan İkinci Bayezid’den yılda 40.000 altından fazla para kopartmayı başarmış, Cem Sultan’ı serbest bırakma tehditleriyle de Osmanlı fetihlerini durdurmuştu. Bu olay ileride Şehzade katli için de önemli bir mesnet teşkil etmiştir.

Cem Sultan, bunca olaydan sonra 25 Şubat 1495’de vefat etti. Sultan İkinci Bayezid bu olaya çok üzüldü ve üç gün yas ilan etti ve Cem Sultan’ın gıyabında cenaze namazı kıldırdı. Sultan İkinci Bayezid Cem Sultan’ın naaşını alabilmek için çok uğraştı.

Vefatından 4 yıl sonra 1499 yılının Ocak ayında Cem Sultan’ın cenazesi Osmanlı topraklarına getirilerek Bursa’da kardeşi Şehzade Mustafa’nın yanına gömüldü. Böylece yıllar süren macerası sona erdi ve en azından cenazesi kendi topraklarına defnedildi.

Cemal Paşa
Cemal Paşa, 6 Mayıs 1872’de Midilli’de doğdu. Babası askeri eczacı Mehmet Nesip Bey’dir. 1890 yılında Kuleli Askeri İdadisinden, 1893 yılında ise Mektebi Harbiyeyi Şahane’den mezun olduktan sonra, Erkanı Harbiye tahsilini tamamlayarak, Erkanı Harp yüzbaşısı rütbesini aldı. Bir süre Seraskerlik Erkan-ı Harbiye Dairesi 1.Şubesi’nde ve 2.Orduya bağlı Kırkkilise istihkam inşaat şubesinde çalıştıktan sonra, 1898 yılında 3.Orduya bağlı redif fırkası erkan-ı harbiye reisi olarak Selanik’te görevlendirildi. Bu sırada Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından gerçekleştirilen askeri teşkilatlanma faaliyetlerine sempati duydu.

1905 yılında binbaşı olan Cemal Bey, 1906’da Osmanlı Hürriyet Cemiyetine üye oldu. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin askeri kadrosu içerisinde dikkat çeken Cemal Paşa, Hareket Ordusu’na katıldı. Adana’da Ermenilerin çıkardığı olaylara başarıyla karşı koyduktan sonra 1911 yılında Bağdat’a vali tayin edildi. Bağdat valiliğinden istifa ederek Balkan savaşına katılan Cemal Paşa, 1912 yılı Ekim ayında Miralaylığa terfi etti. Birinci Balkan savaşı sonunda büyük devletlerle yapılan pazarlıklara karşı, İttihat ve Terakki tarafından yürütülen propaganda hareketinde önemli rol oynadı. Bab-ı Ali baskınından sonra İstanbul’da durumu sakinleştirmeye çalıştı.

İkinci Balkan Savaşı’nda da önemli rol oynayan Cemal Paşa, 1913 yılında Nafia Nazırı, 1914’te ise Bahriye Nazırı oldu. Paris’e görevli olarak gönderildi. Osmanlı donanmasına bağlı gemilerin Rus Karadeniz filosuna ve Rus limanlarına saldırısı ile başlayan kabine krizinde, Cemal Paşa yanlısı grup içinde yer aldı. Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na girmesinden sonra Enver Paşa, Cemal Paşa’ya Mısır’da bulunan İngilizler’e karşı askeri bir harekata öncülük etmesini teklif etti. Yapılan birinci ve ikinci kanal harekatları başarısızlıkla sonuçlandı. Arap milliyetçileriyle çatıştı.

1915 yılında Ermeni meselesinde İttahat ve Terakki Cemiyeti ile anlaşmazlığa düştü. 1917 yılı Aralık ayında İngiliz Generali Allenby’nin ilerlemesi karşısında, Osmanlı ordusunun peşpeşe yenilgilere uğraması üzerine, Dördüncü ordu komutanlığı görevinden ayrılarak İstanbul’a geldi. Cemal Paşa, İttihat ve Terakki Fırkası’nın 1917 yılındaki son olağan kongresinde, merkez-i umumi azalığına getirildi. Talat Paşa kabinesinin istifasından sonra 1-2 Kasım 1918 tarihinde İttihat ve Terakki’nin yedi lideriyle birlikte ülke dışına kaçan Cemal Paşa, önce Berlin, daha sonra da Münih ve İsviçre’ye giderek İttihatçılar’ın yurt dışı faaliyetlerinin düzenlenmesinde önemli roller oynadı.

Osmanlı’da yaşayan Arap unsurlarının isyanına sebep olmakla suçlanan Cemal Paşa, Divan-ı Harb-i Örfi tarafından gıyaben idama mahkum edildi. Daha sonra Rusya’ya oradan da, Afgan ordusunun modernleştirilmesi için Afganistan’a giden Cemal Paşa. Bolşeviklerin siyaset değişikliği ve Hacı Sami Beyin aleyhindeki propagandası sonucu Tiflis’e gitti. Burada yaverleriyle birlikte 21 Temmuz 1922 günü öldürüldü. Naaşı Erzurum’a getirilerek bu şehirde defnedildi.

Cezayirli Hasan Paşa

Cezayirli Hasan Paşa Anıtı.
Çeşme Kalesi önünde yer alır.

Cezayirli Gazi Hasan Paşa, Palabıyık lakabı ile anılırdı. Aslen Kafkasyalı olduğu tahmin edilmektedir. Küçük yaşta İran sınırında esir alınarak, Hacı Osman Ağa adlı Tekirdağlı bir tüccara satıldı ve onun çocukları ile birlikte yetişti. Bir süre sonra azat edildi ve ticaret maksadıyla Tekirdağ’dan uzaklaştı. Osmanlı- Rus ve Avusturya savaşının devam ettiği 1738 yılında, Yeniçeri ocağına kaydoldu ve bazı muharebelere katıldı. Belgrad’ın kuşatılması sırasında gayret ve cesaretini gösterdi.

1761 Nisanında kalyon kaptanı olarak Osmanlı donanmasına giren Hasan Paşa, 1762’de riyale, 1766’da patrona ve bir yıl sonra da kapudane rütbesine kadar yükseldi. 6 Temmuz 1770’te Rusların Osmanlı donanmasını yaktığı haberini Çanakkale boğazına kadar gelerek bildiren Hasan Paşaya, beylerbeyi rütbesi verildi.

Rusların Çeşme faciasından sonra Limni adasını kuşatması üzerine, adaya giderek oranın savunmasını üstlendi. Rusları adadan uzaklaştırmayı başardı. Bu başarısından dolayı vezirlik rütbesiyle kaptan-ı derya tayin edildi. Boğaz seraskerliğine, ardından Rusçuk seraskerliğine getirildi.

Özi Kalesi’nin düşmesi üzerine, muhaliflerin aleyhinde yaptıkları propagandalar sonucu kaptan-ı deryalıktan azledildi. Sultan Üçüncü Selim zamanında İsmail Kalesi’ne serasker olan Hasan Paşa, gösterdiği başarılardan sonra sadrazam ve serdar-ı ekrem tayin edildi. Hayatı sürekli cephede geçen Gazi Hasan Paşa, 30 Mart 1790’da Şumnu’da vefat etti.

Devlete sadık, gayretli ve sözünü esirgemeyen bir kişi olan Cezayirli Gazi Hasan Paşa, mal varlığının büyük çoğunluğunu devlet işlerine harcamış, öldüğünde tahminlerin çok altında bir servet bırakmıştır.

Churrchill Winston
İngiliz devlet adamı ve yazarı (Blenheim Palace, Oxfordshire 1874-Londra 1965). 1895’te orduya girdi. Boerler savaşında esir düştü. Muhafazakar partiden milletvekili seçildi. (1900) Liberal parti’ye girerek sömürgeler bakanı ve İçişleri bakanı oldu. (1910-1911) Lloyd George tarafından Cephane Bakanlığına (1917)i Harbiye ve Havacılık bakanlığına getirildi. (1918) 1924’te tekrar Muhafazakar Parti’ye girdi. Maliye Bakanı oldu. (1924-1929) 1939’da Amirallik birinci Lordluğuna ve 1940’ta N. Chamberlain’ın yerine Başbakanlığa getirildi. İkinci Dünya Savaşında izlediği savaş politikası sayesinde özellikle Roosevelt ile kurduğu iyi ilişkiler, Müttefik Devletlerin Balkanlar’a kaydırmağa çalıştığı strateji konusunda Ruslarla çalıştı. Ancak S.S.C.B.’nin burada hakim duruma geçmesindende çekiniyordu. Bu yüzden savaşın başından itibaren stratejik önemi büyük olan Türkiye’yi savaşa sokmağa çalıştı. Kahire ve Adana’da Türk yöneticileriyle bu konuda yaptığı görüşmelerde, Türkiye’nin istediği askeri yardımı vermeğe de yanaşmadı. Savaş sonrasıi Avrupa ülkelerinin birleşmesini sağlayan Kuzey Atlantik Paktı, Avrupa Konseyi gibi kuruluşarın gerçekleşmesi için büyük çaba gösterdi. 1951 seçimlerinde tekrar iktidara geçti. 1955’te görevlerini A.Eden’e bırakarak siyasetten çekildi. başlıca Eserleri: Life of Lord Randolph Churchill (Lord Randolph Churchill’in hayatı, 1906); The Worlds Crisis (Dünyanın geçirdiği buhran, 4 çilt 1923-1929), Marlbrough (4 cilt, 1933-1938); War Memories (Savaş Anıları, 6 cilt, 1948-1954)

Çandarlı Kara Halil Paşa
Çandarlı Kara Halil Paşa, Karaman’da Sivrihisar kazasına bağlı Çendere köyünden, Ali adlı bir kişinin oğluydu. Asıl adı Halil olup, Kara ve Karaca lakabıyla, vezirliği sırasında da Hayreddin ünvanı ile anılmıştır.

Osman Gazi’nin son yıllarında Orhan Beyin, babasına vekalet ettiği tarihlerde Şeyh Edebali’nin tavsiyesiyle Bilecik kadısı oldu. Kara Halil Efendinin bu kadılığı sırasında gerçekleştirdiği en önemli hizmet, muntazam bir askeri ocak olan “yaya” teşkilatını düzenlemiş olmasıdır. Çandarlı Kara Halil Paşa, İznik’în fethinden sonra Orhan Gazi tarafından İznik kadısı tayin edildi.

1348’de devletin yeni merkezi Bursa’ya kadı oldu. Sultan Murad Hüdavendigar’ın tahta çıkmasından sonra, kendisine en yüksek şer’i ve hukuki bir makam olarak yeni ihdas edilen, kazaskerlik görevi verildi. Bundan sonra kazaskerlerin padişahla birlikte seferlere katılması kanun haline geldi. Acemi Ocağı ile Yeniçeri Ocağı’nın kurulması da Kara Halil Efendi’nin bu hizmet döneminde gerçekleşti. Ayrıca Karamanlı Molla Rüstem ile birlikte Osmanlı maliyesinin teşkilatlanmasında önemli rol oynadı. İlk defa vezirlikle birlikte beylerbeyi, yani ordu kumandanlığı görevini de bir arada yürüttü.

Halil Hayreddin Paşa daha sonra Selanik, Manastır ve Ohri şehirlerini de ele geçirdi. Arnavut prensleri arasındaki mücadeleler sırasında Osmanlı orduları 1386’da Kroya ve İşkodra’ya kadar ilerledi. Ancak Sultan Murad Hüdavendigar’ın, Halil Hayreddin Paşa’yı Balkanlar’da bırakıp, oğlu Ali Paşa ile birlikte Karamanoğlu seferine çıkmaya hazırlandığı sırada, Halil Paşa’nın Yenice-i Vardar’da hastalandığı kısa bir süre sonra da Serez’de öldüğü haberi geldi. Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa iyi bir teşkilatçı ve devlet adamı olmasının yanında hayır işleriyle de ilgilendi.
Çorlulu Ali Paşa

Çorlulu Ali Paşa, 1670 yılında doğdu. Çorlu’da yerleşmiş bir çiftçi ailesinin oğluydu. Sultan İkinci Ahmed devri Kapıcıbaşı Türkmen Kara Bayram Ağa’nın evlatlığı olarak, önce Galata Sarayı’na, daha sonra Enderun-ı Hümayun’daki Seferli Koğuşu’na, buradan da Hane-i Hassa’ya yerleştirildi. Şubat 1699’da rikabdarlık hizmetinde bulunuyordu. Sadrazam Amcazade Hüseyin Paşa’da kendisinden bizzat silahdarlık rica etti. 15 Ekim 1700 tarihinde bu memuriyete tayin edildi.

Silahdarlığı, Saray-ı Humayun’da daha üst derecede bir memuriyet haline getirdi. Padişah ile sadrazam arasındaki haberleşmenin silahdarlık makamı vasıtasıyla yerine getirilmesini ve Darüssade’den başka Babüssade ile Enderun-ı Hümayun’a ait bütün işlerin de silahdar ağa nezaretinde yapılmasını sağladı. Çorlulu Ali Paşa’nın bu başarıları çok geçmeden birbirleriyle yarış halinde bulanan sadrazamın ve şeyhülislamın dikkatini çekti.

İstanbul’daki cebeci ayaklanması sırasında Çorlulu Ali Paşa, vezirlik rütbesiyle saraydan uzaklaştırıldı. Sultan Üçüncü Ahmed’in vezir olmasından sonra üçüncü vezir olarak Edirne’de kaldı. Halep Valiliğine tayin edilmek üzere İstanbul’a çağrılan Çorlulu Ali Paşa, İstanbul’a geldiğinde Halep valiliğinden vazgeçilerek, Kubbealtı’nda beşinci vezirlikle görevlendirildi. Enişte Hasan Paşa’nın yerine 1703 Kasım ayı sonlarında rikab-ı hümayun kaymakamı oldu. Bir süre sonra Trabluşam valiliği ile İstanbul’dan uzaklaştırıldı. Tekrar İstanbul’a dönen Çorlulu Ali Paşa, 3 Mayıs 1706 günü üçüncü vezirlikten Baltacı Mehmed Paşa’nın yerine sadarete getirildi. 1708 yılında yedi yıldır nişanlı bulunduğu Sultan İkinci Mustafa’nın kızı Emine Sultan’la evlendi.

Çorlulu Ali Paşa sadrazam olduktan sonra, devletin mali işleriyle ilgilendi ve saray masraflarını kontrol altına almak istedi. Tersane ve donanmaya önem verdi. Toplar döktürdü, askeri ocaklarda düzenlemelerde bulundu.

İsveç – Rus savaşı sırasında İsveç’i Ruslara karşı destekledi. Amacı ilerde meydana gelebilecek Rus-Osmanlı savaşında yorgun düşmüş bir Rus ordusuyla karşılaşmak ve galip çıkmaktı. Sultan Üçüncü Ahmed’in bu siyaseti tasvip etmemesi ve bir süre sonra Rusların savaştan galip ayrılması üzerine Çorlulu Ali Paşa, aleyhinde yapılan propagandalar sonucu gözden düştü. Sultan Üçüncü Ahmed, Ali Paşa’yı sadaretten azletti ve bir gün sonra Kefe’ye sürdü. Çorlulu Ali Paşa, sadrazamken Sinop’a sürdüğü Şeyhülislam Paşmakçızade Seyyid Ali Efendinin fetvası ve padişahın Aralık 1711 tarihli fermanı ile idam edildi.
Damat İbrahim Paşa

Damat İbrahim Paşa Bosna’da doğdu. Küçük yaşta Enderun’a alındı burada yetişerek Silahdarı Şehriyari oldu. 1579 yılında Diyarbekir, 1581 yılında Şam, 1583’de Mısır valiliklerinde bulundu. Bir yıl dört ay sonra, yerine Mısır defterdarı Sinan Efendi’yi vekil bırakarak İstanbul’a geldi.

1584’te Ayşe Sultan ile evlendi. 1587’de Kaptan-ı Derya, 1588’de üçüncü vezir oldu. Daha sonra ikinci vezirliğe ve sadaret kaymakamlığına getirildi. 1595 yılında sadrazam oldu. Eğri seferi sırasında görevinden azledildiyse de ikinci defa sadrazamlığa geldi. Serdar-ı Ekrem’de olan Damad İbrahim Paşa, 29 Haziran 1601’te savaş sırasında vefat etti. Gazi, adil, iyiliksever, alçakgönüllü ve kerem sahibiydi. Tedbirli bir kimse olan Damat İbrahim Paşa savaş kaybetmemiştir. Mezarı İstanbul Şehzade camiindedir.
Damat Ferid Paşa
1853 yılında İstanbul’da doğdu. Paris, Berlin, Petersburg ve Londra elçiliklerinde çalıştı. Londra elçiliğine tayin edilmediği için Şûrayı Devlet üyeliğinden çekildi. 1908’den sonra Ayan Meclisi’ne, 1919 Mart’ında da Tevfik Paşa’nın yerine sadrazamlığa getirildi; aynı zamanda Hariciye vekiliydi. İzmir’in işgal edilmesi, Paris Barış Konferansı’nda isteklerinin kabul edilmemesi üzerine iki kere istifa etti. Bu arada yurt dışına kaçan İttihatçıları idama mahkum ettirdi. 21 Temmuz 1919’da tekrar kabineyi kurduktan sonra, Kuva-yı Milliye’yi dağıtmak için Kuvay-i İnzibatiye’yi kurdu. Buna karşılık Anadolu’nun çeşitli yerlerinden gelen tepkiler karşısında istifaya zorlandı. 5 Ekim 1920’de 4. defa sadrazamlığa getirildi. Kabineyi yenilemek üzere 11 Nisan 1920’de istifa etti. 31 Temmuzda tekrar sadrazamlığa geldi ve bu dönemde Sevr Antlaşması’nı imzaladı. Fakat İstanbul Hükümeti ile TBMM’nin uzlaşmasına engel olduğu için İngilizlerin baskısı ile 17 Ekim 1920’de görevinden ayrıldı. 1922 yılında yurtdışına kaçtı ve 1923 yılında Fransa’nın Nice kentinde öldü.

Dede Efendi
Hamamizade İsmail Dede Efendi, 1778 yılında İstanbul’da doğdu. İlk öğrenim yıllarında sesinin güzel oluşundan dolayı ilgi çekti. Okulda ilahicibaşı oldu. Bir süre Uncuzade Mehmed Emin Efendi’nin derslerine devam etti. Defterdarlıkta ve başmuhasebe dairelerinde görev aldı. Mevlevi çilesini tamamlayarak dede oldu.

Yaptığı bestelerle Sultan Üçüncü Selim’in dikkatini çekti. Sultan İkinci Mahmud ve Abdülmecid tarafından da korundu. Hacca giderken yolda koleraya tutuldu ve 1846 yılında Mekke’de öldü. Bir çok değerli öğrenci yetiştiren İsmail Dede Efendi, 500’den fazla eser besteledi. Arazbar, bestinigar, evc-buselik, hicaz-buselik, ırak, neva,saba-buselik, sultani-yegah, makamından tam fasılları bugün mevcuttur.
Deli Hasan Paşa
Deli Hasan Paşa, 16. Yüzyıl sonlarında ortaya çıkan Celali eşkıyalarından Karayazıcı’nın kardeşidir. Karayazıcı, Sokulluzade Serdar Hasan Paşa tarafından bozguna uğratıldıktan sonra, Deli Hasan Paşa eşkıyaların başına geçti; Şahverdi, Yular- Kısdı ve diğer bazı asilerle birleşerek Hasan Paşa’nın Diyarbakır’dan gelen ağırlığını ele geçirdi. Tokat’ta serdarı sıkıştırmaya başladı. Sokulluzade Hasan Paşa, gerekli kuvveti toplayamadığı için kaleye sığındı. Deli Hasan’ın eşkıyaları şehri zaptederek, Hasan Paşa’nın “Cennet bağı” diye adlandırdığı bahçeyi talan ettiler ve kaleyi kuşattılar. Sokulluzade Serdar Hasan Paşa, kale önündeki çarpışmada şehit oldu.

Anadolu vilayetlerini yağmaya girişen Deli Hasan ve adamlarının üzerine, Şam, Halep ve Maraş kuvvetleriyle Diyarbakır valisi Hüsrev Paşa yollandıysa da disiplin sağlanamadı. Bir süre sonra Deli Hasan, kethüdası Şahverdi’yi İstanbul’a göndererek af diledi. Aracılık yapan Yeniçeri ocağından Tornacıbaşı Hüseyin Ağanın ricası üzerine, bundan böyle Rumeli serhadlerinde cihad ve gaza etsin diyerek suçu bağışlandı ve kendisine Bosna beylerbeyliği verildi. Bu gelişmelerden sonra da rahat durmayan Deli Hasan birçok yolsuzluk yaptı ve huzursuzluk yarattı. Bosna beylerbeyliğinden alınarak Timişora beylerbeyliğine atandı. İki yıl kadar kaldığı bu görev sırasında da olumsuz davranışlar sergileyen Deli Hasan, Gazi Hasan Paşa tarafından nezarete alındı ve şer’an katline ilişkin fetva gelince idam edildi (1606).

Deli Hüseyin Paşa
Deli Hüseyin Paşa, Yenişehir’de doğdu. Sultan Dördüncü Murad zamanı komutan ve yöneticilerindendi. Yeterli bir eğitim görmemiş, gözünün pekliğinden ve konuşma tarzından dolayı kendisine “deli” lakabı verilmişti. Kaptan-ı Deryalık yapmasının yanı sıra, Bağdat, Mısır ve Bosna valiliklerinde bulundu. Serdar olarak Girit’in alınmasında büyük yararlılıklar gösterdi. Sultan Dördüncü Murad zamanında, Köprülü Mehmet Paşa, Hüseyin Paşa’nın gittikçe yaygınlaşan ünü ve başarıları karşısında, kendi yerine getirileceği endişesi ile onu İstanbul’a çağırmış ve Yedikule zindanlarında boğdurmuştur (1659).
Deli Petro
(Rus Çarı)
1672 yılında Moskova’da doğdu ve kendi kurduğu Saint-Petesburg (Leningrad) da 1725 yılında öldü. Rusya’yı Avrupalılaştırmak için çalışmalar yaptı. Petro’nun ilk işi bir ordu ve donanma meydana getirmek olmuştur. İngiliz gemilerinin nasıl yapıldığını öğrenmek için iki defa Arkanjel’e seyahat etmiş, mühendisler getirterek Voronej ve Don nehirleri üzerinde ilk Rus donanmasını yaptırmıştır.

Rusya’nın sahili olmadığı ve Karadenize inmek için Petro 1696’da Azak kalesine hücum ederek Osmanlının elinden aldı. 1709’da da onikinci Charles’e karşı Poltava zaferini kazanarak onu Osmanlıya sığınmaya mecbur etti. Petro İsveç kralının kendisine teslim edilmesini istemişti. Osmanlı bunu kabul etmeyerek kralı beş sene muhafaza etmiş ve sonra memleketine kaçmasına imkan vermiştir. Osmanlıyla bu sebepten dolayı muharebeye girişti, fakat Baltacı Mehmed Paşa’nın kumandası altında bulunan Osmanlı ordusu tarafından Prut’ta 1711’de zor durumda bırakılmıştı.

Baltacı Mehmed Paşa biraz azimli davransaydı, Petro ya yenilecek ya da askeriyle birlikte mahvolacaktı. Petro Osmanlının elinden ucuz kurtulduktan sonra Azak kalesini tekrar elden çıkardı. Baltacı Mehmed Paşa’nın Katherina’dan etkilenerek sulh yapmak gerektiği fikrini savunduğu söylenmektedir.

Petro elli üç yaşında öldü. Unvanını hakkıyla kazanmış hükümdarlardandır. Yaptığı birçok değişikliklerden ve insafsızca şiddetinden dolayı eski tarihciler ona Deli Petro derler.
Demirbaş Şarl
(İsveç Kralı)
Demirbaş Şarl, 1682’de doğdu. Cesaretinden ve savaşlarda gösterdiği başarılardan dolayı Yeniçeriler ve tarihçiler ona Demirbaş Şarl dedi. İsveç kralı on birinci Şarl’ın oğlu olan Demirbaş Şarl, 1697 yılında babasının yerine kral olmuştur. Rusya, Danimarka ve Polonya arasındaki ittifakı bahane edip, Danimarka’ya savaş açmış ve büyük bir zafer kazanmıştı. Daha sonra Rusya ve Polonya’ya savaş açtı. Rus çarı Deli Petro karşısında önceleri başarılı olduysa da, Moskova’ya kadar ilerlediği sırada kışın ve ordusundaki salgın hastalığın etkisiyle Putlava’da yenildi.

O dönem Osmanlı Devleti’nde bulunan Bender’e iltica etti. Demirbaş Şarl bu Osmanlı toprağında beş sene gibi uzun bir süre oturmuş, bu süre içerisinde, Osmanlı Devleti’ni Ruslara karşı sürekli kışkırtmıştır. Baltacı Mehmed Paşa’nın Rus Çarı Deli Petro’yu yenmesiyle sonuçlanan Prut savaşı, onun teşvikiyle çıkmıştı. Prut Savaşı sonunda Ruslarla barış antlaşması yapıldığı halde Osmanlı Devleti’ni savaşması için kışkırtmaya devam eden Demirbaş Şarl, Bender’den çıkarılmak istendi. Direnen Şarl sonunda ele geçirilerek Dimetoka’da hapsedildi. Fakat kaçmayı başaran Demirbaş Şarl, Macaristan ve Almanya üzerinden İsveç’e geçmeyi başardı ise de orada boğularak öldürüldü (1718).

Dilaver Paşa
Osmanlı sadrazamlarından Dilaver Paşa, hırvat asıllı olup Enderun’da yetişti. Sırasıyla zülüflü, baltacı ve çaşnigar oldu. Bir süre Mısır’da kullar ağalığı, Deşişe nazırlığı ve cizye eminliği görevlerinde bulundu. Daha sonra İstanbul’a getirilerek sarayda çaşnigarbaşılığa tayin edildi. Bu görevde iken 1610’da Kırım Hanı Selamet Giray’ın ölümü üzerine, İstanbul’da bulunan Canı Beg Giray’la birlikte Kırım’a giderek, onun han olmasında rol oynadı.

Dilaver Paşa, 1613 yılında Kıbrıs beylerbeyliği, ardından Bağdat beylerbeyliğine getirildi. Revan Seferine katıldı. 1616’da vezirlik ünvanıyla Diyarbekir beylerbeyliğine getirildi. Bu görev sırasında vakıf ve tımar meselelerindeki haksızlıkları, eyaleti dahilindeki isyan hareketlerini ve bazı anlaşmazlıkları halletti. Sultan İkinci Osman’ın tahta çıkışından sonra Rumeli beylerbeyliğine getirilen Dilaver Paşa, beraberindeki kuvvetlerle İran seferine katıldı. Osmanlı ordusunu yenilgisiyle sonuçlanan Serav Savaşı’ndan sonra imzalanan Serav Antlaşması’nın imzalanmasında önemli rol oynadı. Daha sonra ikinci kez Bağdat beylerbeyliği görevine tayin edilen Dilaver Paşa’nın görevi kısa bir süre sonra Diyarbekir beylerbeyliğine çevrildi. Lehistan savaşında, Hotin seferi sırasında Dinyester nehrine dayanan sağ kolda yer aldı. 17 Eylül 1621’de Ohrili Hüseyin Paşanın yerine sadrazam oldu.

Sultan İkinci Osman’a karşı ayaklanan asilerin idamını istedikleri kişiler arasında yer alan Dilaver Paşa, önce Sultan İkinci Osman tarafından korunduysa da daha sonra asilere teslim edildi. Asiler tarafından katledilen Dilaver Paşa’nın naaşı Üsküdardaki Miskinler mezarlığına defnedildi (Mayıs 1622).

Düzmece Mustafa

Yıldırım’ın oğullarından biri olan Mustafa Çelebi, babasının mirasını ele geçirmek için 15. yüzyılın başlarında önemli bir ayaklanmaya sebep olmuştur. Kardeşi Çelebi Mehmed ve yeğeni İkinci Murad’a başkaldırdığı için adına Düzmece Mustafa denilmiştir.

Düzmece Mustafa, Ankara savaşına Hamitili ve Teke sancağı kuvvetleriyle katılıp Osmanlı ordusunun merkezinde yer almıştır. Savaş sırasında tutsak edilen Düzmece Mustafa, Semerkant’a götürüldü. 1405’de Timur’un ölümüyle serbest kaldı ve Anadolu’ya döndü. Anadolu’da saltanat hakkı için bazı beyliklerden destek gördü. 1416’da Eflak’a geçip Rumeli’de de bazı komutan ve beylere yakınlık sağladı. Selanik çevresinde üzerine gönderilen kuvvetlere yenilen Düzmece Mustafa, veziri Cüneyt Beyle birlikte Selanik’e sığındı.

Bizansla anlaşan Çelebi Mehmed, Düzmece Mustafa’yı Limni adasında hapsettirdi. Çelebi Mehmed’in ölümünden sonra Bizans İmparatoru tarafından serbest bırakılan Düzmece Mustafa, beraberindeki kuvvetlerle birlikte Gelibolu’ya geçti. Sultan İkinci Murad’ın kuvvetlerine yenildikten sonra kaçan Mustafa, Adamları tarafından Osmanlı soyundan gelmediği gerekçesiyle Edirne Kalesinde asılarak idam edildi.

Ebussuud Efendi
Ebussuud efendi, uzun yıllar Osmanlı’ya şeyhülislamlık yapmış din bilginlerindendir. Özellikle dinde yobazlaşmaya karşı fetvalarıyla tanınır, 20’den fazla eseri vardır.

Edward VII.
İngiltere, İrlanda Kralı ve Hindistan İmparatoru olan VII. Edward, 1841 yılında doğdu. 1901 yılında tahta çıktı. Silik kişiliğine rağmen, devlet yönetiminde kabiliyetli olduğunu gösterdi. Dış politikada kendinden önceki siyasal geleneği yıkarak, sonradan üçlü anlaşma olarak nitelendirilecek olan Rusya ve Fransa ile yakınlaşma politikası izledi. 1910 yılında öldü.

Emir Buhari
Emir Buhari Buhara’da doğdu. Nakşibendiyye tekkesinin büyük kişilerinden Mahmud-ı Fağnevi’nin torunu olan Emir Ahmed-i Buhari, ilk tahsilini Buhara’da tamamladıktan sonra Semerkant’ta dönemin en ünlü mutasavvıfı Ubeydullah Ahrar’a intisap etti. Ahrar dergahında Anadolu’dan buraya gelmiş olan Abdullah-ı İlahi ile tanıştı. Anadolu’ya dönme hazırlığı yapan Abdullah-ı ilahi ile gitmek üzere, şeyhinden izin aldı. Abdullah-ı İlahi memleketi olan Kütahya’nın Simav ilçesine yerleşince, Emir Buhari’de oraya yerleşti. Bir süre sonra hacca gitmek üzere yola çıktı. Kudüs’te Mescid-i Aksa’nın yanındaki odalardan birinde otururken, vakıf imkanlarından faydalanmayı kabul etmeyip kitaplarla uğraşarak geçimini sağladı. Bir yıl sonra Simav’a döndü. Abdullah-ı İlahi’den izin alarak İstanbul’a gitti. Emir Buhari, İstanbul’da ilk olarak Şeyh Vefa Tekkesine gitti.

Evrenoszade Ahmet Bey’in daveti üzerine Vardar Yenicesi’ne gitti. 1477’den itibaren irşad faaliyetine başlayan Emir Buhari, Nakşibendiyye tarikatını İstanbul’da yayan ilk mutasavvıf olma özelliğini kazanmış oldu. Fatih Camii’nin batısında oturan Emir Buhari’nin taleplerinin artması üzerine Sultan İkinci Bayezid, bir mescidle dervişler için özel hücreler yaptırarak, burasını Nakşibendi tekkesine dönüştürdü. Emir Buhari 1516 yılında vefat etti.
Enver Paşa
Enver Paşa 1880 yılında İstanbul’da doğdu. Soğukçeşme Askeri Rüştiyesi’nde öğrenim gördü. Harp Okulu’nu 1899’da piyade teğmeni olarak bitirdikten sonra, 1903’te kurmay yüzbaşı olarak Harp Akademisi’nden mezun oldu. Selanik’teki üçüncü ordunun emrine girdi. 1906’da binbaşı oldu. İttihat ve Terakki Cemiyeti kurucuları arasına katıldı. Bu topluluk içinde tutunup, kendini sevdirdi.

II. Meşrutiyet’in ilan edilmesinde önemli rol oynadı. Makedonya Genel Müfettişliği ve Berlin Ateşemiliterliği gibi görevlerde bulundu. 31 Mart olayında Hareket Ordusu’na katıldı. İşkodra mutasarrıfı ve cephe komutanı olarak İtalyan saldırısına başarıyla karşı koyan Enver Paşa, 1912’de yarbay oldu. 23 Ocak 1913’te İttihat ve Terakki tarafından düzenlenen Babıali baskınına katıldı.

Sadrazam Kamil Paşa’nın istifasını sağladı. Böylece İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin iktidarı ele geçirmesinden sonra, Edirne’nin kurtarılmasında önemli rol oynadı. Bu başarısından sonra albaylığa, ardından da tuğgeneralliğe yükselen Enver Paşa, 1914’te de Sait Halim Paşa hükümetinde Harbiye Nazırı oldu. Şehzade Süleyman’ın kızı ile evlendi. Orduda bazı düzenlemeler yapan Enver Paşa, Fransız modeli yerine Alman stilini uyguladı. Birinci Dünya Savaşı’na Almanların yanında katılmamızda etkin rol oynayanlar arasındaydı.

Dünya Savaşının Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilgisi ile sonuçlanmasından sonra, İttihat ve Terakki partili arkadaşlarıyla birlikte önce Odessa’ya, oradan da Berlin’e gitti; daha sonra Rusya’ya geçti. Anadolu’daki Milli Mücadele hareketine katılmak istediyse de kabul edilmedi. 1920 Eylülünde Bakü’de Doğu Ulusları toplantısına katıldı ve Batum’da Türkiye Şuraları Partisi’ni kurarak Türkistan’ı kurtarma hareketini başlattı. Ancak Rus kuvvetleri karşısında başarılı olamadı. 4 Ağustos 1922’de Tacikistan’da, Belcivan yakınlarında bir çarpışmada öldü ve Çeğen köyüne defnedildi.

Ertuğrul Gazi
Osmanlı İmparatorluğunun kurucusu Osman Beyin babası Ertuğrul Gazi hakkında bilinenler, kesin olmamakla birlikte, Oğuzların Kayı boyuna mensup olduğu bilinmektedir. Oğuz boyundan biri olan Kayılar’a mensup Ertuğrul Gazi’nin ataları, Anadolu’nun ilk fethi sırasında Sultan Tuğrul Bey ve Alparslan’ın emirlerinin maiyetinde, önce Ahlat bölgesine gelmişler, Anadolu’ya yapılan seferlere katılmışlardı. Ahlat’ın Eyyubiler’in eline geçmesinden sonra, Mardin yöresine yerleşen Ertuğrul Gazi’nin babası Gündüz Alp’in içlerinde yer aldığı Türkmenler, Moğolların Mardin ve çevresini yağmalamasından sonra, bu bölgeden ayrılarak Anadolu içlerine doğru ilerlediler.

Gündüz Alp idaresindeki Kayılar da batıya göç ederek önce Erzurum yakınlarındaki Pasinler ovasına, Sürmeliçukur’a yerleştiler. Kayılar’ın Pasinler’e gelmesinden kısa bir süre sonra Gündüz Alp hastalanarak vefat etti ve yerine oğlu Ertuğrul Gazi aşiretin başına geçti. Moğol saldırılarının bu bölgede de hissedilmesinden sonra Ertuğrul Gazi kardeşi Dündar Bey ile birlikte batıya hareket etti. Sivas yakınlarına gelip konakladığında burada Selçuklu ordusu ile Moğolların savaştığını ve Selçuklu ordusunun bozulmak üzere olduğunu gördü. Ertuğrul Gazi Selçuklu ordusuna yardım edince savaşın seyri değişti ve savaşı Selçuklar kazandı. Alaaddin Keykubad, Ertuğrul Gazi’ye yardımlarından dolayı iltifatlarda bulunarak hi’lat giydirdi.

Selçuklu ülkesinde yaşamak için göç ettiklerini öğrenince, Ankara yakınlarındaki Karacadağ ve çevresini ona verdi. Ertuğrul Gazi bir süre Karacadağ’da kaldıktan sonra, Bizans sınırlarına kadar gelerek Söğüt dolaylarına, Aşağı Sakarya havzasına yerleşti. Burada Bizans sınırlarındaki kasaba ve köylere akınlar düzenlemeye başladı. Selçuklu ordusuyla İznik Rum İmparatoruna bağlı birlikler arasında bugünkü Pazaryeri ile Bozüyük arasındaki Ermeniderbendi denilen yerde yapılan savaşı, Selçuklular Ertuğrul Gazi’nin yardımlarıyla kazanınca, Alaaddin Keykubad ödül olarak Eskişehir ve çevresini Ertuğrul Gaziye verdi.

Bu başarıdan sonra Karacahisar’ı da ele geçiren Ertuğrul Gazi, Söğüt üzerine yürüdü ve burayı fethetti. Söğüt’ü yurt olarak tutan Ertuğrul Gazi, Bizans sınırlarına saldırılar düzenlediği gibi dostluk ilişkileri de geliştirdi. Söğüt’e yerleşmiş Kayı aşireti her geçen gün biraz daha kuvvetlenerek büyüdü. Oldukça yaşlanan Ertuğrul Gazi yerine oğlu Osman Beyi bıraktı ve doksan yaşında vefat etti. Türbesi Bilecik ili Söğüt ilçesinin 1 km. doğusunda bulunmaktadır.

Esad Efendi
(Şeyhülislam)
Hocazade Esad Efendi Osmanlı şeyhülislamlarındandır. 1570 yılında İstanbul’da doğdu. Eğitimini babasından ve Molla Tevfik Gialni’den aldığı derslerle tamamladıktan sonra, mülazim oldu ve 1588’de haseki payesini aldı. Ardından Ocak 1590’da Süleymaniye medreselerine ve Temmuz 1593’te Darülhadise tayin edildi. Daha sonra kadılık görevine geçerek Edirne kadısı oldu. Babasının saraydaki nüfuzu sayesinde kısa sürede yükseldi.

Kazaskerliğe getirilen Esad Efendi, babasının şeyhülislamlığı sırasında İstanbul kadısı oldu. Şubat 1604- Ocak 1605 ve Haziran 1606- Nisan 1608 tarihlerinde iki kez Rumeli kazaskerliğine getirildi. Hacca gittikten sonra vefat eden ağabeyi Mehmed Efendinin yerine 2 Temmuz 1615’de şeyhülislam oldu.

Sultan Birinci Ahmed’in vefatından sonra kardeşi Sultan Birinci Mustafa’nın tahta geçmesinde önemli rol oynadı. Kendisinden önce amcasının tahta çıkmasında oynadığı rol dolayısıyla, Sultan İkinci Osman’ın (Genç) düşmanlığını kazandı. Genç Osman padişah olunca onun yetkilerini kısıtladı. Şeyhülislamların sefere çıkması adet olmadığı halde, Genç Osman’la beraber Hotin seferine katıldı. Sultan Genç Osman’ın, kızıyla evlenmek istemesine karşı çıktıysa da daha sonra bunu kabul etti. Bu akrabalık bile padişahla şeyhülislam arasındaki soğukluğu gidermedi.
Sultan Genç Osman’ın yenilik hareketlerine karşı büyük bir ayaklanma çıktı. Bu isyan sırasında Şeyhülislam Esad Efendi asilerin istekleri doğrultusunda fetvalar verdi. Ancak Sultan Birinci Mustafa’nın tekrar tahta çıkarılmasının uygun olmadığını söylemekten çekinmedi. Genç Osman’ın öldürülmesiyle sonuçlanan olayları önleyemediği gibi, damadının cenazesine gitmeyerek görevinden istifa etti. Bir yıl sonra, Sultan Dördüncü Murad zamanında ikinci kez şeyhülislamlığa getirildi. Kemankeş Ali Paşa’nın Rumeli kazaskeri olan kayınpederi Bostancızade Mehmed Efendi’yi şeyhülislamlığa getirmek istediğini öğrenince, idamı için bir fetva yazmaktan geri durmadı. Ancak bu fetva, İstanbul kadısı olan küçük kardeşi Salih Efendi tarafından imha edildi. Bir yıl yedi ay sonra 22 Mayıs 1625’de vefat etti. Üç dilde şiirleri ve Kaside-i Bürdeye tahmisi vardır.
Esad Paşa
1862 yılında Yanya’da doğdu. Harbiye’yi 1890 yılında kurmay yüzbaşı olarak bitirdi. Almanya’ya gönderildi ve orada dört yıl staj yaptı. Dönünce Goltz Paşa’nın yardımcılığına getirildi. Osmanlı – Yunan Savaşı’nda (1879) Yanya Kolordusu kurmay heyetinde görev aldı. Harbiye’de ders verdi. III. Kolordu komutan yardımcısı olarak gönderildiği Selanik’te İttihat ve Terakki’nin etkinliklerini önlemediği düşüncesiyle İstanbul’a çağrıldı. Yıldız’da yargılandıysa da II. Meşrutiyet’in ilanıyla affedildi. 1911 yılında Gelibolu fırkası komutanlığına atandı. Balkan Savaşı’na katıldı ve Yanya Kalesi’ndeki savunmasıyla ün yaptı. Çanakkale Savaşı’nda Kuzey Grubu komutanıydı. I.Dünya Savaşı’ndan sonra Askeri okullar ve II. Ordu müfettişliklerinde bulundu. Salih Paşa kabinesinde kısa süre Bahriye Nazırı olarak görev yaptı. Anılarının bir bölümü “Esat Paşa’nın Çanakkale Anıları” adıyla 1975 yılında yayımlandı. 1952 yılında İstanbul’da öldü.

Evliya Çelebi

Evliya Çelebi Minyatür Resmi Sembolik Resimleri 2
Evliya Çelebi Minyatür Resmi Sembolik Resimler

Evliya Çelebi, 1611 yılında İstanbul’da doğdu. Pirinç levhalar üzerine oyma işleyen sanatçı bir babanın oğludur. Kanuni’nin Zigetvar seferinde, önemli hizmetleri olan babasının, çevresindeki kişilerin serüvenlerini hikaye ettikleri aile sohbetlerinde bulunan Evliya Çelebi, dünyayı gezip görme merak ve isteği duydu. 20 yaşındayken İstanbul içinde gezerek gördüklerini kaleme aldı.

Enderun’a girerek burada dört yıl yetişti ve sipahi oldu. Sultan Dördüncü Murad’ın Revan Seferinden sonra saraya girdi. Ancak kısa bir süre sonra saraydan ayrılarak ilk seyahati olan Bursa yolculuğuna çıktı.

Nlü Osmanlı Gezgini Evliya Çelebi Kimdir Hangi Dönem Padişah Devirlerinde Yaşamıştır
Nlü Osmanlı Gezgini Evliya Çelebi Kimdir Hangi Dönem Padişah Devirlerinde Yaşamıştır?

Ardından İzmit, Trabzon ve Girit yolculuklarına çıkan Evliya Çelebi, 50 yıl boyunca Avusturya, Hicaz, Mısır, Sudan, Habeşistan, Dağıstan gibi ülkelerde dolaştı. Bu gezilerinde önemli mektuplar götürmek ya da savaşa katılmak gibi çeşitli hizmetlerde bulundu. Gördüklerini ve gözlemlerini Seyahatname eserinde tarih ve yer belirterek yazdı.

“Seyahatname” edebiyatımızın gezi türünden ilk ve en büyük eseridir. Gerçekçi bir gözle izlenen olaylar, yalın ve duru bir anlatım içinde halkın anlayacağı şekilde yazılmış, yine halkın anlayacağı deyimler çokça kullanılmıştır.

Evliya Çelebinin Dünyası Haritası. Kimdir Hayatı Ve Seyahatnamesi Kitabı Osmanlı Topraklar Gezmiş Kişi
Evliya Çelebinin Dünyası Haritası. Kimdir Hayatı Ve Seyahatnamesi Kitabı Osmanlı Topraklar Gezmiş Kişidir

Evrenos Gazi

Evrenos Gazi, Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarında ve Rumeli savaşlarında büyük yararlılıklar göstermiş bir Türk komutanıdır. Osmanlıların Karesi topraklarını almasından sonra Osmanlı hizmetine giren Hacı İlbey, Gazi Fazıl ve Ece Bey gibi Karesi beyleri arasında Evrenos Gazi de bulunuyordu. 1356’dan sonra Rumeli’de meydana getirilen ilk uçlardan birinin yönetimi de bu akıncı beyine verilmiştir. Evrenos Bey yönetiminde bulunan toprakları başarıyla korumuş, yeni bölgeler kazanmış ve uç komutanlığını şehirden şehire, kaleden kaleye taşımıştır.

Evrenos Gazi 1385 yılında Vezir Çandarlı Halil Paşayla birlikte ilk kez Makedonya seferine katıldı. Bütün Vardar vadisi yanında Yenice, Üsküp, Manastır alındığı gibi Arnavutluk topraklarına girilerek, Ohri fethedildi. İpsala, Gümülcine, Serez ve Üsküp’ten sonra Ergiri’yi de Osmanlı topraklarına kattı.

Arnavutluk serhatliğine getirilen Evrenos Gazi, Yıldırım Bayezid ve Çelebi Mehmed dönemlerinde de önemli işler yaptı. Askeri başarılarının yanında cami, imaret ve medrese gibi büyük eserler de yaptırmış, yüz yaşını aşkın olduğu halde Vardar Yenicesi’nde ölmüştür.

Franz Joseph
Avusturya İmparatoru ve Macaristan Kralı. Habsburg hakimiyetine son veren 1848 İhtilalinde, Avusturya İmparatoru Ferdinand, 18 yaşında yeğeni lehine tahttan çekildi. Böylece Franz Joseph, Avusturya İmparatoru ve Macaristan Kralı oldu (1848).

Franz Joseph imparator olduğu zaman, imparatorluk karışıklıklar içinde çalkalanıyordu. Çekler, İtalya’daki devletler ve Macarlar ayaklanmıştı. Macarlar bir cumhuriyet kurmuşlardı. Lombardiya ve Venedik’i Sardinya Kralı Şarl Albert işgal etmişti. Franz Joseph, kısa zamanda bu ayaklanmaları bastırdı.

1859 ‘dan 1866 ‘ya kadar, Sardinyalılar ve Prusyalılarla savaşmak zorunda kaldı. 1866 Sadova’da Avusturya ordusu, Prusyalılara karşı yenildi. Almanya’daki, üstünlüğünü kaybetti. İtalya’daki Avusturya’ya bağlı hükümetler, İtalyan birliğine girdi. Franz Joseph, bu durum karşısında, Macaristan’la Avusturya’nın birleştiğini, birbirlerine eşit iki krallık olduğunu ilan etmek zorunda kaldı (1867). Böylece ikili devlet kurulmuş oldu. Bununla beraber Franz Joseph, imparatorluk içinde yaşayan milletlere temiz siyaseti, sempatisi ve cömertliği ile kendisini sevdirdi. Fakat talihsiz oluşu, zaman zaman onu rahatsız etti. Oğlu canına kıydı, karısı bir suikast sonucu öldü. Almanya İmparatorluğu ile ittifak birliğini yaptı. Avusturya veliahtı Franz Ferdinand’ın, Sırplar tarafından öldürümesi üzerine Sırbistan’a savaş ilan etti (1914). Böylece I. Dünya Savaşı’nın çıkmasına sebep oldu. Fakat bu savaşın dünyaya getirdiği felaketleri göremeden, savaşın çıkmasından iki sene sonra öldü.
Ferhat Paşa
Arnavut asıllı olan Ferhad Paşa, Enderun’da yetişip kapıcıbaşı, mirahur ve sonra yeniçeri ağası oldu. 1584 yılından sonra, Rumeli valisi ve ardından İran seraskerliğine getirildi. Başarılı hizmetlerinden dolayı kendisine vezirlik verildi. İran savaşlarında galip gelerek imzaladığı antlaşmalarla meşhur oldu. 1591 yılı sonlarında görevinden alındı. Bir süre Sadaret Kaymakamlığı ve İkinci vezirlik yapan Ferhad Paşa, 1595 yılında ikinci defa sadrazam oldu. Gayretli, akıllı, tedbirli ve cesur bir devlet adamı olan Ferhad Paşa, 1595 yılında vefat etti. Eyüp’te kolluk karşısına defnedildi.

Fethi Okyar
Devlet adamı ve Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kurucusu. Pirlepe’de doğdu. İyi bir öğrenim gördü. Vatan Hürriyet Cemiyeti’nde Mustafa Kemal ile beraber çalışdı. 1908 da Paris’te ateşemiliter olan Fethi Bey, Trablusgarp Savaşı çıkınca Paris’ten ayrıldı, Afrika’da yapılan savaşlara katılmak üzere Trablusgarb’a geçti.

1913’de İttihat ve Terakki Genel Merkezi’ne üye seçilmiş ve Genel Sekreter olmuştur. Aynı yılın son aylarında Sofya’ya elçi olarak tayin edildi. İzzet Paşanın kısa süren Sadrazamlığında Dahiliye Nazırı olarak görev alan Fethi Bey, Damat Ferit Paşa tarafından tutuklandı. Bütün muhaliflerini ortadan kaldırmak isteyen Damat Ferit, Fethi Bey’i Enver, Cemal ve Talat Paşaların kaçmalarına göz yummakla suçlandırmış ve Malta’ya sürgüne göndermiştir. Ancak tutuklanan İngilizler’le değiştirilmek suretiyle 1921 yılında Malta’dan kurtarıldı. Büyük Millet Meclisi tarafından Büyük Taarruzda Dahiliye Nazırı olarak seçilen Fethi Bey, Roma, Paris ve Londra’ya giderek; Yunanlıların Anadolu’dan çekilmelerini sağlayacak bir barış için çalışmıştır. Fethi Bey bu durumu, o sırada taarruz hazırlıklarını tamamlamak üzere bulunan Mustafa Kemal’e bir telgrafla birdirdi. Daha sonra da Ankara’ya döndü. Rauf Orbay’ın Başbakanlık görevinden ayrılması üzerine Başbakan seçildi (4 Ağustos 1923).

Cumhuriyetin ilanı sırasında yaşanan kabine buhranı üzerine Başbakanlıktan ayrıldı. Mustafa Kemal’in Cumhuriyetin ilanına karar verdiği sırada, O’nun yanında bulunmuş ve Mecliste takip edilecek çalışma şeklini beraberce tespit etmişlerdir. Fethi Bey, Cumhuriyetin ilanından sonra TBMM Başkanı seçildi. Terakkiperver Fırkanın kurulmasından sonra, Başbakanlıktan ayrılan İsmet İnönü’nün yerine tekrar başbakanlığı seçilen Fethi Okyar, Şubat 1925’te başlayan Şeyh Sait İsyanı sırasında Başbakanlıktan ayrıldı.

Büyükelçi olarak çalıştığı Paris’ten, 1930 yılında dinlenmek için yurda gelen Fethi Okyar’a Mustafa Kemal tarafından yeni bir parti kurması teklifi yapılması üzerine, Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı kurdu. Fakat bu parti kapatıldı. Mustafa Kemal’in ölümünden sonra da çalışmalarına devam eden Fethi Okyar, 12 Mart 1941’de Adliye Vekaleti görevinden ayrılmış ve birkaç yıl sonra 7 Mayıs 1943’de ölmüştür.

Osmanlılar Önemli Kişiler Kimlerdir Kronolojik Sıralama Osmanlı İmparatorluğu Dönemi Önemli Şahıslar Kimdir Kronoloji Sıra
Osmanlılar Önemli Kişiler Kimlerdir Kronolojik Sıralama Osmanlı İmparatorluğu Dönemi Önemli Şahıslar Kimdir Kronoloji Sıra

Fevzi Çakmak
Kurtuluş Savaşı’nda büyük emeği geçen bir komutan ve Millet Partisi’nin kurucularındandır. 12 Ocak 1876 yılında İstanbul’da doğdu. Topçu Miralayı Çakmakoğulları’ndan Ali Bey’in oğludur. Mahalle mektebini bitirdikten sonra Soğukçeşme Rüştüyesi’ni ve Kuleli Askeri İdadisi’ni bitirdi. 1895 yılında Pangaltı Harbiyesi’nden mezun oldu. 1898’de, gösterdiği başarıdan dolayı Kurmay Yüzbaşısı oldu. Balkanlarda göstermiş olduğu başarılar sayesinde 9 yılda Miralaylığa (Albaylığa) yükseldi. Taşlıca Mutasarrıflığı ve kumandanlığı yanında, Nizamiye 35. fırkaya kumanda etti.

II. Meşrutiyet’in ilanından sonra görevine devam eden Fevzi Paşa, 1910 yılında Mürettep Moskova Kolordusu’nun Erkan-ı Harbiye Reisliği’ne atandı. Trablus’ta İtalyanlar’ın başlatmış olduğu saldırılar üzerine kurulan, Garp Kolordusu Erkan-ı Harbiye Reisliği’ne getirildi. Daha sonraları Erkan-ı Harbiye’si Hareket Şubesi müdürü oldu.

Balkan Savaş’ından sonra Ankara Fırka Kumandanı, ardından da 5. Kolordu Kumandanlığı’na atandı ve 1914 yılının Mart ayında rütbesi Mirvalığa yükseltildi. Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale müdafaasına katıldı. 1915’de Anafartalar Grubu Kumandanlığı’nda bulundu. 1916’da 2. Kafkas Kolordusu Kumandanı, 1917’de ise II. Ordu Komutanlığı’na tayin edildi. 1918 yılında, Suriye’deki VII. Ordunun komutanlığını yaptığı süre içindeki başarılarından dolayı Ferikliğe yükseldi.

Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan sonra Erkan-ı Harbiye Reisliği’ne getirildi, fakat İzmir’in işgali sırasında bu görevinden istifa etti. 3 Şubat 1920’de Harbiye Nazırı olduğu sırada Anadolu’daki Kurtuluş Savaşı çalışmalarına yardım etti. 8 Nisan 1920’de İstanbul’un işgal edilmesi üzerine Anadolu’ya kaçtı. Burada Mustafa Kemal’in emrine girdi ve ölümüne kadar beraberinde çalıştı. Fevzi Paşa, Ankara’ya gelişinin milli hareket için ne denli önemli olduğunun bir ifadesi olarak, 3 Mayıs 1920’de Büyük Millet Meclisi tarafından Milli Müdafaa Vekilliği’ne ve Bakanlar Kurulu Başkanlığı’na getirildi. II. İnönü Zaferi’nden sonra, 3 Nisan 1921’de Birinci Ferikliğe tayin edildi. 1921’de Erkan-ı Harbiye Reis vekilliği yaptı. 29 Eylül 1921’deki Sakarya Savaşı’ndan sonra Mareşalliğe yükseltildi.

1924 yılına kadar Erkan-ı Harbiye Reis vekilliği ve Kozan Milletvekilliği yapan Fevzi Paşa, bu tarihte milletvekilliğinden ayrıldı. 1925’te asaleten Erkan-ı Harbiye Reisliği yaptı ve 12 Ocak 1944’te bu görevinden ayrılarak emekli oldu. 1946’da İstanbul’dan milletvekili adayı seçildi ve 1948’de Millet Partisi’ni kurdu. 10 Nisan 1950’de vefat etti.

Feyzullah Efendi
(Şeyhülislam)
Seyyid Feyzullah Efendi, 1639’da Erzurum’da doğdu. Asıl adı Mehmed olup, Erzurum Müftüsü Seyyid Mehmed Efendi ile Şerife Hatunun oğludur. İlk eğitimini babasından aldı. Daha sonra Seyyid Abdülmü’min’den ve dayısının oğlu İsmail Efendi’den Arapça, Farsça, fıkıh ve fıkıh usulü okudu. Erzurum yöresinin seçkin alimlerinden olan Şeyh Mehmed Vani Efendi’nin derslerine de devam etti.

Mehmed Vani Efendi’nin isteği üzerine 1664 yılında İstanbul’a, oradan da padişahın bulunduğu Edirne’ye gitti. 1672’de hacca giden Feyzullah Efendi, döndükten sonra Vani Efendi’nin aracılığıyla IV. Mehmed’in şehzadesi Mustafa’ya, hoca oldu. Feyzullah efendi ilimiye mesleğinde hızla yükseldi. Haydarpaşa, Üsküdar Mihrimah Sultan, Sahn-ı Seman ve Ayasofya medreselerinde müderrislik yaptı. 1674’de İstanbul kadılığı payesiyle Sultan Ahmed Medresesi’ne tayin edildi. 1678’de ise Rumeli kazaskerliği payesiyle Şehzade Ahmed’in hocalığına getirildi. Sultan Dördüncü Mehmed tarafından görevinden alındıysa da birkaç gün sonra suçsuz olduğu anlaşılınca görevine iade edildi.

14 Şubat 1688’de şeyhülislam oldu. Feyzullah Efendinin on yedi gün kadar süren bu ilk şeyhülislamlığından azli, askeri bir karışıklıktan kaynaklandı. Yeniçeriler şeyhülislam Feyzullah Efendiyi Erzurum’a göndermişlerdi. Yedi yıl kadar burada yaşayan Feyzullah Efendi, hocalığını yaptığı Şehzade Mustafa’nın tahta çıkışından sonra Edirne’ye gelip, ikinci defa şeyhülislamlığa tayin edildi. Sekiz yıl bu görevde kalan Feyzullah Efendi, Osmanlı tarihinde ilk kez kendinden sonra şeyhülislam olması hususunda padişahtan bir ferman aldı. Bu uygunsuz icraatları ve giderek nüfuzunu artırıp tayinlere, azillere müdahalesi, içten içe büyük bir tepkinin oluşmasına yol açtı. Tarihe Edirne Vakası olarak geçen olay sonunda, kafası kesilerek idam edildi. Güler yüzlü, bilgili, faziletli, zeki, nüktedan, vakur ve yumuşak huylu bir kişi olarak bilinen Feyzullah Efendi, Tefsir ve hadis ilimleriyle de uğraştı.
François
(Fransa Kralı)
Fransa kralı François, 1494 yılında Cognac’de doğdu. Angouleme kontu Charles de Valois’in oğlu olan François, 1515’de amcasının oğlu On ikinci Lui’nin yerine kral oldu. François, Almanya kralı olabilmek için pek çok savaş vermiş, hemen hepsinde yenilmişti. Bu savaşlardan birisinde esir düşen François, Osmanlı Spora meraklı, çapkın, hafif fakat ilmi ve sanatkarları koruyan bir hükümdardı. Leonard de Vinci, Benvenuto Cellini gibi sanatçıları İtalya’dan Paris’e getirmiş, bir takım mimari eserler yaptırmıştır. İhtirası yüzünden Fransa’yı, gereksiz pek çok savaşa sokan ve Fransız halkına zor günler yaşatan François, bilime ve sanata verdiği önem dolayısıyla Fransızlar tarafından iyi anılır.

padişahı Kanun Sultan Süleyman’dan da yardım istemiş, bunun üzerine Kanuni, Türk Deniz kahramanı Barbaros Hayreddin Paşayla birlikte donanmayı 1543 yılında Tulon’a göndererek onu kurtarmıştı.
Frederik
(Prusya Kralı)
Büyük Frederik adı ile de tanınan Prusya Kralı Frederick, 1712’de doğdu. Babası Birinci Wilhelm’in isteği ile askeri eğitim görmesine rağmen, edebiyat ve felsefeye karşı büyük ilgi duydu. Babasına karşı komplo hazırlamakla suçlanan Frederik, Küstrin kalesine hapsedildi. 1733 yılında Brunswick-Bayern prensesi Christine ile evlenerek Rheinsberg şatosuna çekildi.

Çevresine sanatçı ve filozofları toplayarak kendisini felsefe ve edebiyat çalışmalarına verdi. 1740 yılında babasının yerine tahta geçer geçmez, Avusturya ile savaşa girdi. Silezya’ı Avusturya’dan aldı. Yedi yıl, savaşlarında kendisine karşı güç birliği yapan Avusturya, Fransa ve Rusya’ya karşı kafa tutmayı başardı. Rus Çarı Petro ile bir barış antlaşması yaptı.
Despot bir hükümdar olmasına karşın, bir ordu düzenleyicisi ve komutan olarak askerlik sanatı tarihinde önemli yeri olan bir kişidir. Sanatsever biri olarak tanınan Frederik, sanatçı ve edebiyatçıları korurdu. Meşhur yazar Voltaire’i 1750-1753 yılları arasında sarayında misafir etmişti. Büyük Frederik hazırlattığı medeni kanunla, hukuk alanında da yararlı çalışmalar yapmıştır.

Fuzuli
Osmanlı Divan Edebiyatı’nın en büyük şairlerindendir. Ona göre şiirin temeli ilim, özü sevgidir. Şiirlerinin çoğunda tasavvufu işledi.

Gansu Gavri
Memlük Sultanı Gansu Gavri, 1440 yılında doğdu. Baybirdi tarafından köle olarak satın alındı. Azat edildikten sonra bir çok görevde bulundu. 1458’de Halep’te başlayan bir isyanı bastırarak tanındı. Kayıtbay’ın yetiştirdiği Gansu Gavri, 60 yaşından sonra saltanata geçti. Gansu Gavri, Memlük Sultanı olduğunda Memlükler için önemli meseleler gündemdeydi. Osmanlılar, Memlüklerin kuzey sınırını tehdit ediyor, Şah İsmail Safavi devletini kurmaya çalışıyordu. Ayrıca Mısır’ın ekonomisi ile yakından ilgili olan Hint ticaret yolu, Portekizliler tarafından tahrip edilmeye başlanmıştı. İspanya’daki son müslüman kalesi Gırnata’nın düşmesi ile Fas ve Tunus emirleri, Memlük Sultanının başında olacağı bir federasyon oluşturulmasını istediler. Bu federasyon tüccar, ziyaretçi ve hacılar olmak üzere tüm hıristiyanların bu ülkeden kovulmasını istiyordu. Bu gelişmeler üzerine Gansu Gavri, yabancıların üç aydan fazla Kahire’de kalmalarını yasakladı. Portekizliler onun zamanında Hindistan kıyılarına yerleşti. Böylece Mısır, en önemli gelir kaynağı olan transit vergisini kaybetti ve mali çöküntü hızlandı. Gansu Gavri, Hindistan’a bazı seferler düzenlediyse de bir sonuç çıkmadı ve Portekiz filosu Aden’i aldı. Osmanlı padişahı Sultan İkinci Bayezid’den yardım isteyen Gansu Gavri, Osmanlılarla dostluk ilişkileri kurdu. Ancak, Yavuz Sultan Selim’e karşı Şah İsmail’i desteklemesi, onun aleyhine oldu. Nitekim Yavuz Sultan Selim’in giriştiği propaganda faaliyetlerinde Antep, Halep ve Şam valileri Osmanlılara yakınlık kurdu. Nihayet Mercidabık ovasında yapılan savaşı kaybeden Gansu Gavri bu savaş sırasında 1516 yılında öldü.
Gazi Hüsrez Paşa
Gazi Hüsrev Paşa, 1480 yılında doğdu. Babası Ferhad Bey, annesi Sultan İkinci Bayezid’in kızı Selçuk sultandır. Babası Adana muhafızı olduğu sırada Kölemenlerle yapılan savaşta şehit olmuş, annesi de Sultan İkinci Bayezid’in sağlığında vefat ederek İstanbul’da Bayezid Caminin yakınında bulunan bir türbeye defnedilmiştir. Annesi ile birlikte İstanbul’a yerleşen Gazi Hüsrev Paşa, eğitimini tamamladıktan sonra, dayısı Şehzade Mehmed, kefe sancakbeyliğine tayin edildiğinde onunla birlikte gitti. Semendire Sancakbeyliğine atanan Gazi Hüsrev Bey, Belgrad’ın fethinde önemli hizmetlerde bulundu.

Belgrad’ın fethinden sonra Bosna sancakbeyliğine getirildi. Bosna sancakbeyliğini sırasında Knin, Skradin, Ostovika kalelerini ele geçirdi. Kanuni Sultan Süleyman’ın bazı seferlerine katıldı. Bosna bölgesinde yeni fetihler yaparak sancağının sınırlarını genişletti. Mohaç zaferi sırasında, Balı Paşa ile birlikte önemli rol oynadı. Macarların eline geçen Yayça kalesini kuşatarak teslim almayı başardı.

1533 yılı sonlarında Semendire sancağına nakledildi. 3 yıl kaldığı bu görevde komşu devletlerle çeşitli diplomatik temaslarda bulundu. 1536 yılında tekrar Bosna sancakbeyliğine tayin edilen Gazi Hüsrev Paşa, 18 Haziran 1541 tarihinde vefat etti ve Gazi Hüsrev Bey Camii avlusundaki türbesine gömüldü. Gazi Hüsev Paşa, yoğun fetih ve gaza faaliyetlerinin yanında, Saraybosna ve çevresinin islamlaşmasında çok önemli rol oynayan dini, ticari ve kültürel tesisler yaptırmıştır.

Gazi Osman Paşa
Gazi Osman Paşa, Tokat’ta doğdu. Asıl adı Osman Nuri’dir. Babası, İstanbul kereste gümrüğünde katip olan Mehmed Efendi, annesi Şakire Hatun’dur. Ailenin tek erkek çocuğu olan Osman Nuri, henüz yedi sekiz yaşlarında iken ailesiyle birlikte İstanbul’a babasının yanına gitti. Sırasıyla Askeri Rüştiye, Askeri İdadi ve Mekteb-i Harbiyye okullarını bitirdi. Çeşitli görevlerde bulunan Gazi Osman Paşa, 1859 yılında Osmanlı Devleti’nin nüfus sayımı ile kadastro usulünde haritasının çizilmesinin kararlaştırılması ve bu arada Bursa ilinden başlanması üzerine bu göreve askeri temsilci olarak tayin edildi. 1866’da Girit’te baş gösteren Rum isyanı dolayısıyla buraya yollandı.

Birçok askeri başarı elde etmiş olan Gazi Osman Paşa, asıl şöhretini Sırp prensi Milan’ın 2 Temmuz 1876’da Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmesi esnasında, Rus generallerinin kumanda ettiği Sırp ordusunu bozguna uğratması ile elde etti. 1877-78 Osmanlı Rus savaşları sırasında Plevne’yi başarı ile savundu ve bu savaş sonunda kendisine “gazilik” ünvanı verildi. Askeri şahsiyeti yanında siyasi faaliyetlerde de bulundu. İstanbul’daki dini grupların birleşmesini sağladı. Sarayda bulunduğu süre içinde dış politika konularında Sultan İkinci Abdülhamid’i etkilemeye çalıştı. Gazi Osman Paşa, 4-5 Nisan 1900 yılında, Cuma günü vefat etti ve Fatih Sultan Mehmed türbesi yanına gömüldü.

Gazi Osman Paşa, iyi dercede Arapça, biraz da Farsça ve Fransızca biliyordu. Ferik Neşet Paşa’nın kız kardeşi Zatıgül Hanımla evlendi. Sultan İkinci Abdülhamid kendisini çok takdir ettiği için iki kızını, Gazi Osman Paşa’nın iki oğlu ile evlendirmiştir.
Gedik Ahmed Paşa
Gedik Ahmed Paşa Sırbistan’da doğdu. Sultan İkinci Murad döneminde, iç oğlanı olarak saraya girdi ve Fatih Sultan Mehmed zamanında askeri rütbe ile saraydan çıkıp, kısa bir süre Rum beylerbeyliği yaptı. 1462’de İshak Paşa’nın yerine Anadolu beylerbeyliğine getirildi. İlk büyük askeri başarısını, 1461’de Koyulhisar’ı fethederek sağladı. 1469 yılında Karaman Ereğlisi ve Akhisar’ı fethedip, Fatih Sultan Mehmed’in oğlu Şehzade Mustafa’yı Karaman valisi olarak Konya’ya yerleştirdi.

Ertesi yıl Eğriboz’un fethi ile sonuçlanan sefere katıldı. Aynı yıl Anadolu Beylerbeyliğinden ayrıldı ve vezirlik rütbesini aldı. 1471’de Alaiye’yi, ertesi yıl İçel ve Karaman’da Silifke, Mokan, Gorigos, Gülek ve Lülye’yi ele geçirdi. Karamanoğlu Pir Ahmed ve kardeşi Kasım Bey’i yenilgiye uğrattı. Otlukbeli Meydan Savaşı’nın, Osmanlı zaferi ile sonuçlanmasında önemli rol oynadı. Gedik Ahmed Paşa, 1474’te idam edilen Mahmud Paşa’nın yerine vezir-i azam oldu. Karaman ve İçel’deki askeri faaliyetlerini, düşman eline geçen Ermenek, Manyan ve Silifke hisarlarını geri alarak sürdürdü.

1475’te Kefe, ardından Sulak ve Azap’ı zaptedip, Menkup’u kuşattı. 1477’de Arnavutluk’taki İşkodra seferine çıkmayı kabul etmeyen Gedik Ahmed Paşa, görevinden alınarak Rumelihisarı’nda hapsedildi. Hersekzade Ahmed’in arabuluculuğu ile serbest bırakılıp, Kaptan-ı Deryalığa ve aynı zamanda Avlonya sancakbeyliğine getirildi. 1479’da Ege’de Kefelonya, Zanta ve Ayamavra’yı zaptetti. Fatih Sultan Mehmed, bir donanma ile 1480 yılında Gedik Ahmed Paşa’yı Otranto’ya gönderdi. Otranto’yu Ağustos 1480’de fetheden Gedik Ahmed Paşa, İtalya’da yeni fetihler için hazırlanırken Fatih Sultan Mehmed’in ölüm haberini aldı. Yeni padişah olan Sultan İkinci Bayezid’den destek istediyse de kendisi geri çağrıldı.

1481 yılında Sultan İkinci Bayezid ile Cem Sultan arasında ki savaşa son anda yetişerek, Sultan İkinci Bayezid’ın savaşı kazanmasında önemli rol oynadı. Buna rağmen, Sultan İkinci Bayezid, Cem Sultan taraftarı olduğunu düşündüğü Gedik Ahmed Paşa’yı hapse attırdı. Kapıkullarının ayaklanmasından sonra serbest kaldı. Cem olayından ötürü uzun süredir hareketlerinden endişe edilen Gedik Ahmed Paşa, Sultan İkinci Bayezid’in emriyle 18 Kasım 1482’de Edirne’de, boğdurularak öldürüldü.
Gülbaba
Budapeşte’nin Buda kısmında hala türbesi bulunan meşhur bir Türk mücahididir. Evliya Çelebi’nin rivayetine göre Merzifonlu bir Bektaşi dervişidir. Fatih, İkinci Bayezid, Birinci Selim ile Kanuni Sultan Süleyman’ ın muharebelerinde bulunmuş ve 1541’de Osmanlının Buda kalesi önündeki muharebelerinde şehid düşmüştür.

Orduda çok değer verilen Gülbaba’ nın cenaze namazını Şeyhülislam Ebussuud efendi kıldırmış ve Kanuni Sultan Süleyman hazır bulunmuştur.

Hacı İlbey
Osmanlıların Rumeli fetihlerinde büyük hizmeti geçmiş bir Türk kumandanı olan Hacı İlbey, Balıkesir’de doğmuştur. Karesi Beyi Dursun Bey’e vezirlik yapan Hacı İlbey, Karesi beyliği Osmanlı imparatorluğuna dahil olunca, Osmanlı beylerinden biri haline geldi. Şehzade Süleyman Paşa ile hizmetlerde bulunarak serasker oldu. Konurhisar’ı fethetti. Burayı kendine üs yapan Hacı İlbey, Malkara, İpsala ve Dimetoka’yı aldı. Osmanlı kuvvetlerinin Edirne’yi almasında, Hacı İlbey ile beraberindeki kuvvetler önemli rol oynadı. Çirmen Savaşı’nda Haçlıları bozguna uğrattı. Efsanevi kimliği ile Osmanlı tarih geleneğinde Rumeli’yi fetheden Osmanlı uç beyleri arasında gösterilen Hacı İlbey, 1364 yılında vefat etti.
Hadım Ali Paşa
Hadım Ali Paşa, Sultan İkinci Bayezid zamanında sadrazamlık yapmış Osmanlı vezirlerindendi. Sultan İkinci Bayezid tahta çıktığı zaman Karaman beylerbeyi oldu. Eflak seferinden başarı ile dönen ve 1486’da vezir olan Hadım Ali Paşa, Mısırlılarla yapılan savaşlara katıldı. 1500’de Mora, Modon ve Koron kaleleri ile Kefalonya ve Ayamavri adalarını aldı. 1501’de ilk kez sadrazam oldu. İki yıl sonra azledilerek yerine Hersekzade Ahmed Paşa getirildi.

1506’da ikinci defa sadrazamlığa getirilen ve Şah Kulu isyanında başarı gösteren Hadım Ali Paşa, bu isyan sırasında Şehit oldu. Hadım olmakla beraber cesur, bilgili bir devlet adamıydı. İstanbul’da Divanyolunda, Atık Ali Paşa Camini ve yanındaki medrese, mektep ve imareti o yaptırmıştır.

Halil Hamid Paşa
Küçük yaşlarda İstanbul’a gelmiş, katipliklerde ve Beylikçi maiyetinde çalışmıştır. Sultan I. Abdülhamid zamanında sadrazamlıkta bulunan Osmanlı Vezirlerindendir.

Babadağı’nda görev yaparken Divanı Hümayun Hocalığı rütbesini kazandı. Devlet işlerindeki başarılarından dolayı 1779 yılında Büyük Tezkereciliğe ve Dahiliye Nazırlığı görevlerine getirildi. 1780 yılında Tersane Emini ve bir sene sonra da Dahiliye Nazırı oldu. 1782’de Sadrazamlığa atandı. Daha sonra görevinden azledildi ve Gelibolu’ya sürgün edildi. Bir süre sonra Bozcaada’ya getirildi ve burada başı kesilerek öldürüldü

Hünyadi Yanoş
Hunyadi Yanoş, 1388 yılında doğdu. Aslı Erdel, yani Transilvanyalı eski bir aileye mensup olup, Macarlar onu ortaçağlarda yetişen milli bir kahraman sayarlar.

Gençliğinde Kral Sigismund’un askeri hizmetine girdi. Bulgarlara, sonra Osmanlılara karşı savaşlarda yararlılıklar gösterdi. Macaristan ve Lehistan kralı Vladislas, onu Erdel Beyi tayin etti. Hunyadi, Sultan İkinci Murad’ın son zamanlarında Osmanlı ordusunu Belgrad civarlarında birkaç defa bozguna uğrattı. Fatih Sultan Mehmed’i yerine geçirerek Manisa’ya çekilen Sultan İkinci Murad, Macarlarla 1444 yılında Segedin barışını imzalamıştı. İki hükümdar kutsal kitaplarına el basarak yemin etmelerine rağmen, papanın teşviki ile barış bozuldu. İçinde Hunyadi’nin de olduğu Haçlı ordusu, Varna’yı kuşattı. Varna savaşında Haçlılar müthiş bir bozguna uğradı. Hunyadi ölen kralın yerine Beşinci Vladislas’ın çocuk olmasından dolayı, kral sıfatı ile Macaristan’a hakim oldu. 1456’da ordusunda çıkan bulaşıcı hastalık yüzünden öldü.
Hürrem Sultan
Hürrem Sultan, 1506 yılında doğdu. Kanuni Sultan Süleyman’ın eşi ve Osmanlı tarihinde önemli roller oynamış bir haseki sultandır. Aslen Rus olan Hürrem Sultan’ın asıl adı Roxelanne’dır. Güzelliği nedeniyle küçük yaşta Kırım hanı tarafından Osmanlı sarayına sunulan Hürrem Sultan, sarayda özel bir eğitim gördü. Dişiliği, zekası ve becerisi ile padişahın dikkatini çekmeyi bildi. Harem kadınları ve saray ileri gelenleri arasında kendine yer edindi.

Kanuni’nin aşırı güven ve sevgisini kazanarak onun nikahlı eşi olduktan sonra belli bir plan dahilinde çalıştı, el altından çeşitli entrikalar uygulayarak on altıncı yüzyıl Osmanlı tarihini olumsuz yönde etkiledi. Kanuni’nin, Gülbahar Hatun’dan olan veliahtı Sultan Mustafa’yı ortadan kaldırmak için çeşitli entrikalar ile önce Gülbahar Hatun’u, ardından kırk yaşındaki veliaht Mustafa’yı boğdurttu. Devlet yönetimine de hakim olan Hürrem Sultan, İran savaşını destekledi. Ruslar ve Lehlerle barış içinde yaşanılmasını sağladı. Tüm bunlara rağmen, oğullarından birinin tahta çıkışını göremeden elli iki yaşındayken öldü.

Hüsameddin Paşa
Türk mutasarıfı ve Kaptan-ı Derya’ sıdır. Tersanede yetişti. Zamanla tersane kethüdalığına getirildi. Bu görevinden azledilen Hüsameddin Paşa 1668 yılında mirmiran olarak mutasarrıflığa getirildi. Bir yıl sonra vezirlik verilerek Kaptan-ı Derya’lığa tayin edildi.
Çeşme olayında İngilizlerle karşılaştı. Cezayirli Hasan Paşa’ nın tavsiyelerine uymayarak Osmanlı donanmasını Çeşme limanında topladı. Bu durum Osmanlı gemilerinin hareket etmesine engel oldu. İngiliz amirali Elfinston limanın ağzını kapayarak Osmanlı gemilerini ateşe verdi. Kaptan-ı Derya Hüsameddin Paşa, baştardısı ile Sakız Adası’na sığındı ve daha sonra İzmir’e geldi. Burada iken azledildi. (1770)

Hüseyin Avni Paşa
Hüseyin Avni Paşa, 1820 yılında Isparta Gelendost’ta doğdu. İstanbul’da medresede okudu. Harbiye’ye girdi. 1848 yılında kurmay yüzbaşı olarak mezun oldu. Bir süre Harbiye mektebinde tabiye hocası olarak görev aldı. Kırım savaşına katıldı. Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa’nın kurmay başkanı, daha sonra da Mektebi Harbiyeyi Şahane nazırı oldu. Hassa müşiri ve serasker kaymakamlığına getirildi. Girit kumandanı iken (1867), adanın valiliğine tayin edildi. 1868’de önceden vekalet ettiği seraskerlik makamına getirildi. Mahmud Nedim Paşa sadrazam iken, seraskerlikten alındı. Isparta’da on bir ay sürgünde kaldı (1871).

Affedilerek Aydın valiliğine getirildi. Daha sonra Bahriye nazırı oldu. 1873’te ikinci defa seraskerliğe tayin edildi. 1874’te sadrazamlığa getirildi. On dört ay sonra azledilerek önce İzmir, sonra da Bursa valiliklerine gönderildi. Dördüncü defa seraskerlik verildiği zaman yenilik taraftarlarıyla birleşti. Sadrazam Mütercim Rüştü Midhat ve Süleyman Paşa’nın sarayında toplanan vekiller heyeti, Sultan Abdülaziz’i indirerek yerine Sultan Beşinci Murad’ı geçirdi. Taht değişikliğinden sonra meşrutiyet isteyenlerle fikir ayrılığına düştü. Özellikle Midhat Paşa ile anlaşamadı. Sultan Beşinci Murad’ın saltanatı zamanında seraskerlikte kaldı. Midhat Paşa’nın sarayında yapılan Vekiller heyeti toplantısına, Sultan Abdülaziz taraftarı Çerkez Hasan bir baskın düzenledi. Hüseyin Avni Paşa’ya şahsi bir meseleden dolayı kırgın olan Çerkez Hasan, toplantı odasında Hüseyin Avni Paşa’yı öldürdü (1876)

Itri
Asıl adı Buharizade Mustafa olan Itri, 1640 yılında İstanbul’da doğdu. İlk öğreniminden sonra Yenikapı Mevlevihanesi’ne devam etti ve Türk dini musikisini öğrendi. Zenci Ahmet Efendiden edebiyat ve hat, bestekar Hafızdan musiki dersleri aldı. Kırım hanı Selim Giray’ın himayesini gördü. Sultan Dördüncü Mehmed’in takdirini kazandı. Padişaha nedimlik ve hanendelik yaptı.

Enderun’da musiki dersleri verdi. Elli yaşında saraydan ayrıldı. Esirciler kahyalığına getirildi. Ölümüne kadar bu görevinde kaldı. Itri, musikiden başka hattatlık ve meyve yetiştiriciliği ile de meşgul oldu. Itri mahlasıyla şiirler ve hece vezniyle türküler yazdı. Dini ve dindışı binden fazla eser besteledi. 1712 yılında vefat etti.

İbn Kemal
Şemseddin Ahmed İbn Kemal, 1468 yılında Edirne’de doğdu. Gençliğinde sipahi askeri olarak orduya katıldı. Edirne’de medreseye girdi. Öğrenimini tamamladıktan sonra, Edirne’deki Taşlık Medresesine müderris olarak atandı. Bu görevde iken Sultan İkinci Bayezid’in emriyle, Tarih-i Al-ı Osman adlı ilk eserini yazdı. Daha sonra Üsküp’teki İshak Paşa medresesine atanan İbn Kemal, oradan da Edirne’deki Sultan Bayezid Medresesi müderrisliğine getirildi. Yavuz Sultan Selim’in gözüne girmeyi başaran İbn Kemal, Çaldıran zaferinden sonra Edirne kadılığına, sonra da Anadolu kazaskerliğine getirildi. Mısır seferine katıldı. 1519 yılında Anadolu kazaskerliği görevinden alınarak Edirne Darülhadis müderrisliğine atandı. Kanuni Sultan Süleyman döneminde şeyhülislam olan İbn Kemal 1534 yılında vefat etti.
İbnül Emin
Asıl adı Mahmud Kemal İnal olan Türk tarihçisi ve yazarıdır. 1870 yılında İstanbul’da doğdu. Şehzadebaşı rüştiyesini bitirdi, bir süre Mülkiye’de okudu. Hukuk fakültesine devam etti. Arapça, Farsça, Fransızca, din bilimleri, hadis ve hat sanatını öğrendi. Vilayatı Mümtaze ve Muhtare kaleminde, Sadaret Mektubi kaleminde ve Vilayeti Sitteyi Teftiş ve Islahat komisyonunda çalıştı. Vilayeti Mümtaze kalemi müdürü oldu. Türk İslam eserleri Müzesini kurdu ve müdürlüğünü yaptı. Biyografi ve tarih alanında eserler verdi. Eserlerinden bazıları şunlardır : Son Asır Türk Şairleri, Osmanlı Devletinde Son Sadrazamlar, Son Hattatlar, Hoş Sada.

İbrahim Müteferrika
Türk matbaacısı olan İbrahim Müteferrika, 1674 yılında Macaristan’ın Kolojvar kentinde doğdu. Protestan bir Macar ailesinin oğlu olan İbrahim Müteferrika İlahiyat öğrenimi gördüğü sırada Türklere esir düştü. İstanbul’a getirildi ve Müslüman oldu. Osmanlı Devleti’nde (vezirlerin emirlerini ilgililere duyurma görevi) müteferrikalık yaptı. Dil bilmesinden dolayı başka devletlerle olan müzakere heyetlerinde bulundu. Bir süre, Türkiye’ye davet edilmiş bulunan Macar beyi F.Rakoezi’nin hizmetine verildi.

Macaristan’daki öğrenimi sırasında basım ve hak işlerini de öğrenmiş bulunduğundan bir matbaa kurmayı amaç edindi. 1719-1720 yılları arasında matbaayı kurdu. İbrahim Müteferrika’nın bu teşebbüsüne karşı çıkan din taassubunun yenilmesinde, Damad İbrahim Paşa’nın büyük yardımı oldu. Bununla birlikte, matbaanın açılmasına ancak dini olmayan eserler basmak şartıyla fetva verildi. Bu matbaada basılan ilk önemli eser Vankulı Lugati’dir. Bundan başka 16 önemli eser ve bazı haritalar da basıldı. İbrahim Müteferrika’nın matbaası tarihteki ilk Müslüman Türk matbaasıdır. Fakat Türkiye’de gayrimüslimlerin daha önce açmış bulundukları matbaalar vardır.
İbrahim Paşa
İbrahim Paşa, 1789’da Kavala’da doğdu. Babası Kavalalı Mehmed Ali Paşa’dır. Babası Mısır’da yarı bağımsız bir idare kurduğu sırada İbrahim İstanbul’daydı. İbrahim, buradan Mısır defterdarlığına tayin edildi. Kölemen ve Vahhabilerin isyanlarını bastırmak üzere Said’e (Yukarı Mısır) gönderildi. Burada Bedevilerle mücadele etti.

Vahhabi harketi Suriye ve Irak’ı tehdit etmeye başlayınca, babası tarafından bu sorunu çözmekle görevlendirildi. İbrahim, bunun üzerine 1816 yılında Hicaz’a hareket etti. Bir süre Medine’de kaldı. Halka iyi davranarak kendine taraftar topladı. Bu sırada kendisine “Paşa” ünvanı verildi. El-Reis ve El-Şekre gibi önemli yerleri ele geçiren İbrahim Paşa, isyanı bastırdı. Mora isyanı başlayınca, Osmanlı devleti tarafından yardımı istenen Kavalalı Mehmed Ali Paşa, isyanın bastırılması işini oğlu İbrahim Paşa’ya verdi. İbrahim Paşa, Osmanlı donanması ile birleşmek üzere Rodos’a gitti. Sonra Mora’ya geçti. Modon’a girdi. Navarin’i kuşattı ve teslim olmaya zorladı. Yunanlılara yardıma gelen İngiltere, Fransa ve Rusya, Navarin’de Osmanlı donanmasını yaktı. Bu sırada Yunanistan bağımsızlığını ilan etti. İstediği Suriye valiliğini alamayan Kavalalı Mehmed Ali Paşa, İbrahim Paşa’yı Suriye’ye gönderdi. Kısa sürede Kudüs ve Nablus’u aldı. Sur, Sayda, Beyrut ve Trablus gibi şehirleri ele geçiren İbrahim Paşa, burada sükuneti sağlamaya çalıştı. Müslüman olmayanlara bazı imtiyazlar verdi. Halkın ve Avrupalıların takdirini kazandı.

Üzerine yollanan Osmanlı kuvvetlerinin hepsini yenen İbrahim Paşa, Adana’ya kadar ilerledi. Daha sonra da Osmanlıların kendisini durdurmak için atadıkları Mehmed Reşid Paşa ile karşılaşmak üzere Konya’ya gitti. Yapılan savaşta İbrahim Paşa, Osmanlı Ordusunu yendi ve Kütahya’ya kadar ilerledi. Yapılan Kütahya antlaşması gereği Suriye, Filistin ve Adana Mısır’a bırakıldı. İbrahim Paşa Suriye genel valiliğine getirildi. Bir süre sonra, Kavalalı Mehmed Ali Paşa ve Osmanlılar arasındaki antlaşmazlık, Mısır valiliğinin veraset usulü ile (hidivlik) Mehmed Ali Paşa ailesine bırakılması ile son buldu. İbrahim Paşa, bu gelişmelerden sonra Suriye’yi terk etti ve Mısır’ın içişleri ile uğraşmaya başladı. Babasının yaşı ilerleyince Mısır idaresini eline aldı. İstanbul’a çağrılarak valiliği tasdik edilen İbrahim Paşa, Mısır’a dönüşünden kısa bir süre sonra, 1848 yılında Kahire’de öldü.

İdris-i Bitlisi
Akkoyunlu Sultanı Uzun Hasan’ ın oğluYakub’ un yanında memur olarak çalıştı. Daha Osmanlıların himayesine girerek Sultan Birinci Selim’ in yanında bulundu. Padişahın İran seferine katılan İdris Bitlisi’ nin Doğu bölgesinin fethinde büyük yardımları olmuştur. Mardin’ i ele geçirdi. Musul’ un ilhakında etkin rol oynadı. Memleketin dahili işlerini düzenlemek amacıyla çalışmalar yaptı. Mısır’ ın fethinde de bulunan Bitlisi, ilk sekiz osmanlı padişahı hakkında Farsça manzum bir tarih yazdı. Heşt Behişt (Sekiz Cennet)
İsa Çelebi
İsa Çelebi, Yıldırım Bayezid’in oğullarından biridir. Timur’un, babası Yıldırım Bayezid’i 1402 yılında Ankara Meydan Savaşı’nda yenmesinden sonra Bursa ve Balıkesir’e yerleşti. Yıldırım Bayezid’in ölümü ile şiddetlenen kardeş kavgalarına katıldı. Fetret Devri içinde yaşanan bu taht mücadeleleri sırasında, Saruhan ve Menteşe beyliklerinden yardım aldı. Ancak kardeşi Musa Çelebi tarafından öldürüldü.

İsmail Dede Efendi
Klasik Türk Müziğinin en büyük isimlerindendir. III. Selim, II. Mahmud ve Abdülmecid tarafından çok sevildi. Beşyüzden fazla bestesinden günümüze 267’si ulaştı.

Jan Sobieski

Jan Sobieski, 1629 yılında Lwow-Olesko’da doğdu. Babası Teofila Danilowicz’dir. Eğitim ve öğretimini Krakow’da tamamladı. Tatarlar ve Kazaklara karşı Ukrayna’da giriştiği saldırılara karşılık başkumandan oldu. Askeri alanda çok üstün yeteneklere sahipti. Lehistan’daki iç karışıklıktan faydalanan Osmanlılar, Lehistan’ı istila etti. Sobieski, bütün birliklerini toplayarak Osmanlılara karşı savaştı. Ancak başarılı olamadı ve Osmanlılarla Bucaş antlaşmasını imzalamak zorunda kaldı. Sobieski, çok geçmeden bu antlaşmayı bozdu ve 11 Kasım 1673’te Osmanlıları Hotin’de yendi.

Osmanlılar bir süre sonra Hotin’i geri aldılar. Sobieski, 1674 Seçici Meclisi’ne 6000 kıdemli asker ile birlikte katıldı ve muhaliflerini korkutarak 21 Mayıs 1674’te “Üçüncü Jan” adı ile Lehistan Kralı seçildi. 31 Mart 1683’te kutsal Roma İmparatoru Birinci Leopold ile antlaşarak, hayatının en parlak dönemini başlatmış oldu. İkinci Viyana Kuşatması, 12 Eylül 1683’te kaldırılmış, Macaristan bağımsızlığına kavuşmuştu. Tarihte bir dönüm noktası olan bu zaferi, Jan Sobieski’nin bizzat yönettiği Lehistan süvarisi kazanmıştı. Ancak Jan Sobieski’nin bu başarısı Lehistan’a bir şey kazandırmadı. Krallığının son on iki yılı oldukça talihsiz ve hayal kırıklıkları ile geçti. 1696’da Wilanow’da öldü.
Jan Zapolya
Jan Zapolya, 1487 yılında Slovakya’da doğdu. Soylu bir Macar ailesinden geliyordu. 1505’te Macar soyundan olmayan prenslerin kral seçilmesini engelleyen bir karar alan Rakos Diyetine (Meclisine) önderlik etti. Bunun üzerine soyluların kral adaylarından biri oldu. 1511’de Transilvanya Voyvodalığına getirilen Jan Zapolya, 1514’te soylulara karşı başlatılan köylü ayaklanmasını kanlı bir şekilde bastırdı.

Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın Macaristan seferi, 1526 yılında Mohaç zaferi ile sonuçlandı. Zapolya, Kasım 1526’da bir bölüm Macar soylusu tarafından kral seçildi. Ancak muhalif Macar soylularının, Avusturya Arşidükü Ferdinand’ı kral seçmeleri, iki yıl süren bir iç savaşa neden oldu. Ferdinand’a yenilen Zapolya, Osmanlılara başvurdu. Kanuni Sultan Süleyman’ın 1529’da yeniden Macaristan’a girmesi ile Zapolya’nın konumu güçlendi. Macar toprakları 1533 yılında Zapolya ve Ferdinand arasında paylaştırıldı. 1538’de yaptığı antlaşmaya uymayan Jan Zapolya, yerine oğlu Sigismund’u bıraktı ve 1540 yılında Transilvanya’da öldü.
Joseph
İkinci Joseph, 1741 yılında Viyana’da doğdu. Macar asıllı bir mürebbi tarafından yetiştirildi. Bunların yaptığı aşırı dini telkinlere tepki olarak dine karşı cephe aldı. Çeşitli diller öğrendi. Profesör Martini’den tabii hukuk dersleri aldı ve Fransız filozofların düşüncelerini benimsedi. Babasının ölümünden sonra imparator olunca, ülkede her şeyi kökünden düzeltmek için mücadele etti. Birçok dış seyahatte bulundu. Ülkesinde önemli reform hareketleri yapmaya başladı. Papanın yetkilerini kısıtladı. Mahalli devletler temsilcilerinin yerine, yüksek öğrenim görmüş memurlar tayin etti. Eyaletlerde aynı tip idare bölümleri kurdurdu. Milli bir ordu kurulmasını sağlamak amacı ile askeri reform kanunları çıkarttı. Bu sırada Rus Çariçesi İkinci Katarina, İkinci Joseph’i Osmanlılara karşı kışkırtıyordu. Eyaletlerdeki ayaklanmalardan korkan İkinci Joseph, yaptığı reformlardan vazgeçti. Türk seferlerinden bitkin dönen Joseph, 20 Şubat 1790’da öldü.

Kabakçı Mustafa Paşa
Kabakçı Mustafa Boğaz yamaklarından olup, 30 Mayıs 1807’de Rumeli Kılaı Nazırlığı ile Turnacıbaşı ünvanını aldı. 13 Temmuz 1808’de idam edildi.

Kahraman Paşa
1684 yılında Rumeli Beylerbeyi oldu. 1689’da da Podolya eyaletinin merkezi Kamaniçe’de Lehlileri yendi.
Kalendar Çelebi

Kütahya’da doğmuş, 16. Yüzyılda yaşamış tanınmış şairlerimizdendir. Eğitimini medreselerde tamamlayarak sarayda kadı olarak görev almıştır. Bilecik Kadılığı görevindeyken delirerek ölmüştür. Mezarı Bursa Pınarbaşı’ndadır.
Kalenderoğlu

Kalenderoğlu Mehmed, 17. yüzyılda patlak veren Celali isyanının ele başıdır. Ankara’nın Yassıviran köyünden olan Kalenderoğlu Mehmed, ilk olarak seksen kişi ile hükümete karşı harekete geçti. Affedilmesine rağmen 1604’te yeniden başkaldırdı. Anadolu Beylerbeyi’ni yenilgiye uğrattı.

Manisa ve dolaylarını tahrip etti. Kuyucu Murad Paşa’nın isteği ile kendisine Ankara Sancakbeyliği verildi. Ankara’ya gelirken yolda kervanları soydu. Bu yüzden halk tarafından şehre sokulmadı. Bunun üzerine şehri kuşattı.

Bursa’ya çekilen Kalenderoğlu, Kara Sait ve Piri’nin de kendisine katılması ile daha da kuvvetlendi. Üzerine gönderilen kuvvetleri yendi. Halep’te bulunan Sadrazam Kuyucu Murad Paşa, Kalenderoğlu’na karşı harekete geçti. İçel’de bulunan Musli Çavuş’a bu bölgenin sancakbeyliği verildi ve Kalenderoğlu ile birleşmesi engellendi. Göksun Ovası’nda yapılan savaşta Kalenderoğlu yenilgiye uğradı ve İran’a kaçtı. Onun kaçmasından sonra yandaşları dağıtıldı.
Kara Davut Paşa

Boşnak asıllı Osmanlı sadrazamı. Enderunda yetişti ve III. Mehmed döneminde saraya çuhadar, 1604’te de kapıcıbaşı oldu ve saraydan ayrıldı. Rumeli Beylerbeyliği yaptı. Sultan I. Mustafa’nın tahta geçmesiyle Kaptan-ı Derya oldu ve tekrar Rumeli Beylerbeyliği’ne getirildi. I. Mustafa’nın kız kardeşi ile evlenerek saraya damat oldu ve vezirliğe yükseldi. Sırasıyla Silistre Beylerbeyi, Hotin Seferi sırasında da Rumeli Beylerbeyi oldu.

Valide Sultan’ın etkisinde kaldı ve Valide Sultan tarafından sadrazamlığa getirildi. II. Osman’ı öldürtmekle görevlendirildi. Padişahtan aldığı ferman ve Rumeli ve Anadolu kazaskerlerinin verdiği fetvalarla II. Osman’ı öldürtmek zorunda kaldı. Bunun üzerine halkın nefretini kazanarak görevinden azledildi. Yeniçerilerle sipahilerin kendisini öldürmek istemeleri üzerine saklandı, fakat bir süre sonra yeniçeriler tarafından yakalandı. Padişahın, II. Osman’ın öldürülmesi için verdiği fermanı ve kazaskerlerin verdiği fetvaları gösterdi ise de, sadrazam Gürcü Mehmed Paşa’nın emriyle öldürüldü

Kemankaş Kara Mustafa Paşa
1592’de Arnavutluk’ta doğdu. Yeniçeri ocağından yetişti. Çorbacılık ve kul kethüdalığı yaptı. 1633-34 yılında sekbanbaşı ve Mart-Nisan 1635’te yeniçeri ağası olan Kemankeş Kara Mustafa Paşa, 17 Ekim 1635’te Kaptan-ı Derya, Aralık 1638’te Sultan Dördüncü Murad döneminde de sadrazam oldu. Bağdat Seferi sırasında, padişahın her konuda danıştığı paşalardan biri oldu. Bağdat seferi sonunda Kasr-ı Şirin antlaşmasını imzalayarak İstanbul’a döndü. Devlet teşkilatında geniş bir ıslahat yapmayı tasarladı.

Gelir ve giderleri ayarlayarak sarayda tasarruf yapılmasını sağladı. Paşanın bu davranışları bazı kişilerin çıkarlarına dokundu. Kösem Sultan’ın Mustafa Paşa hakkındaki entrikalarına, Cinci Hoca ve Silahdar Yusuf Paşa’nın çalışmaları eklenince, Sultan Birinci İbrahim’in emriyle 26 Ocak 1644’te idam edildi. Mezarı Parmakkapı’da kendi yaptırdığı medresededir. Yiğit, cesur ve tedbirli bir devlet adamıydı. Ayrıca Kurşunlu Mahsen’deki bir kiliseyi camiye çevirtti. Tokat’ta Mehmed Paşa Hanı’nı tamir ederek cami ve hamam yaptı. 500 ev inşa ederek Sivas Yenişehrini meydana getirdi. Eğri’de büyük bir hamam, mektep, sayısız çeşmeler ve Edirne’de Köse Mihal köprüsünü yeniden yaptırdı.

Kara Yorgi
Yugoslav Kara Corceviç hanedanının kurucusu Kara Yorgi, 1752’de Vişavag’da doğdu. Osmanlılara karşı Avusturya gönüllüler birliğinde küçük bir subay olarak bulundu. Osmanlılarla Vişar’da savaştı ve Belgrad’a girdi. Sırp prensleri soyundan ilan edildi. Çar onu, önce destekledi ise de, 1812’de Bükreş’te yapılan Osmanlı-Rus antlaşması üzerine, ona olan desteğini çekti. Osmanlı kuvvetlerinin yaptığı akınlar sonunda Avusturya’ya kaçtı. Graz’da bir süre göz altında bulunduruldu ve 1817’de Sırbistan’a döndü. Fakat Sırbistan’ın yeni hakimi Miş Obrenoviç’in emriyle öldürüldü.
Karamani Mehmed Paşa
Karamani Mehmed Paşa, Mevlana’nın torunlarındadır. 1458’de vezir, 1464’te nişancı, 1478’de sadrazam oldu. Fatih Kanunnamesi’nin hazırlanmasında önemli rol oynadı. Nişani takma adı ile düz yazılar ve şiirler de yazan Karamani Mehmed Paşa’nın en önemli eseri “Osmanlı Sultanları Tarihidir”. Fatih Sultan Mehmed’in ölümünden sonra, Cem Sultan’ı tahta çıkarmak istedi, ancak Sultan İkinci Bayezid taraftarlarınca öldürüldü. Mezarı, Kumkapı’daki Karamani Mehmed Paşa Camii’nin avlusundadır.

Karamanoğlu İbrahim Bey
Dedesi Alaeddin Bey, babası Mehmed Bey’dir. Babasına karşı gelerek onun zamanında hükümdarlığa geçtiyse de, kısa süre sonra babası idareyi tekrar ele aldı. Mehmed Bey’in ölümünden sonra Karaman Beyi oldu. Osmanlı Devleti’ne bağlı kalmak istemedi. Konya şehri Osmanlıların eline geçtikten sonra Sultan İkinci Murad, kız kardeşinin hatırı için onu Konya’da vali olarak bıraktı. Fatih Sultan Mehmed devrinde Osmanlılarla tekrar savaşa başladı. 1454 yılında öldü.
Karamürsel
Osman Gazi ve Orhan Gazi’nin komutanlarından olan Karamürsel, Osmanlı Devleti’nin ilk Kaptan-ı Derya’sıdır. İzmit civarını fethetti. “Karamürsel” kazası onun adını taşır. Doğum ve ölüm tarihleri belirsizdir.

Katarina II.
(Rus Çariçesi)
Rus Çariçesi İkinci Katarina 1729’da doğdu. Alman asıllı olan İkinci Katarina, Çar Üçüncü Petro ile evlendi ve onun ölümü üzerine 1762 yılında tahta çıktı. 1774-75 yılları arasında Pugaçev ayaklanmasını bastırmayı başaran İkinci Katarina, adliye, maliye, idare alanlarında reformlar yaptı. Osmanlılar’dan Kırım’ı, Lehistan’dan da doğu topraklarını aldı. Voltaire ve Diderot ile mektuplaşan İkinci Katarina, tarihte “Büyük Katarina” olarak anılır. 1796’da öldü.

Katip Çelebi
Katip Çelebi 1609 yılında doğdu. Asıl adı Mustafa olup, doğu ve batı kitaplarında kendisine Hacı Kalfa, Hacı Halife’de denilmektedir. 17 yaşında iken divan kalemlerinden birine girdi. Silahdar olan babası ile bir yıl sonra Tercan ve Bağdat seferlerine katıldı. Babasının Musul’da ölmesi üzerine İstanbul’a geldi. Ünlü bilginlerin derslerine devam etmeye başladı. Bağdat, Halep, Hicaz ve Revan’a orduyla birlikte gitti, gittiği yerlerde bilgi ve görgüsünü arttırdı. 1638 yılında yakın akrabalarından birinin ölümü üzerine, kendisine kalan ufak bir mirastan yararlanarak devlet hizmetinden ayrıldı. Bu tarihten sonra istediği tüm kitapları okudu, medrese eğitiminden de daha geniş ölçüde yararlandı. Katip Çelebi, doğu illerinin yanı sıra Fransızca ve Latince de öğrenerek, batıdaki bilimsel gelişmeleri izleme olanağı buldu. Japonya’dan Irak ve Erzurum sınırına kadar uzanan ülkelerin tarih ve coğrafyasını anlatan Cihannüma adlı kitabı da, batı bilginlerine kaynaklık etmiştir. Yaşadığı çağın bilim anlayışının dar sınırları içinde kalmayarak, dünyanın yuvarlak olduğuna kanıtlar arayan ve batıdaki astronomi araştırmaları üzerine yazılan eserleri çeviren Katip Çelebi, döneminin koşullarını aşan bir bilim dünyasının ilk yaratıcılarından biridir. 1657’de vefat etti.

Kavalalı Mehmed Ali Paşa
Kavalalı Hüseyin Ağa’nın yeğeni, derbend ağası İbrahim Ağa’nın oğludur. Hüseyin Ağa’nın oğlu Halil Ağa’nın, serçeşmeliğiyle Mısır’a başıbozuk askeriyle gidip, Halil Ağa havası ve suyuyla uyuşamayarak dönünce serçeşme olmuştur. Gittikçe güç kazanarak, Hüsrev Paşa ve Hurşid Paşa’nın valilikleri sırasında sivrildi. 1805 yılı başlarında vezirlikle Cidde valisi tayin edildiyse de, uzaklaştırılması mümkün olamayıp Mısır valisi olmuştur. 1806’da Selanik valiliğiyle alınarak Musa Paşa tayin edildiyse de o da girmeye muvaffak olamayıp, Ekim-Kasım 1806’da yeniden vali oldu. Vehhabi meselesinin bitirilmesinde hizmet gördü. Yunan üzerine, oğlu İbrahim Paşa’yı ve yeterli kuvvet gönderip devlete bağlılık gösterdi. Mora’dan askeri geri alması, 1831-32’de Ağa Hüseyin Paşa’nın Mısır valiliğiyle serdar-ı ekremliğini ve sonra Reşid Paşa’nın serdar-ı ekremliğini doğurmuşsa da, 1832-33’de Konya’da itaat ederek o yıl, Beriyetü’ş-Şam ve Halep eyaleti ek olarak kendisine verildi.

Vilayetlerin gelirlerini vermede yavaşlığı 1839’da Mısır’ın kopma arzusunu bir daha göstermiş, 1841’de Beriyetü’ş-Şam, Adana ve Cidde eyaletlerinin Mısır’dan ayrılması ve Akka’nın ömür boyu verilmesi ile Mısır valiliğinin babadan evlada geçmesini ve ardından sadarat payesinin verilmesini de yanında getirmiş, 1846 yılında donanmanın iadesinden sonra İstanbul’a gelerek padişahın ayağına yüz sürmüştür. Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın hastalığı ve yaşlılığı sebebiyle Mısır valiliğine Eylül 1848’de oğlu İbrahim Paşa geçti. Mısır’da askeri ve siyasi idarede birçok ıslahat ve ayrıca birçok da hayır eseri meydana getiren Kavalalı Mehmed Ali Paşa 1849 yılı Eylül-Ekim’inde vefat etti.
.

Kazıklı Voyvoda
Kazıklı Voyvoda olarak tanınan Eflak Prensi Dördüncü Vlad, Voyvoda Dracola’nın oğludur. Fatih Sultan Mehmed zamanında Osmanlılara karşı savaştı. Ele geçirdiği Türk esirlerini kazığa vurarak ve türlü işkencelerle öldürerek Balkanlarda kanlı bir iz bıraktı. Vidin Bey’i Hamza Paşa’yı ve beraberindekileri kazığa vuran kişi de O’dur. Esirlerin derilerini yüzdürerek üzerine tuz sürdürüp keçilere yalatmak, kendisine gönderilen Osmanlı elçilerinin çıkartmak istemedikleri sarıklarını kafalarına çaktırmak, annelerin memelerini kestirip yerlerine çocukların başlarını sokturmak gibi akıl almaz işkence usullerini icat etmiş vahşi bir liderdir. Fatih Sultan Mehmed tarafından yakalanmaya çalıştıysa da kaçmayı başarmış, nihayet kendi adamlarından biri tarafından 1462 yılında öldürülmüştür.

Koca Mimar Kasım Ağa

Arnavut asıllı Koca Kasım Ağa, devşirme olarak İstanbul’a getirildikten ve belirli devlet kademelerini geçtikten sonra hasbahçeye alındı. Mimarlığı Davud Ağa’dan öğrendi. Adı ilk defa 1597 yılında Dikilitaş yakınındaki Valide Sultan Hamamı’nın onarımı sırasında duyuldu. Mimarbaşı Hasan Ağa’nın ölümü üzerine 1622 yılında başmimarlığa getirildi. Altı ay süren bir çalışmadan sonra Topkapı Sarayı’nın en güzel kasırlarından biri olan, Sepetçiler Köşkü’nü yeniden yaptı.

1598’de Mimar Davud Ağa’nın planı ile başlanan ve dört mimar tarafından tamamlanan Yeni Camii’nin yapımına yardımcı oldu. Yaşının ilerlediği yıllarda “Koca Mimar” adı ile anılan Kasım Ağa, mimarlık yeteneği ve çalışmalarından çok, o devirde saraydaki siyasi faaliyetleriyle ve vezirlere öğütler vermesiyle tanındı. Sultan Birinci İbrahim zamanında sadrazam Kara Mustafa Paşa’nın yakın dostluğunu kazandı. Kara Mustafa Paşa, Sultan Birinci İbrahim’in yönetimi sırasında öldürülünce, Kara Mustafa Paşa’nın yakınlarıyla birlikte Kasım Ağa’nın da malı mülkü elinden alındı ve Mimarbaşılıktan azledilerek, 1644 yılında Gelibolu’ya sürüldü. Sarayda nüfuzu artan Cinci Hoca’nın aracılığıyla, bir yıl sonra İstanbul’a döndü. Köprülü Mehmed Paşa’nın sadarete getirilmesine ve böylece Osmanlı tarihinde Köprülüler devrinin açılmasına sebep olan Koca Kasım Ağa’nın bu siyasi etkisi, mimar olmasından çok siyasi kişiliğinin ön planda kalmasına neden oldu. 1659 yılında vefat etti.
Koca Ragıp Paşa
Osmanlı Sadrazamı Koca Ragıp Paşa, 1698 yılında İstanbul’da doğdu. Babası defterhane katibi Şevki Mustafa Efendiydi. Yetenekli ve zeki bir insan olduğundan, küçük yaşta babasının yanında Doğu dillerini öğrenmiş, iyi bir öğrenim görmüştü.

Bağdat defterdarlığı, Sadaret mektupçuluğu gibi memurluklarda bulunmuş, 1740’ta Reisülküttaplığa, 1743’te de Mısır valiliğine atanmıştı. Bağdat defterdarlığı sırasında bilim, edebiyat ve idare işlerinde gösterdiği başarı, Bağdat valisi Ahmet Paşanın takdirini kazanmış, vali için yazdığı kaside de para bağışı ile mükafatlandırılmıştı. 1756 yılında Sultan Üçüncü Osman’ın sadrazamı olarak sadarete geldi. Sultan Üçüncü Mustafa zamanında da sadrazamlığa devam etti.

Devlet memurluklarının alt kademelerinden başlayarak sadrazamlığa kadar yükselen Koca Ragıp Paşa, İmparatorluğunun çözülmeye yüz tuttuğu bir dönemde sadrazamlığı başarıyla yürütmüştür. 1753 yılında Sultan Üçüncü Mustafa’nın dul kız kardeşi Saliha Sultan ile evlenmiş, bu evlilik kendisini padişaha daha da yakınlaştırmıştır. Sadrazamlığı sırasında imparatorluk sürekli barış içinde yaşamıştır.

Vilayetlerde asayişin korunması, maliyenin düzeltilmesi, askerin disiplinli eğitimi, savaş gemileri yapımı, Laleli Camii inşası, Koca Ragıp Paşa devrine rastlar. Devlet adamlığını ve edebi kişiliğini bir arada yürüten Koca Ragıp Paşa, yaşarken şiirlerini toplayamamış ancak ölümünden sonra Müstakimzade’nin yardımı ile şiirleri düzenli bir divan halinde toplanmıştır. Koca Ragıp Paşa’nın günümüze kadar gelen ve İstanbul kütüphanelerinin bazılarında asıllları bulunan diğer eserleri ise Münşead Mecmua, Tahrik ve Tevfik, Safinat al Ragıp’tır. 1763 yılında ölen Koca Ragıp Paşa, İstanbul Koska’da kendi adını taşıyan kütüphanenin yanında gömülüdür.

Koca Sinan Paşa (Mimar Sinan)

Mimar Sinanın Mihrimah Sultan. Mimar Sinan Kimdir İstanbul Osmanlı Baş Mimarı İnşaat Mühendisi Baş Yapıtı Ustalık Eseri Dünya Usta Mimarlık
Mimar Sinanın Mihrimah Sultan. Mimar Sinan Kimdir İstanbul Osmanlı Baş Mimarı İnşaat Mühendisi Baş Yapıtı Ustalık Eseri Dünya Usta Mimarlık

Koca Sinan Paşa 1520 yılında Arnavutluk’ta doğdu. Küçük yaşta devşirme olarak saraya alınan Sinan Paşa, Kanuni Sultan Süleyman’ın Çaşnigirbaşılığına kadar yükseldi. Malatya Sancakbeyliği ile saraydan ayrıldı.

Kastamonu, Gazze ve Nablus Sancakbeyliklerinde bulundu. Erzurum, Halep ve Mısır’da beylerbeylik görevini yaptı. Yemen’de çıkan isyanı bastırıp “Yemen Fatihi” olarak ün kazandı. 1504 yılında Tunus’un fethini tamamladı.

Mimar Sinanın Türkiye Dışındaki Eserleri Mimarsinan Yapıtları Geçmiş Dünya Usta Mimarlık Mimari Camii Köprü Yol Han Su Kemeri Saray
Mimar Sinanın Türkiye Dışındaki Eserleri Mimarsinan Yapıtları Geçmiş Dünya Usta Mimarlık Mimari Camii Köprü Yol Han Su Kemeri Saray

İran’a savaş açılmasını savundu. Sokullu Mehmed Paşa’nın karşı koymasına rağmen, bu isteği kabul edildi.

İran savaşının ikinci yılında ölen Mustafa Paşa’nın yerine İran serdarı oldu. Sokullu Mehmed Paşa’nın öldürülmesinde sonra 1580 yılında sadrazam oldu. İran savaşlarındaki başarısızlığı yüzünden serdarlıktan ve sadrazamlıktan azledildi. 4 yıl süren sürgün hayatından sonra Şam beylerbeyliğine tayin edildi.

Mimar Sinan Heykeli Ve Selimiye Camii Mimarsinan Yapıtları Geçmiş Dünya Usta Mimarlık Mimari Köprü Yol Han Su Kemeri Saray Edirne
Mimar Sinan Heykeli Ve Selimiye Camii Mimarsinan Yapıtları Geçmiş Dünya Usta Mimarlık Mimari Köprü Yol Han Su Kemeri Saray Edirne

1588 yılında ikinci defa sadrazam oldu. Kanal projelerini gündeme getirdi fakat başarılı olamadı. 1591 yılında azledilen Sinan Paşa, Malkara’ya sürüldü. 18 ay sonra Siyavuş Paşa’nın yerine üçüncü kez sadrazam oldu. Avusturya savaşlarında Tata ve Yanık kalelerini aldı. Bu sırada Osmanlı tahtına Sultan Üçüncü Mehmed’in geçmesi ile görevinden azledildi.

Ancak aynı yıl dördüncü defa sadrazamlığa getirildi. Ferhad Paşa’yı idam ettirdi. Avusturya cephesi serdarlığına, oğlu Mehmed Paşa’yı getirdi. Eflak Voyvodası Mihail’in üzerine yürüyen Sinan Paşa, başarı gösteremediği için tekrar azledildi ve Malkara’ya sürüldü. 10 gün sonra tekrar sadrazam oldu. Avusturya seferine hazırlanılırken, 1596 yılında öldü.

Mimarsinan Yapıtları Geçmiş Dünya Usta Mimarlık Mimari Selimiye Camii Köprü Yol Han Su Kemeri Saray Edirne
Mimarsinan Yapıtları Geçmiş Dünya Usta Mimarlık Mimari Selimiye Camii Köprü Yol Han Su Kemeri Saray Edirne

Konstantin
(Bizans İmparatoru)
Konstantin’in, babası İkinci Manuel, annesi Helene Dragas’dır. Ağabeyi VIII. İoanness’dir. Konstantin, 1443 yılında Isparta (Mystra) despotu oldu. Ağabeyi VIII. İoanness’in ölümü üzerine, çökmekte olan Bizans İmparatorluğu’nun başına geçti. İstanbul’u kuşatma altına alan Fatih Sultan Mehmed’e karşı şehri yiğitçe savundu. Son Bizans imparatoru olan Konstantin, İstanbul’un Osmanlılar tarafından fethi sırasında, surlar üzerinde savaşırken öldü (29 Mayıs 1453).
Konuralp
Osman Gazi ve Orhan Gazi’nin yakın silah arkadaşlarından olan Konuralp, Sakarya civarında fetihler yaptı. “Konarpa” onun adı ile anılır. 1328 yılında vefat etti.

Korkut Çelebi
Korkud Çelebi 1470 yılında Amasya’da doğdu. Babası Sultan İkinci Bayezid’dir. Yavuz Sultan Selim’in ağabeyidir. Dedesi Fatih Sultan Mehmed’in yanında sarayda eğitim gördü ve Arapça, Farsça gibi dilleri öğrendi. Fatih Sultan Mehmed’in 3 Mayıs 1481 günü ölümü üzerine, babası Amasya’dan İstanbul’a gelinceye kadar, saltanat naipliği yaptı. 30 Aralık 1483’te Saruhan (Manisa) sancakbeyliğine atandı. 1501 Ekim ayında Midilli’yi kuşatan Hıristiyan donanmasına karşı asker gönderdi. Kardeşi Şehzade Ahmed’in etkisi ile Antalya sancakbeyliğine gönderildi. Yeniden eski sancağına dönmek istediyse de, bu dileği reddedildi. Nisan 1509’da, hacca gitmek gerekçesi ile Antalya’dan İskenderiye’ye gitti. Memluk Sultanınca dostça karşılandı. Mısır’da bir yıldan fazla kalan Korkud, babasınca affedilerek Antalya’ya döndü.

Korkud Çelebi, kardeşi Şehzade Selim’in (Yavuz Sultan Selim), 1511’de Trabzon’dan Kırım’a gitmesinin yarattığı karışıklıktan yararlanarak, İstanbul’a daha yakın olan Manisa’ya taşındı. Mart 1512’de, Şehzade Selim ile Şehzade Ahmed arasındaki mücadelenin doruğa çıktığı günlerde, İstanbul’a gitti. Yeniçerilerden kendisini desteklemelerini istediyse de, Şehzade Selim yanlısı olan yeniçeriler bu öneriyi reddettiler. Sultan İkinci Bayezid’in 24 Nisan 1512’de Şehzade Selim lehine tahttan çekilmesi üzerine, kardeşinin padişahlığını tanıdığını açıkladı.

Yeniden Manisa’ya gönderilen Korkud, bazı devlet adamlarının ağzından yazılan ve padişah olmasını isteyen mektuplara olumlu cevap verince, Yavuz Sultan Selim, 1513’te Manisa’ya geldi. Korkud Çelebi kaçmak istediyse de, Bergama yakınlarında yakalanarak Bursa’ya getirildi ve burada boğularak öldürüldü.

Sancakbeyliği sırasında Ege’de ve Akdeniz’de denizciliğin gelişmesi için çalışan Korkud Çelebi, aralarında Hızır Reis (Barbaros) ailesinin de bulunduğu birçok denizciyi koruması altına almıştı. Aynı zamanda bilim ve müzikle ilgilenmiş olan Korkud Çelebi, çeşitli yapıtlar vermiş, Harimi mahlasıyla şiirler yazmıştır.

Köprülü Fazıl Ahmet Paşa
Köprülü Fazıl Ahmet Paşa 1635 yılında İstanbul’da doğdu. Babası Köprülü Mehmet Paşa’nın vasiyeti üzerine, Sultan Dördüncü Mehmed tarafından sadrazamlığa getirildi ve 15 yıl bu görevde kaldı. Çok iyi bir öğrenim gören Köprülü Fazıl Ahmet Paşa, Erzurum ve Şam valiliklerinde bulundu.

Sadrazam olduktan sonra ilk iş olarak Avusturya üzerine sefere çıktı. Avusturya’yı barış yapmaya zorlayan Köprülü Fazıl Ahmet Paşa, 21 yıldır alınamayan Girit’in fethine yöneldi.Kandiye kalesini alarak, Girit’i Osmanlı topraklarına kattı. Daha sonra padişahla birlikte Lehistan seferine çıkan Köprülü Fazıl Ahmet Paşa, Bucaş Antlaşmasıyla Podolya’yı Osmanlı ülkesine katarak yurda döndü. 15 yıllık sadrazamlığı sırasında ülkesini eskisinden daha güçlü bir hale getiren bu büyük sadrazam, sefer hazırlığı yaptığı sırada, 1676 yılında Edirne’de vefat etti.

İstanbul’da Çemberlitaş karşısında, babası Köprülü Mehmed Paşanın yanına gömüldü.

Köprülü Fazıl Mustafa Paşa
Köprülü Fazıl Mustafa Paşa, 1637 yılında İstanbul’da doğdu. Köprülü Mehmed Paşa’nın ikinci oğlu, Köprülü Fazıl Ahmed Paşa’nın kardeşidir. İkinci Viyana Kuşatması’nı izleyen günlerde iş başına getirilmiş, aldığı köklü ve yerinde tedbirlerle İmparatorluğun yıkılmasını geçici bir süre için de olsa durdurmayı başarmıştır. Sultan İkinci Süleyman ve Sultan Üçüncü Ahmed dönemlerine rastlayan görev süresi sadece iki yıl sürmüştür. Ağabeyi gibi çok iyi bir öğrenim görmüş, kültürlü, zeki, ileri görüşlü bir devlet adamıdır. Müderris olmuş, 1680’de vezir rütbesiyle Silistre valiliği ve Babadağı serdarlığına atanmıştır. Sultan Dördüncü Mehmed’in tahttan indirilmesinde rol oynamış, bu olaydan sonra Kandiye ve Sakız muhafıalığına atanmıştır. Avusturyalıların Serasker Recep Paşa’yı Belgrad önlerinde yenilgiye uğratmasından sonra, devletin her açıdan zor durumda olduğu bir ortamda, 1689 yılında sadrazamlığa atanmıştır. Sadrazam olur olamaz iç karışıklıkları bastırmakla işe başlayan Köprülü Fazıl Mustafa Paşa, halkı ezen gereksiz vergileri ortadan kaldırmış, saraydaki değerli eşyaları darphanede paraya çevirerek maliyeyi düzeltmiş ve ordudaki asker sayısını azaltarak orduyu yenilemiştir. Avusturyalıların üzerine yürüyerek Niş, Budin ve Belgrad’ı geri almış, 1691 yılında savaş alanında şehit düşmüştür.
Köprülü Mehmed Paşa
Köprülü Mehmed Paşa, Osmanlı tarihinin en sarsıntılı döneminde iş başına geçip, 35 yıl devleti başarıyla yöneten Köprülü soyundan gelmiş, büyük sadrazamlardan ilkiydi. Samsun’un ilçesi Vezirköprü’de doğdu. İktidarının ilk yıllarında çok fazla kan dökmüş olmakla beraber, memleketin içinde bulunduğu karışık durum, yaptıklarına hak verilmesini sağlamıştı. Padişahla anlaşarak yaptığı akit sonrası 75 yaşında sadrazam oldu.

Devletin iç işlerini düzenledikten sonra, güçlü bir donanma oluşturarak Çanakkale ağzını tutmuş, Venedik deniz kuvvetlerini yenilgiye uğratıp boğazı açmıştır. Bozcaada ve Limni’yi kurtardı. İsyan eden Erdel Beyini yola getirdi. Anadolu’daki Abaza ayaklanmalarını bastırıp, vilayetleri gözü dönmüş zorbalardan temizleyip iç düzen ve güvenliği sağladı. Bütçe sorunlarını ele alıp, bu konuda yolsuzluğu görülen kişileri ortadan kaldırdı. Avrupa devletleriyle yeni bir savaşa hazırlandığı sırada, 1661’de Edirne’de öldü. Vasiyeti gereği yerine oğlu Fazıl Ahmet Paşa getirildi
Köse Mihal
(Mihal Gazi)
Uludağ eteklerinde, Harmankaya adı verilen Rum kalesinin tekfuru iken Müslüman olup, Osmanlı Devleti’ne büyük hizmetlerde bulundu. “Mihal Gazi” adıyla anılır. Evlat ve torunlarının da Osmanlı Devleti’ne büyük hizmetleri vardır.

Köse Musa Paşa

Yenişehir Fener’de doğdu. Yeniçerilerin ayaklanmasında önemli rol oynamış, III. Selim döneminde vezirlik yapmıştır. Tahsilat işlerindeki başarısı nedeniyle Vezirlikle Trablusşam Valisi olmuştur. Rüşvet aldığı gerekçesiyle Kıbrıs’a sürgün edildi. Bir süre sonra affedilerek saraya vezir olarak alındı. Selanik ve Mısır Valiliklerinde bulundu. İki defa Rikabi Hümayun Kaymakamlığı yaptı. III. Selim’in Yeniçeri Ocağı’nın yenilenmesi konusundaki çalışmalarında Nizamı Cedit taraftarı görünür, diğer taraftan da yeniçerileri ayaklanmaları için körüklerdi. Bu olaylar Kabakçı Mustafa isyanının çıkmasına neden olmuştur. Sultan II. Mahmud padişah olduktan sonra III. Selim’in öldürülmesinde rol oynayanlar cezalandırıldı. bunlar arasında bulunan Köse Musa başı kesilerek cezalandırıldı ve Eyüp’e gömüldü.

Kösem Sultan
Osmanlı tarihinin ünlü ve nüfuzlu kadınlarından olan Kösem Sultan, 1590 yılında doğdu. Sultan Birinci Ahmed’in eşi, Sultan Dödüncü Murad’ın annesidir. Bosna beylerbeyi tarafından İstanbul’a kızlarağası olarak gönderilmiş, on beş yaşındayken Sultan Birinci Ahmed’e haseki olmuş, keskin zekasıyla padişahı etkisi altına almış ve bütün saraya nüfuzunu kabul ettirmiştir. Genç yaşında dul kalınca, tahta geçen kaynı Sultan Birinci Mustafa ve daha sonra da Sultan İkinci Osman zamanında devlet işlerine çok fazla karıştığı için eski saraya gönderilmiş, ancak oğullarından Sultan Dördüncü Murad’ın ilk saltanat yıllarında yeniden devlet yönetimini etkilemeye başlamıştır. Sultan Murad büyüyüp yetiştikten sonra annesinin faaliyetlerini engellemişse de, genç yaşta ölümü üzerine Kösem sultan yeniden etkin hale gelmiştir. Torunu Sultan Dördüncü Mehmed zamanında Kösem Sultan, nüfuzu korumakla birlikte, gelini, padişahın annesi Turhan Sultan, Kösem Sultana karşı çıkmış ve bir gece dairesi basılarak boğdurulmuştur (1651).
Kuyucu Murad Paşa

Kuyucu Murad Paşa 1535 yılında doğdu. Söylentiye göre Hırvat asıllıdır. Sarayda yetişti. 1557’de Mısır valisi Mahmud Paşa’nın kethüdası oldu. Yemen Savaşı’ndaki büyük yararlıklarından ötürü, 1571’de Yemen’e beylerbeyi olarak atandı. Daha sonraki yıllarda, çeşitli sancakbeyliklerinde bulundu. Üç kez Diyarbakır valiliğine verildi. İran seferinde esir düştükten sonra kaçıp İstanbul’a gelmeyi başardı. Bundan sonra Kıbrıs, Diyarbakır ve Halep valiliklerinde bulundu.

Macaristan seferinden sonra da, bu ülkenin serdarı ve sadrazamı oldu. Sadrazamlığında olumlu işler yaptı. İran’a karşı başarı kazandı ve Anadolu’daki iç isyanları bastırdı. Barış görüşmelerinin devam ettiği bir sırada Diyarbakır’da öldü. Bir söylentiye göre düşmanları tarafından zehirlendi. Anadolu’daki isyanlarla uğraştığı sırada çok kan döktüğü ve öldürttüğü insanları kuyulara attırdığı için “kuyucu” lakabını almıştır. Aynı zamanda koyu bir dindar olup, Nakşibendi tarikatına bağlılığı ileri sürülür. İstanbul’da Veznecilerdeki türbesinde gömülüdür.
Lala Mustafa Paşa
Lala Mustafa Paşa Bosna’nın Sokol kasabasında doğdu. Vezir olan büyük kardeşinin yardımı ile Yavuz Sultan Selim zamanında Enderun’a girdi. Berber olarak çalışırken, Kanuni Sultan Süleyman’ın dikkatini çekti. Daha sonra çeşnigir ve mirahorluk yaptı. Bazı entrikalara karıştığı için sancakbeyi olarak saraydan uzaklaştırıldı. Manisa’da sancakbeyi olarak bulunan Şehzade Selim’in (Sultan İkinci Selim) lalalığına atandı. Bu görev sırasında Şehzade Selim’in kardeşi Bayezid ile arasının açılmasına sebep oldu. Lala Mustafa Paşa önce Van, sonra Erzurum, Halep ve Şam valiliklerine atandı. Ardından İstanbul’a gelerek Vezir oldu ve divana girdi. Bu sırada padişaha Kıbrıs’ın fethedilmesi gerektiğini kabul ettirdi. Kendisi de Serdar-ı Ekremliğe atandı. Bir yıl süren savaş sonunda Kıbrıs, 1570 yılında fethedildi. Açılan İran seferi dolayısıyla Erzurum kuvvetleri serdarlığına atandı. 1578 yılında İran ordusunu bozarak Tiflis’e girdi. Gürcistan ve Şirvan’ı aldı. 1580 yılına kadar doğuda kalan Lala Mustafa Paşa, Sokullu Mehmed Paşa’nın ölümü üzerine azledilerek İstanbul’a çağrıldı. İkinci Vezir olarak görevlendirilen Lala Mustafa Paşa, padişaha fikir vermek bakımından yardımcı oluyordu. Aynı yıl İstanbul’da vefat etti.

Lala Şahin Paşa
Orhan Gazi zamanında yaşayan Lala Şahin Paşa, Şehzade Murad’a (Sultan Murad Hüdavendigar) lalalık ederek onu yetişmesinde büyük pay sahibi oldu. Rumeli’de büyük askeri başarılar kazandı. Orhan Gazi’nin büyük oğlu Süleyman Paşa ölünce, onun yerine beylerbeyi oldu. Rumeli’deki tüm kuvvetlere Lala Şahin Paşa komuta etti. Osmanlı tarihinde beylerbeyi ünvanını taşıyan ikinci kişidir. Sultan Murad Hüdavendigar zamanında Edirne, Filibe ve Zara’yı fethetti. 1363’de Edirne’yi geri almak için gelen 60.000 kişilik haçlı kuvveti, Edirne yakınına ulaştı. Osmanlı kuvvetleri bu orduya karşı koymak için yetersizdi. Lala Şahin Paşa düşmanı oyalamak için 10.000 kişilik kuvvetle, Hacı İlbey’i gönderdi. Kendisi de Edirne’yi savunmak için hazırlıklar yaptı. Hacı İlbey haçlı kuvvetlerine ani bir baskın yaparak Sırp Sındığı Savaşı’nı kazandı. Lala Şahin Paşa’nın Hacı İlbey’i bu başarısından dolayı kıskanarak zehirletip öldürttüğü söylenir. Bursa’da bir medrese, Mustafakemalpaşa’da bir cami yaptırmış olan Lala Şahin Paşa, 1376 yılında vefat etti.
Lazar
Sırp Kralı Lazar, 1329 yılında Pirilepac’da doğdu. 1372 yılında Sırp tahtında meydana gelen karışıklıktan faydalanarak prens ünvanı ile zorla hükümdar oldu. Macar topraklarına girerek ülkesinin topraklarını genişletti. Kuruşevaç’da oturan Sırp Kralı Lazar, ilk önceleri Osmanlılara haraç vermeyi kabul etmişti. Fakat bunu ödememesi üzerine Osmanlılar harekete geçerek 1375 yılında Niş’i aldı. Barış teklifinde bulunan Lazar, Osmanlılara yılda 1000 libre gümüş vermeyi kabul etti. Karamanoğullarını Osmanlılara karşı isyana teşvik eden Lazar, Bosna Kralı ile anlaşarak Osmanlıları Ploşnik’de bozguna uğrattı. Ancak 1389 yılında yapılan Kosova Savaşı’nda savaş meydanında savaşırken öldü.
Levni
Büyük Minyatür sanatçısı. Asıl adı Abdülcelil Çelebi olmasına karşın resimlerinde Levni’yi (Renkçi) kullanmıştı. Minyatürlerinde, yüzlerin kalıplaşmış halde değil, kişinin özelliğine göre resmedilmesi, perspektif kurallarına uyulması en önemli özelliğidir. Surname minyatürleri meşhurdur.

Maanoğlu Fahreddin
1572 yılında doğan Maanoğlu Fahreddin, ilk Lübnan emiri Fahreddin’in torunu ve Korkmas’ın oğludur. Babasının ölümü üzerine II. Fahreddin olarak Osmanlı yönetimi tarafından Lübnan emirliğine atandı.

Osmanlılarla iyi ilişkiler kurdu. Amacı bağımsız bir Lübnan devleti kurmaktı ve bu amaçla Avrupalılarla ve Osmanlılara karşı ayaklanan Halep Valisi Canbulatoğlu Ali Paşa ile işbirliği içine girdi. Bu sayede Kuzey Lübnan ile birlikte sınırlarını Sayda, Beyrut, Safad, Banyas ve Aclun’a dek genişletti.

Osmanlılar 1612’de Floransa ile gizli bir askeri ticaret antlaşması yapan II. Fahreddin üzerine Şam Valisi Hafız Ahmed Paşa yönetiminde bir oru gönderdi. Burada yenilgiye uğrayan II. Fag-hreddin 15 Eylül 1613’de Sayha’dan bir Fransız geisiyle kaçarak İtalya’ya sığındı.

Avrupa’da bir güç oluşturmaya çalışan II. Fahreddin bu amacına ulaşamadı. İran’la savaş durumunda olan Osmanlılar 1618 yılında emirliğin büyük oğlu Ali’de kalması şartıyla II. Fahreddin’in Lübnan’a dönmesine izin verdi. Buna rağmen bağımsızlık mücadelesine devam etti. Yafa yakınlarındaki çarpışmalardan sonra Sayda’ya, oradan da Beyrut’a çekildi ve dağa çıktı. Daha sonra yakalanarak İstanbul’da idam edildi.
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, 1634 yılında Merzifon’un Marınca köyünde doğdu. Babası’nın yakın arkadaşı Köprülü Mehmed Paşa tarafından korunup yetiştirildi. Medrese eğitimi gördü. Klasik bir kültürle beslenerek, üstün zekası ve yetenekleri sayesinde hızla yükseldi. Köprülü Mehmed Paşa’ya damat oldu. Uzun seferler için İstanbul’dan uzaklaşan Fazıl Ahmed Paşa’ya yıllarca sadaret kaymakamı olarak vekalet etti. 1676 yılında Fazıl Ahmed Paşa’nın ölümü üzerine, 41 yaşında iken sadrazamlığa getirildi. En büyük hayali Kanuni devrinin güç ve itibarını Osmanlı Devleti’ne yeniden kazandırmak olan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, hayatını bu amaca adadı. Osmanlı-Rus Savaşı’nda padişahla birlikte sefere katıldı. Zamansız giriştiği ve sorumluluğunu tek başına yüklendiği İkinci Viyana Kuşatması büyük bir bozgunla sonuçlandı. Bu bozgundan sonra idam edilen Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın başı İstanbul’a getirildi. Gövdesi ise Belgrad’da gömüldü. İstanbul içinde ve dışında yaptırdığı birçok hayır eseri vardır. Kendisinden sonra da ailesinden bir çok devlet adamı çıktı.
Mevlana Celaleddin-i Rumi
Mevlana, 1207 yılında Horasan’ın Belh şehrinde doğdu. Mevlana büyük bir tasavvuf şairi ve Mevlevi denen tarikatın piriydi. Babası, Sultan-ül-Ulema ünvanı ile tanınan Mehmed Bahaeddin Veled’dir. Soyu Harzemşah hükümdar ailesine dayanan Mevlana’nın uzak soyları Birinci Halife Ebu Bekir ile birleşir. Babası ile birlikte Hicaz’a, sonra Şam’a, daha sonra Malatya ve Erzincan’a giden Mevlana, en sonunda Konya’ya yerleşti ve Sultan Alaüddin’in himayesini gördü. Babası Mehmed Bahaeddin Veled, Konya’da şöhretli bir müderris oldu. 1231 yılında ölünce, yerine Mevlana Celaleddin-i Rumi geçti. Çok genç olmasına rağmen, zekası ve ilmiyle büyük bir şöhret kazandı. Seyyid Burhaneddin’in etkisi ile tasavvuf yoluna girdi. Tamamen tasavvufa daldıktan sonra “Mevleviliği” kurdu. En önemli eseri olan Mesneviyi de bu tasavvuf aşkı ile yazdı. Mevlana, fikir şairi olmaktan öte, bir duygu şairiydi. Altı kitaptan oluşan “Mesnevi”sinde masallar, fıkralar, temsillerden ve tasavvufi tartışmalardan bölümler yer almaktadır. Lirik şiirler içeren “Mesnevi”, Süleyman Nahifi tarafından manzum olarak Farsça’dan Türkçe’ye çevrildi. Mevlana 1273 yılında Konya’da öldü ve oradaki türbesine gömüldü.
Mimar Sinan

Mimar Sinan, 1490 yılında Kayseri’nin Kesi nahiyesine bağlı Agrınas köyünde doğdu. Yavuz Sultan Selim zamanına kadar, devşirme çocukları yalnız Rumeli eyaletlerinden alınırken Yavuz, bu kuralın Anadolu eyaletlerinde de uygulanmasını emretti. Kayseri’den gelen ilk devşirme kafilesi arasında Mimar Sinan da vardı. İstanbul’a geldikten sonra, Atmeydanı’ndaki İbrahim Paşa sarayında bulunan, Acer Oğlanlar Mektebi’ne verildi. Orada dülgerlik ve yapıcılık öğrendi.

Yavuz Selim’in Çaldıran seferinde ordu ile Sivas, Erzurum, Amasya ve Tebriz gibi şehirlerdeki mimari eserleri inceleme fırsatı buldu. Çaldıran Zaferi’nden sonra 25 yaşlarında acemi oğlanlıktan, asıl yeniçeriliğe geçti. İlk zamanlarda seferlere yaya olarak katılırken, ordunun yapı işlerinde gösterdiği yararlılıktan ötürü Atlı Sekban sınıfına geçirildi. 36 yaşında Yayabaşı, bir süre sonra Zemberekcibaşı oldu.

Ordu içinde asıl şöhretini yapıcılıktaki büyük hüneri sayesinde kazandı. Vezir-i Azam Lütfi Paşa, Mohaç seferinden sonra Bağdat’a giderken, Van Gölü’nden orduyu geçirmek üzere kayıklar ve gemiler yaptırmak ihtiyacını görmüştü. Mimar Sinan gemi yapma işi ile görevlendirildi. Zamanın sadrazamı, Mimar Sinan’ı bu görevinden ötürü yakından tanımıştı. Bir süre sonra Kanuni Sultan Süleyman tarafından da tanınıp takdir edilen Mimar Sinan, Boğdan seferinde Prut nehri üzerine 13 gün içinde mükemmel bir köprü yapmayı başardı. 1529 yılında Başmimar Acem İsa ölünce, sadrazam Lütfi Paşa’nın teklifi üzerine Mimar Sinan Mimarbaşı oldu. Ölümüne kadar bu görevde kalan Mimar Sinan, Yavuz Sultan Selim devrini gördüğü gibi, Kanuni Sultan Süleyman, Sultan İkinci Selim ve Sultan Üçüncü Murad devirlerinde de yaşadı. Mimar Sinan, aralarında Selimiye ve Süleymaniye gibi dünyanın en muhteşem abideleri kabul edilen bir çok caminin de bulunduğu altı yüzden fazla mimari eseri, Osmanlı toprakları üzerinde inşa etti. 1588 yılında vefat eden Mimar Sinan iki defa evlendi, ancak hiç çocuğu olmadı. Edebiyata, şiir yazacak derecede hakimdi. Mimar Sinan büyük şöhretine ve kazandığı servetine rağmen, öldüğünde hiç parası yoktu.
Mirim Çelebi
Asıl adı Mahmut olup, 16. yüzyılda yaşamış, tanınmış Osmanlı matematik ve astronomi alimlerindendir. Dedesi ünlü Ali Kuşçu’dur. İstanbul’da doğdu. Medreselerde okudu ve Şehzade Bayezid’in şehzadeliği zamanında hocalık etti ve onun zamanında önemli makamlarda görev aldı.

Daha sonraları I. Selim tarafından Anadolu Kazaskerliği’ne atandı. Uluğbey’in ünlü “Zeyç” ini farsça şerhetmiştir. Aynı zamanda büyükbabası Ali Kuşçu’nun astronomi ile ilgili “Fethiye” adlı risalesini şerhetmiştir. Matematik ve astronomi ile ilgili yedi sekiz risalesi daha vardır.
Mithat Paşa
Osmanlı devlet adamı. İdare, Maliye ve eğitim alanında çeşitli reformlar yaptı. Mutlak monarşiden, anayasalı monarşiye geçişte önemli rol oynadı. Asıl adı Ahmed Şefik’ dir. 18 Ekim 1822’de İstanbul’da doğdu. Çocukluğunu İstanbul’da ve babasının naip olarak bulunduğu Vidin ve Loveç’te (Lofça) geçirdi. Özel eğitim gördü. 1834’te Divan-ı Humayün kaleminde görev aldı. Burada kendisine Midhat mahlası verildi. Daha sonra Arapça ve Farsça öğrendi. Divan-ı Humayün’ün görevlerini üstlenen Meclis-i Vükela’nın katipleri arasında yer aldı. 1840’ta Sadaret Mektubi Kaleminde yer aldı. 1842-46 arasında tahrirat katibi yardımcısı olarak Şam ve Sayda’da, 1846’dan sonra divan katibi olarak Konya ve Kastamonu’da görev yaptı. 1849’da İstanbul’a dönerek Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliye’de Mazbata Kalemi katibi, ertesi yıl serhalife oldu.

1852’de Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliye’nin Anadolu Kalemi’nin ikinci katipliğine atandı. 1854’te sadrazam olan Kıbrıslı Mehmed Emin Paşa tarafından Rumeli’de yaygınlaşan isyan ve eşkiyalık olaylarını bastırmak gibi, yerine getirilmesi güç bir işle görevlendirildi. Bulgaristan’da düzeni sağladıktan (1857) sonra, Avrupa’nın başlıca kentlerini kapsayan altı aylık bir inceleme gezisine çıktı.

İstanbul’a dönüşünde Serasker Rıza paşa ile birlikte Kuleli Olayı(1859) olarak bilinen ve Abdülmecid’i devirmeyi amaçlayan suikast girişiminin soruşturmasını yürütmekle görevlendirildi. Kıbrıslı Mehmed Emin Paşa’nın ikinci sadrazamlığı sırasında, 1861’de vezir rütbesiyle Niş Valiliğine atandı. Başarılı reformlarından dolayı, Abdülaziz tarafından uygulamaları doğrultusunda genel bir reform programı hazırlamakla görevlendirildi.

1864’te Silistre, Vidin ve Niş’in birleştirilmesiyle oluşturulan Tuna Vilayeti’nin başına getirildi ve Osmanlı idari düzenini yeniden belirleyen Vilayet Nizamnamesi’nin uygulanmasına (1864-67) öncülük etti. Vilayet merkezinden köylere kadar yeni meclisler, bayındırlık, fen ve eğitim işlerine bakacak daire müdürlükleri oluşturdu. Ziraat Bankası’nın çekirdeğini oluşturan Memleket Sandığı’nı kurdu. Vergi türlerini ve yükümlülüğünü azaltan düzenlemeler yaptı. Niş valisiyken açtığı ıslahhane adlı sivil teknik okulları yaygınlaştırdı.

1868’de İstanbul’a çağrılarak Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliye’yi yeniden düzenlemekle görevlendirildi. Meclisin idari ve yargısal işlevlerini birbirinden ayırarak Şüra-yı Devlet ve Divan-ı Ahkam-Adliye’yi kurdu. Şüra-yı Devlet başkanı olarak eğitim ve maliye gibi alanlarda yeni nizamnameler hazırladı. İstanbul Emniyet Sandığının ve ilk sanayi mektebinin kurulmasına öncülük etti. 1869’da vali olarak bulunduğu Bağdat’ta da başarılı reformlar yaptı.

Temmuz 1872’de Abdülaziz tarafından Mahmud Nedim Paşa’nın yerine sadrazamlığa getirildi. Fakat saraydan bağımsız, bir tutum izlediğinden, bu makamda yalnızca üç ay kalabildi. 1873 başlarında adliye nazırlığına getirildi. Temsili meclisin gerekliliğine ilişkin layiha hazırlaması üzerine Eylül 1873’te Selanik valiliğine atanarak merkezden uzaklaştırıldı. 1875’te yeniden adliye nazırı olduysa da Sadrazam Mehmed Nedim Paşa’yla görüş ayrılığı nedeniyle üç ay sonra istifa etti.

II. Abdülhamid tarafından 17 Aralık 1876’da sadrazamlığa atanan Midhat Paşa, uzun süreden beri üzerinde çalıştığı ve Ziya Paşa ile Namık Kemal’in katkılarıyla tamamladığı anayasa taslağını Padişaha sundu. “Kanun-ı Cedid” adlı bu taslağı geri çeviren II. Abdülhamid, Fransız Anayasası’nı çevirterek yeni bir taslak hazırlattı ve Padişaha “tehlikeli kişileri” sürgüne gönderme yetkisi veren, ünlü 113. maddeyi de ekletti. Kanun-i Esasi olarak bilinen anayasa, kesin biçimini aldıktan sonra, padişahın hatt-ı hümayunuyla kabul ve ilan edildi. (23 Aralık 1876)

Midhat Paşa’nın saraya karşı tutumundan rahatsız olan II. Abdülhamid, Midhat Paşa’yı 5 Şubat 1877’de sadrazamlıktan alarak ülkeyi terk etmesini emretti. Bir süre Avrupa’da kalan ve ertesi yıl Girit’e dönmesine izin verilen Midhat Paşa, Aralık 1878’de Suriye valiliğine atandı.

Abdülaziz’in öldürülmesi ile suçlanarak, Mütercim Mehmed Rüşdi Paşa ile birlikte sorguya çekilmesi kararı alınınca İzmir’de Fransız Konsolosluğu’na sığındı (1881). Ama kısa bir süre sonra hükümetin güvence vermesi üzerine teslim oldu. Yıldız Mahkemesi olarak bilinen yargılamada, Abdülaziz’in ölümüne neden olmaktan suçlu bulundu ve ölüme mahkum edildi. İngiltere’nin müdahalesiyle cezası ömür boyu hapse çevrildi ve Taif’e gönderildi. Orada vefat etti.
Musa Çelebi
Musa Çelebi, dördüncü Osmanlı padişahı Yıldırım Bayezid’in oğullarından biridir. Babasının sağlığında Rumeli’de akıncı beyi oldu. Ankara Savaşı’na kardeşleri ile birlikte katıldı ancak babası Yıldırım Bayezid ile beraber Timur’a esir düştü. Timur bir süre sonra Musa’ya Bursa ve bölgesi emirliğini verdi. Musa Çelebi, Akşehir’de ölen babasının cenazesini Bursa’ya götürdükten sonra, İsa Çelebi ile savaştı.

Yapılan ikinci savaşta İsa Çelebiye karşı yenilen Musa Celebi, önce Germiyanoğlu Yakup Bey’in, bir süre sonra da Karamanoğulları’nın yanına çekildi. Buradayken kardeşi Mehmed Çelebi ile Süleyman Çelebiye karşı anlaştı. Candaroğlu İsfendiyar Bey’in yardımı ile Eflak’a geçti. Eflak, Sırp ve Bulgar kuvvetlerinin yardımlarını alarak Rumeli Beylerbeyi’ni Yanbolu’da yendi. Bu olay üzerine kardeşi Musa Çelebi’nin üzerine yürüyen Süleyman Çelebi, onu Haliç’te Hasköy yakınlarında yendi. Musa Çelebi Eflak’a çekildi. Bir süre burada kalan Musa Çelebi, Sırp Kralı Lazar’ı yenerek Edirne’ye girdi ve İstanbul’a kaçmaya çalışan kardeşi Süleyman Çelebi’yi öldürttü. Rumeli’deki Osmanlı eyaletlerinin tek hakimi olarak Edirne’de tahta geçti. Kendi adına para bastıran Musa Çelebi, Çandarlızade İbrahim Paşa’yı vezir, Simavna Kadısı oğlu Şeyh Bedrettin Mahmud’u kazasker, Mihail oğlu Mehmed Bey’i beylerbeyi yaparak, Rumeli’nin yönetimini eline aldı. Venedik ile yapılan eski bir antlaşmayı yeniledi. Sırp Despotu Stefan Lazaroeviç’in üstüne yürüyerek Nova Brado’yu aldı.

Vidin’de isyan eden Bulgar prensini yendi ve Selanik’i kuşattı. Kardeşi Mehmed Çelebi ile ilişki kuran Çandarlı İbrahim Paşa, Bizans imparatoru Manuel’i Musa Çelebi aleyhine kışkırttı. İstanbul’u karadan ve denizden kuşatan Musa Çelebi, Çatalca ve İstanbul önlerinde kardeşi Mehmed Çelebi ile yaptığı savaşı kaybetti. Meriç Irmağı boyunca geri çekilmeye başladı. Sofya’nın güneyinde yapılan savaşı da kaybeden Musa Çelebi, yakalanarak Mehmed Çelebi’ye götürüldü ve 5 Temmuz 1413’te öldürüldü.

Mustafa İzzet Efendi
1801 Tosya’ da doğdu. Türk hattat ve bestecisidir. Fatih Medresesi’nde öğrenime başladı ve Kömürcüzade Hafız Efendi’ den ders aldı. Sesinin güzelliğiyle Sultan İkinci Mahmud’ un ilgisini çekerek Enderun’ a alındı. Burada altı yıl musiki, hat, dil ve edebiyat öğrenimi gördü.

Abdülmecid’ in tahta çıkışına kadar sarayda kaldı. Daha sonra Eyüp Camii hatibi ve padişahın ikinci imamı oldu. Anadolu ve Rumeli kazaskerliği, şehzadelere hat hocalığı ve saray başimamlığı görevlerinde bulundu.1852 yılında Saraydan ayrıldı.

1 Kur’an, 30 enam, 200 hilye ve yüzlerce levha yazdı. Hırka-i şerif, Kasımpaşa’daki Büyük cami, Ayasofya Camii’ndeki ve İstanbul Üniversitesi giriş kapısının bahçe tarafındaki yazılar da Mustafa İzzet Efendi’nindir. Kendi bulduğu tarzı cedir makamında bir peşrev ile 20 şarkısı vardır. Mustafa İzzet Efendi 1876′ da İstanbul’ da vefat etmiştir.

Mustafa Reşit Paşa
Ünlü türk devlet adamı, 1800’de İstanbul’da doğdu. Babasından ders alarak medreseye başladı. Eniştesi Seyid Ali Paşa’nın yanında büyüdü ve mühürdar olarak Mora seferine çıktı. 1828-1829 yıllarındaki Osmanlı-Rus savaşında kâtiplik yaptı. Savaşlar sırasında yazdığı telhisleriyle Sultan II. Mahmud’un ilgisini çekmiş, bunun üzerine Amedi odası halifeliğine tayin edilmişti. Edirne Barışında kâtip olarak görev aldı.

1834’de ortaelçi olarak Paris’e gönderildi. Cezayiri Garp eyaletinin Osmanlılara geri verilmesi ile görevlendirilen Mustafa Reşit Paşa Cezayir sorununu çözemedi. 1835’de İstanbul’a döndü ve aynı ay içerisinde Paris’e Büyükelçi olarak gönderildi. Fransızca öğrendi. Londra’da İngilizlerle iyi ilişkiler kurarak hariciye nazırlığına atandı. İngilizlerle bir ticaret antlaşması imzalayarak Osmanlı İmparatorluğu’nun İngiltere’nin açık pazarı olmasını sağladı (16 Ağustos 1838).

Islahat Hareketleri için girişimlerde bulunarak bu konuda II. Mahmud’u ikna etti. Rüşvet ve angaryanın yasak edildiği bir teklifte bulundu. Bunun üzerine Londra Büyükelçiliğine tayin edildi. Bu sırada II. Mahmud ölmüş, yerine I. Abdülmecid geçmişti. İmparatorluğun buhranlı bir dönem geçirmesi Mustafa Reşid Paşa’nın Padişahı ıslahat hareketlerinin gerekliliği konusunda ikna etmesine neden oldu. 3 Kasım 1839’da Gülhane Hattı Hümayunu ilân edildi.

Bu sıralarda 15 Temmuz 1840’da Londra Antlaşması’nın imzalanmasıyla Mısır meselesi Osmanlıların lehine döndü. Ertesi gün Paris büyükelçiliğine atandı. 28 Eylül 1846’da Sadrazam oldu. Bu sırada Yunanistan ile sorunlar çözümlendi. Esir ticaretini yasakladı. 28 Şubat 1856’da Islahat fermanının aksak olan yönlerini eleştirdiği bir lahiya yayınladı. Altıncı kez sadrazam oldu (22 Ekim 1857) ve bir yıl sonra öldü.
Müezzinzade Ali Paşa
Müezzinzade Ali Paşa Enderun’dan yetişti. Mirialem, Yeniçeri ağası ve Kaptanı Derya oldu. Kıbrıs’ın fethi sırasında Papa V. Pirus’un Hıristiyan alemini, Türklere karşı bir haçlı seferine çağırması üzerine, Don Juan idaresindeki haçlı donanması ile Müezzinzade Ali Paşa komutasındaki Türk donanması 7 Kasım 1571 yılında İnebahtı’da karşılaştı. Türk donanmasının yenildiği bu savaşta Müezzinzade Ali Paşa’nın da aralarında bulunduğu birçok kıymetli Türk denizcisi şehit oldu.
Naima
Meşhur Türk tarihçisi ve Vakanüvisi Mustafa Naima, 1655’te Halep’te doğdu. Genç yaşta İstanbul’a gelerek 1682’de Sarayı Atik baltacılar Ocağı’na girdi. Divan-ı Humayun katibi oldu. Bu sırada Tarih incelemeleri yaptı. 1700 tarihinde, Amcazade Hüseyin Paşa’nın kendisine verdiği, Şarihülmenarzade Ahmed Efendi’nin tarih müsvettelerine dayanarak, Vakanüvis olarak kitabını yazmaya başladı. Edirne vakasından sonra Damad Hasan Paşa ve Damad Ali Paşa’ya yakınlaştı. 1716 yılında, Mora’da defter eminliği yaptığı sırada vefat etti.

“Doğu ve Batının haberlerinin özeti hakkında Hüseyn’in Bahçesi” adlı eserini 1574’te başlatıp, 1651’e kadar getiren Naima, olayların iç yüzünü aydınlatan, genellikle sade fakat nükteli ve değerli ayrıntıları kapsayan bu eseriyle, tarih ve aynı zamanda devrin sosyal hayatını tasvir etmişti.
Namık Kemal
Namık Kemal 1840 yılında, Tekirdağ’da doğdu. Babası Mustafa Asım Bey, Sultan İkinci Abdülhamid’in müneccimbaşıydı. Namık Kemal, büyükbabası Abdüllatif Paşa tarafından büyütüldü. Abdüllatif Paşa memur olduğu için Namık Kemal’de onunla birlikte Anadolu ve Rumeli’de bulundu. Bu yüzden sürekli ve tam bir öğrenim göremedi. Dedesinin Kars Kaymakamlığı sırasında, Şeyh Vaizzade Mehmed Hamid Efendi’den, tasavvuf ve edebiyat dersleri aldı. Abdüllatif Paşa’nın son görev yeri olan Sofya’da bir yandan Fransızca, Arapça ve Farsça dersleri alırken bir yandan da divan edebiyatı yolunda şiirler yazmaya başladı. Şair binbaşı Eşref Paşa kendisine Namık mahlasını verdi.

Namık Kemal, Niş Kadısı Mustafa Ragıb Efendi’nin kızı Nesime Hanım ile evlendi. Dedesinin 1856’da görevinden ayrılması üzerine İstanbul’a döndü. Burada Leskofçalı Galib, Yenişehirli Avni, Hersekli Arif Hikmet gibi şairlerin toplantılarına katılmaya başladı. Bab-ı Ali Tercüme odasına memur oldu. Encümeni Şura’ya girdi. Leskofçalı Galib’den şiir ve tasavvuf ile bazı toplumsal fikir ve davranışlar konusunda etkilendi. Şinasi ile tanışınca onun etkisinde kalarak, batı edebiyatına ve kültürüne yakın ilgi duydu. Şinasi’nin çıkardığı, Tasviri Efkar Gazetesi’nde yazmaya başladı. Şinasi’nin 1865 yılında Paris’e kaçması üzerine, gazetenin yayınını tek başına sürdürdü. Bu dönemde genellikle sosyal konularda yazdığı yazılarıyla dikkat çekti. Eğitim meselesi üzerinde durarak, kadınların da eğitim ve öğretimden yararlanmaları fikrini ileri sürdü.

İstibdat rejimi ile savaşmak üzere kurulan Yeni Osmanlılar Cemiyeti’ne girdi ve bir yandan da hükümetin tutumunu eleştiren yazılar yazmaya başladı. Hükümet, siyasetine aykırı düşen gazetelerin bu yolda yazı yazmalarını yasakladı ve bazı gazeteleri kapattı. Namık Kemal’de 1867 yılında Erzurum vali muavinliğine tayin edildi. Fakat hükümetle arası açılmış olan Mısır Valisi Mustafa Fazıl Paşa’nın çağrısı üzerine, arkadaşı Ziya Paşa ile Paris’e kaçtı. Bir süre sonra da Londra’ya geçti. Mustafa Fazıl Paşa İstanbul’a dönme izni alınca arkadaşlarına maaş bağladı ve Londra’da cemiyet adına bir dergi çıkarılması için sermaye bıraktı ve bu sermaye ile Ali Suavi’nin yönetiminde Muhbir gazetesi çıkarılmaya başlandı (31 Ağustos 1867). Namık Kemal ve Ziya Paşa, Ali Suavi ile anlaşamadılar. Namık Kemal, yine Londra’da Hürriyet gazetesini çıkarmaya başladı (28 Haziran 1868).

Namık Kemal Avrupa’da kaldığı yıllarda, Avrupa devletlerinin idare şekli, hukuki ve siyasi kurumları, iktisadi durumu gibi konularla yakından ilgilendi. Paris’te hukukçu Emile Accolas’dan, Londra’da Fanton adlı bir İngiliz’den hukuk dersleri aldı. Yeni Osmanlılar ile ilişkide bulunan tarihçi Leon Cahun ile dostluk kurdu. Ziya Paşa’nın Hidiv İsmail Paşa’yı tutması üzerine, Hürriyet gazetesinden ayrıldı (6 Eylül 1689). Fransız-Alman savaşı başladığı sırada zaptiye nazırı Hüsnü Paşa’nın çağrısı üzerine, 1870’te İstanbul’a döndü. Mahmud Nedim Paşa’nın sadrazamlığı sırasında Avrupa’dan dönen, Nuri, Reşad ve Ebüzziya Tevfik Beylerle İbret gazetesini kiraladılar (1872). Gazete, Namık Kemal’in “Garaz Marazdır” adlı yazısı üzerine dört ay süre ile kapatıldı. Namık Kemal ise Gelibolu mutasarrıflığına gönderildi (9 Temmuz 1872). Dönüşünde aynı gazetede Bab-ı Ali’yi güç durumda bırakan yazılar yazması, gazetenin bir ay kapatılmasına sebep oldu. Gelibolu’da iken yazmaya başladığı “Vatan yahut Silistre” adlı oyunun, Gedikpaşa tiyatrosunda oynaması sırasında, halkı coşturması ve ikinci oynaşı sırasında meydana gelen olayların, İbret gazetesinde yayımlanması üzerine Bab-ı Ali, gazeteyi kapattı (5 Nisan 1873). Namık Kemal, Ebüzziya Tevfik, Nuri, Hakkı Beyler ve Ahmed Midhat tutuklandılar. Namık Kemal kalebentlikle Magosa’ya sürüldü. Sultan Beşinci Murad’ın tahta çıkışından sonra, ancak 1876 yılında İstanbul’a dönebildi ve Şurayı devlet üyesi oldu. Kanuni Esasi’yi hazırlamakla görevlendirilen kurulda çalıştı. 1877 Osmanlı-Rus savaşından sonra beş ay kadar tutuklu kaldı, daha sonra Midilli adasına sürüldü (1877) ve burada Midilli mutasarrıfı oldu (1879). Şikayet üzerine Rodos mutasarrıflığına gönderildi (1884). Bir süre sonra Sakız mutasarrıfı oldu (1887) ve burada öldü (1888). Mezarı Gelibolu’dadır.

Napolyon Bonapart
Napolyon Bonapart, 1769 yılında Korsika’nın Ajaccio şehrinde doğdu. Carlo Buanoparte ile Marie Letizia Ramolino’nun ikinci oğullarıdır. Öğrenimini Brienne’de bir okulda yaptı; sonra Paris’teki Askeri Akademiye yazıldı. 1785’te Valence’daki topçu alayına katıldı. 1794’te İtalya’daki topçu birliklerinin komutanlığına getirildi. Paris’teyken Jakoben çevrelerle ilişki kurmuş olduğu anlaşıldığından, La Vendee’ye gönderilmek istendi; bunu kabul etmeyince, görevinden alındı. Paris’e döndükten sonra, Konvansiyona karşı hareketi bastırmak için, Paul François Barras ile Lazare Carnot’un kuvvetlerine katıldı. Olaylar kısa zamanda gelişerek yeni bir anayasanın ve Direktuvarlığın doğmasına yol açtı.

Napolyon, 1795 Ekiminde Fransa’daki ordunun başına getirildi. 1796 Şubatında da İtalya’daki ordunun başkomutanı oldu. Bu arada General de Beauharnais’in dul karısı Josephine ile evlendi. 1796 Nisanında ilk İtalya seferinin yaptı. Bu sefer, Napolyon’un ününü yaydı. Stratejik ustalığın bir şaheseri sayılan İtalya seferi, büyük başarı ile sonuçlandı. İmzalanan Campo Formio Antlaşması ile Venedik Cumhuriyeti İtalya’ya bırakılıyor, karşılığında da Belçika ve İyon adaları alınıyordu. Bu önemli siyasi olayla devrim cumhuriyeti, Avrupa’nın en tutucu devleti olan Avusturya’ya gücünü göstermiş; Napolyon da İtalya’daki Fransız yönetimini kabul ettirmiş oluyordu.

Napolyon, Paris’e döndükten sonra, Direktuvarlık tarafından İngiltere’yi ele geçirmekle görevlendirildi. Direk İngiltere’ye saldıracağına, İngiliz etki alanının en can alacı noktasına saldırmayı uygun bulan Napolyon, Mısır seferine çıktı. Akdeniz’deki İngiliz donanmasını yenilgiye uğrattı, Malta’yı aldı. 1798 Temmuzu’nda da İskenderiye’ye girdi. Piramitler Savaşı’nda Memlükleri yendi. Ancak Horatio Nelson yönetimindeki İngiliz donanması, Fransız donanmasına saldırarak gemilerini batırdı. Nelson’un başarısı üzerine İngiltere, Osmanlı Devleti, Avusturya ve Rusya, Fransa’ya karşı birleştiler. Birleşik ordu, Rus generali Alexander Suvorov’un komutasında, Napolyon’un ele geçirdiği toprakları geri aldı. Napolyon, 1799 yılında Suriye’ye girdi. Akka’nın Cezzar Ahmed Paşa tarafından başarıyla savunulması ve ordusunda belirgin salgın hastalıklar yüzünden Mısır’a çekildi. Ordusunu burada bırakarak gemi ile Fransa’ya döndü. 9 Kasım 1799’daki hükümet darbesi, Fransa tarihinde yeni bir dönemin başlamasına sebep oldu. Birkaç hafta sonra, anayasada değişiklikler yapılarak yönetim üç konsülün eline bırakıldı. Napolyon “birinci konsül” olarak, Fransa’nın mutlak hakimi oldu. Bazı reformlar yapmaya çalıştı. Devletin dağıttığı kredileri belli bir düzene soktu; 1802 yılında Fransa Bankası’nı kurdu; idari alanda bazı reformlar gerçekleştirerek valilerin ve belediye başkanlarının siviller arasından seçilmelerini ve kendilerini seçen tek merkeze karşı sorumlu olmalarını sağladı; mahkemeleri ve emniyet örgütünü yeniden düzenledi.

Avusturya ve İngiltere orduları hala silahlarını bırakmamışlardı. Napolyon Bonapart, 1800 yılında tekrar İtalya’ya girdi ve Milano’yu aldı. Böylece Avusturya ordusunu ikiye bölmüş oluyordu. Birini kuşatma altında tutarken diğerine saldırdı. Bu saldırıları başarı ile sonuçlandırdı. Jean Victor Moreau’nun Hohenlinden’deki zaferi üzerine, Avusturya İmparatoru, İngiltere ile ittifakını bozmak ve 1801 Şubatında Luneville barış antlaşmasını imzalamak zorunda kaldı.

Napolyon kısa zamanda Fransa halkının sevgisini kazandı. Yabancı ülkelerdeki Fransızların, ülkelerine dönüp devletin modernleştirilmesinde kendisine yardımcı olmalarını sağladı. 1804’te yaptığı Code Napoleon (Napolyon Kanunları) halk tarafından da desteklendi. Napolyon, aynı yıl, Paris’teki Notre Dame katedralinde Papa Pius VII’nin eliyle taç giyerek İmparator oldu. Napolyon İmparatorluğu boyunca sayısız zaferler kazandı. Ancak Fransa içinde beliren bazı hoşnutsuzluklara, İngiliz donanmasının gücü, İspanya ve İtalya’da tahta geçirdiği akrabalarına halk tarafından duyulan kin ve nefrete, kendine bağladığı devletlerde beliren milliyetçilik akımları da eklenmişti.

Napolyon 1812 yılında Rusya’ya girdi. Ancak yiyecek sıkıntısı, asker kaçakları ve Rusya’nın dondurucu soğuğu gibi sebepler yüzünden, ordunun yönetimi Joachim Murat’ya bırakarak Paris’e döndü. Kendisine karşı düzenlenen hükümet darbesini bastırdıktan sonra yeni bir ordu kurdu. 1813 Ekiminde Leipzig’de yenik düştü. Düşman kuvvetleri 1814’te Paris kapılarına dayanınca görevinden ayrılmak zorunda kaldı. Elbe adasına sürgüne gönderildi.

Napolyon’dan sonra Fransa tahtına XVIII. Louis geçirildi. Viyana Kongresi’ne katılan bakanlar ve delegeler, 7 Mart 1815’te Napolyon’un kaçıp Paris’e dönmüş olduğunu, halk tarafından büyük sevgi ile karşılandığını öğrendiler. Hemen bir ordu toplayan Napolyon, Belçika’ya saldırdı. Kazandığı önemsiz birkaç zaferden sonra Wellington’un komutasındaki İngiliz ve Gebhard von Blücher komutasındaki Prusya kuvvetleri tarafından 18 Haziran 1815’te Waterloo’da büyük bir yenilgiye uğratıldı.

Napolyon, Paris’e dönünce ikinci kez tahttan indirildi. Amerika’ya kaçmak istedi, ancak bunu başaramayınca İngilizlere teslim oldu. İngilizler, onu Atlantik’teki St. Helena adasına götürdüler. Napolyon, son yıllarını bu küçük adada geçirdi ve anılarını yazdırdı. Napolyon 5 Mayıs 1821’de öldü, ancak cenazesi 1840 yılında Paris’e getirilebildi ve İnvalides’e gömüldü. Napolyon’un uşağı tarafından zehirlendiğini ileri sürenler vardır.

Askeri dehaya sahip bir komutan olan Napolyon, siyasi bakımdan da önemliydi. Burjuva ihtilalini kendi istediği doğrultuya yöneltmiş; ne eski rejime dönülmesine, ne de bir halk hükümetinin kurulmasına yol açmıştır. Waterloo yenilgisinden sonra, Paris halkını silahlandırmaya bu yüzden cesaret edememiştir. Halk, Napolyon için silaha sarılabilirdi ama Napolyon, bu hareketten bir halk hükümetinin doğabileceğini düşünmüştü. Orta sınıfın hakim olduğu merkezi bir hükümet biçiminin yaratıcısıydı. Napolyon’un anlayışına uygun olan bu hükümet biçimini daha sonraki yıllarda başka Avrupa devletleri de benimseyerek uyguladılar. Napolyon, milliyetçilik duygularına pek önem vermezdi; ama İtalya, Polonya, Almanya ve Balkanlarda farkında olmayarak milliyetçilik tohumlarının atılmasına sebep olmuştu.

Nedim
Nedim 1680 yılında İstanbul’da doğdu. Fatih Sultan Mehmed döneminde yaşayan eski bir aileden geldiği söylenir. Babası Mehmed Efendidir. Dedesi Musluhiddin Efendi, Sultan İbrahim devri kazaskerlerindendir. Nasıl bir öğrenim gördüğü kesinlikle bilinmiyor. Fakat bazı kaynakların bildirdiğine göre Şeyhülislam Ebezade Abdullah Efendi’nin başkanlık ettiği kurul önünde sınavdan geçerek, hariç müderrisliği payesini aldı. Bir süre sonra Mahmudpaşa mahkemesinde naiplikle görevlendirildi. Sadrazam Ali Paşa ve Nevşehirli İbrahim Paşa tarafından korundu. Nevşehirli İbrahim Paşa, şiirlerini çok sevdiği Nedim’i muhasipliğe seçti. Daha sonra ise kütüphanesinde hafızı kütüb görevine getirdi. Bütün zevk ve eğlence meclislerinde sadrazamın ve bazı devlet büyüklerinin nedimi oldu. Ramazan aylarında, Sadrazam İbrahim Paşa huzurunda verilen tefsir derslerine katıldı. Sadrazam İbrahim Paşa aracılığı ile Sultan Üçüncü Ahmed’in bulunduğu toplantılara katılmaya başladı. Şiirleri Sultan Üçüncü Ahmed tarafından beğenildi. Bu arada Mollakırımı medresesi (1727), Sadiefendi medresesi (1728) ve aynı yıl Nişancipaşayıatik medresesi müderrisliklerine tayin edildi. Son görevi Sekbanalibey medresesi müderrisliğiydi (1730). İbrahim Paşa’nın giriştiği, doğu dillerinden tercümeler, çalışmasına katıldı. Müneccimbaşı Derviş Ahmed Dede’nin Sahaifü’l Ahbar (Haberlerin Sayfaları), Bedrüddin Avni’nin İkdü’l Cuman (İnci Dizisi) adlı eserlerini Türkçe’ye çeviren kurulda çalıştı.

İçki düşkünlüğü yüzünden irtiaş (titreme) hastalığı ve ileri vahime (korku) hastalığı çeken Nedim’in, Patrona Halil isyanı sırasında bir buhran geçirerek öldüğü ileri sürülür. Müstakimzade’nin, isyanda kaçarken Beşiktaş’daki evinin damından düşerek öldüğünü belirten ifadesi ispatlanmış değildir.

Şiirinde genellikle zevki ve aşkı işleyen Nedim, din ve tasavvufla pek ilgilenmedi. Padişah sadrazam ve diğer devlet büyüklerine kasideler sundu, çeşitli vesilelerle tarihler düşürdü. Aşk ve şarap kavramlarının sık sık geçtiği gazeller ve şarkılar yazdı.
Nef’i
Nef’i 1572 yılında Hasankale’de doğdu. Şirvanlı bir aileden gelen Mehmed Beyin oğlu Nef’i, medrese eğitimi gördü. Çağının edebiyat geleneğine uygun olarak İran ve Arap edebiyatını öğrendi. Özellikle Sadi ve Hafız gibi eski İran şairlerini inceledi. Sultan Birinci Ahmed zamanında İstanbul’a geldi. Kısa bir süre içinde edebiyat çevrelerinin ilgisini çekti. Özellikle Sultan Birinci Ahmed ve Sultan Dördüncü Murad tarafından tutuldu. İstanbul ve Edirne’de görevlerde bulundu. Bir ara Nef’i’nin Sihamı Kaza adlı yergilerini okuyan Sultan Dördüncü Murad’ın, Beşiktaş sarayı yakınlarında, yanına yıldırım düşmesi üzerine şair Edirne’ye sürüldü. Orada Muradiye mütevelliği ile görevlendirildi. Sonra bağışlanarak İstanbul’a çağrıldı. Cizye muhasebeciliği görevine getirildi. Bir süre sonra yerdiği Bayram Paşa tarafından, 1635’de boğdurularak denize atıldı. Divan edebiyatında kaside, gazel, rubai, kıta gibi değişik türlerde şiir yazan Nef’i’nin en çok kaside alanında başarılı olduğu söylenebilir.
Nene Hatun
93 harbi diye bilinen Osmanlı-Rus savaşında Erzurum’un Aziziye kasabasına giren Rusların katliam haberi üzerine herkes eline aldıklarıyla Aziziye Kasabasına koşar. Aralarında üç aylık çocuğunu öptükten sonra eline aldığı satırla yola koyulan yeni gelin Nene de vardır. Rusların bozguna uğradığı bu saldırıdan sonra kahramanlık sembolü haline gelir Nene gelin.
Nikolay I.
Rus Çarı Birinci Nikolay, 6 Temmuz 1796 tarihinde Leningrad yakınlarındaki Puşkin’de doğdu. Rus Çarı Pavel’in üçüncü oğlu olan Birinci Nikolay, büyük ağabeyi Birinci Alexander’in Aralık 1825’de ani ölümü üzerine tahta çıktı. 1832 yılında, 17.yy’dan beri yayınlanmış tüm yasaları içeren bir genel yasa yayınladı. Bu yasa, 1917 Ekim devrimine kadar yürürlükte kaldı. Birinci Nikolay’ın yönetimi sırasında Rusya dış dünyaya neredeyse kapandı ve baskıcı uygulamalar arttı. İç politikadaki bu baskıcı davranışlar, Birinci Nikolay zamanında, Rusya’nın dış politikasına da yansıdı. Kutsal ittifak politikasını sürdüren Birinci Nikolay, bu politikaya milliyetçi ve müdahaleci özellikler kattı.

Boğazların denetimini ele geçirerek Akdeniz’e inebilmek için, Osmanlı Devleti’nin zayıflamasında ve parçalanmasında büyük çıkarı olan Birinci Nikolay, Yunan bağımsızlık hareketini destekledi. 1828’de Osmanlı Devleti’ne savaş açan Rus Çarı Nikolay, 1829’da Edirne’yi ele geçirdi. Rusya, Eylül 1829’da imzalanan Edirne antlaşması ile bazı topraklar kazanmasının yanında ticaret gemilerini boğazlardan serbestçe geçirme hakkını elde etti. Aynı antlaşma ile Osmanlı Devleti, bağımsız bir Yunan Devleti’nin kurulmasını kabul ediyordu. Birinci Nikolay, Sultan İkinci Mahmud’un, 1830-31 yıllarında doğan Mısır sorunu nedeni ile kendisinden istediği yardımı kabul ederek, 1833’te Rus donanmasını İstanbul’a gönderdi. Temmuz 1833’te Rusya ile Osmanlı Devleti arasında imzalanan Hünkar İskelesi Antlaşması ile, Osmanlı Devleti, boğazları Rus gemileri dışında kalan tüm yabancı savaş gemilerine kapamayı kabul ederek Rusya’ya İngiltere karşısında önemli bir üstünlük kazandırdı. Ancak 1841’de imzalanan Londra Antlaşması ile boğazlar tüm savaş gemilerine kapatıldı. Rusya bu üstünlüğünü kaybetti. Birinci Nikolay’ın yayılmacı siyasetinin son örneği, 1853’te Osmanlı Devleti’nden Kudüs ve çevresindeki kutsal toprakların koruyuculuğunu kendisine devretmesini istemesi oldu. 2 Mart 1855’te ölen Birinci Nikolay’ın yerine oğlu İkinci Alexander geçti.

Oruç Reis
Türk denizcisi Oruç Reis, Ebu Yusuf Nurullah Yakub’un oğludur. Yunanca Arapça, İtalyanca, İspanyolca ve Fransızca öğrendi. Kardeşi İlyas Reis ile birlikte denizciliğe başladı. Rodos şövalyelerine esir düştü. Esirlikten kurtulunca, Memlüklü Sultanı Kansu Gavri’nin hizmetine girdi. Mısır donanması ile birlikte İskenderun körfezinde bulunduğu sırada Rodosluların saldırısına uğradı. Korkud Çelebi’nin verdiği bir gemi ile korsanlığa başladı. İtalya kıyılarını yağmaladı. Yavuz Sultan Selim padişah olunca, Anadolu kıyılarını bırakarak İskenderiye’ye gitti. Cerbe adasına yerleşti. Kardeşi Barbaros Hayreddin Paşa burada kendisine katıldı. Yaptığı deniz savaşları ile ünü bütün Batı Akdeniz’e yayıldı. İspanyol gemileri ile yaptığı savaşta bir kolunu kaybetti. Yavuz Sultan Selim’e hediyeler gönderdi. Yavuz Sultan Selim ise ona elmas kabzalı iki kılıç ve iki gemi gönderdi. Cezayir şehri halkı, kendilerini İspanyollardan kurtarması için Oruç Reis’e başvurdu. Oruç Reis, Cezayirlilerin bu çağrısı üzerine 1516’da Cezayir üstüne yürüdü. Cezayir’in Oruç Reis’in eline geçmesini istemeyen İspanyollar, şehri almak istedilerse de başarılı olamadılar. Tlemsen’e yerleşen Oruç Reis, İspanyolların ve onlarla işbirliği yapan yerlilerin saldırılarına altı aydan fazla dayandı. Daha sonra yanında kalan kırk kadar adamı ile İspanyol hatlarını yardı. Arkasından gönderilen Garcia de Tineo kumandasındaki İspanyol donanması ile Salado ırmağında yapılan savaşta, 1518 yılında Cezayir’de öldü.
Ömer Paşa
(Serdar-ı Ekrem)
Hırvatistan’ın Plaski kasabasında doğdu. Abdülmecit ve Abdülaziz döneminde Başkumandanlık görevinde bulunmuştur. Asıl adı Michel Lattas’dır. 1828 yılında Avusturya’dan kaçarak Türkiye’ye iltica etmiş ve Ömer Lütfi adını almıştır. Yüzbaşı rütbesiyle orduya katılmış, Veliahtlığı döneminde Sultan Abdülmecid’in hocası olmuştur. Daha sonraları askerlikte yükselerek Binbaşı, Kaymakam, ve Serasker kapısında Mütercim olmuştur. 1843 yılında görevden alınmış, Sultan Abdülmecit tarafından tekrar göreve getirilerek Eflak ve Boğdan’a gönderilmiştir. Sırasıyla Rumeli Müşiri, Arnavut ve Kürdistan ıslahatına memur, 1852’de de Rus savaşında Serdar-ı Ekrem olarak Başkumandanlığa getirildi. 1854’de Kırım başkomutanı oldu ve çeşitli başarılar kazandı. 1857 de Irak ve Hicaz orduları komutanı ve Bağdat valiliğine getirildi. Abdülaziz’in padişah olması ile tekrar Rumeli Müşiri oldu. Daha Sonra Serasker Kaymakamlığı’na atandı. 1865 yılında Rumeli’deki orduların komutanlığına, bir süre sonra da Girit Başkomutanlığı’na getirildi. Serasker Namık Paşa’nın yerine ikinci kez Serasker Kaymakamı oldu. 1869 yılında Hassa Müşiri görevinde bulundu ve bu son görevi oldu. İki yıl sonra Eyipte hayata veda ederek Bostan iskelesine gömüldü.
Özdemir Paşa
Mısır Çerkez Memlükleri’nden olan Özdemir Paşa, ünlü bir Türk kumandanıydı. Osmanlı Devleti hizmetine girdikten sonra, 1538 yılında Hadım Süleyman Paşa’nın Hint seferine katıldı. Bu sefer sonunda Yemen’de kaldı ve Sancakbeyi oldu; Sana’yı aldı. Daha sonra Yemen Beylerbeyi olan Özdemir Paşa, Osmanlı Devleti’ne isyan eden ve Üveys Paşa’yı öldüren Pehlivan Hasan’ın isyanını bastırdı. Habeş Beylerbeyliği de yapan Özdemir Paşa, 1561 yılında Sana’da öldü.
Özdemiroğlu Osman Paşa
Özdemiroğlu Osman Paşa, 1527’de Kahire’de doğdu. Annesi Mısır Abbasi Halifeleri soyundan, babası ise Mısır Çerkez Memlüklerindendir. Mısır’da sancakbeyliği ve Mısır emirihaclığı yapan Özdemiroğlu Osman Paşa, Yemen, Habeş ve Diyarbakır Beylerbeyi oldu. Lala Mustafa Paşa’nın maiyetinde Osmanlı-İran savaşlarına katıldı ve Şirvan Beylerbeyi oldu. Kırım Hanı Mehmed Giray’ın yardımı ile Karabağ, Mugan ve Kızılağaç’a kadar bütün kuzey Azerbaycan’ı yağma ve tahrip etti. Kırım Hanı Mehmed Giray’a daha ileri gitmeyi teklif ettiyse de Mehmed Giray, bunu ret ederek Kırım’a döndü. Şirvan, İranlıların eline geçti. Kefe Beylerbeyi Cafer Paşa kumandasında yardımcı kuvvetler gelince İmam Kuli Han’ı Meşale Savaşı’nda yendi. Bu savaştan sonra Şirvan kesin olarak Osmanlı hakimiyetine geçti. İstanbul’a dönünce ikinci vezir olarak Divana girdi ve 1582 yılında sadrazam oldu. 1585 yılında Ferhad Paşa’nın yerine İran cephesi serdarlığına getirildi. Alivar’da yapılan savaşta, İran veliahtı Hamza Mirza’yı yendi. Tebriz Osmanlı kuvvetlerinin eline geçti. Daha sonra İran’la yapılan bir savaşta İran kuvvetleri başarı gösterdi. Bu savaş sırasında hastalanan Osman Paşa, Tebriz yakınındaki Şenbi Gazan’da 1585 yılında vefat etti. Vasiyeti üzerine Diyarbakır’da defnedildi.

Patrona Halil
Patrona isyanının elebaşı olan Patrona Halil, Horpeşte’de doğdu. Patrona Gemisi’nde levent olarak çalıştı. Bu gemide meydana gelen bir isyana karıştığından hayatını kurtarmak için Rumeli’ye kaçtı. Niş’te bir ayaklanmaya katıldı ve bu seferde İstanbul’a kaçtı. Yeniçeri ortalarından on yedinci ortaya girdi. Bu arada seyyar satıcılık ve tellallık yaptı. Kendi adını taşıyan isyanın önderlerinden biriydi. Sultan Birinci Mahmud tahta geçtikten sonra, 1730 yılında İstanbul’da öldürüldü.

Pargalı Damat İbrahim Paşa
Pargalı Damat İbrahim Paşa, Maktul ya da Makbul İbrahim Paşa olarak da bilinir, (1493, Parga [bugün Yunanistan’da]- 15 Mart 1536, İstanbul) Kanuni Sultan Süleyman saltanatı döneminde 1523?-1536 yılları arasında sadrazamlık yapmış, önemli siyasal ve askeri olaylarda rol oynamış Osmanlı devlet adamı.

Bugün Yunanistan’da kalan Parga yakınlarındaki bir köyde doğdu. Değişik kaynaklarda doğumunda Rum ya da İtalyan kökenli olduğu belirtilmektedir. Babası bir balıkçıydı (İbrahim Paşa’nın anne ve babasını sadrazamlığı sırasında İstanbul’a getirttiği kayıtlara geçmiştir). 6 yaşında korsanlar tarafından kaçırılarak Manisa’da satıldı. Kanuni şehzadeliği sırasında Manisa’da karşılaştığı ve arkadaşlık kurduğu İbrahim’i maiyetine aldı.

Kanuni’nin maiyetinde idamına kadar geçirdiği yıllar boyunca onun yakın arkadaşı ve danışmanı oldu. Kanuni padişah olduktan sonra onunla birlikte İstanbul’a geldi ve Osmanlı Devleti’nde Sadrazamlık, Anadolu ve Rumeli Beylerbeylikleri ve Seraskerlik (1528?29-1536) dahil olmak üzere en üst düzeylerdeki görevlerde bulundu.

Kanuni’nin Padişah olması ile birlikte ilk önce Hasodabaşılık görevine atanarak bu noktadan sonra kendi yetenekleri ve Kanuni ile aralarındaki sıradışı güven ilişkisi sayesinde hızla yükseldi.

1521’de Belgrad’ın Fethinde görev aldı. 1522’de Rodos seferine katıldı. Bu durum,1523’te (Çeşitli kaynaklarda 1522 ve 1524 olarak da tarihlenmektedir. E.J. Brill’s first encyclopaedia of Islam, 1913-1936, Volume 2 By Martijn Theodoor Houtsma’a göre 27 Haziran 1524) sadrazamlığa getirildi. 1524’te Kanuni’nin kızkardeşi Hatice Sultan ile evlendi. Mısır’da asayişi sağlamakla görevlendirildi ve kendisine Mısır Beylerbeyi unvanı verildi. Macaristan seferine katıldı ve Mohaç Savaşının kazanılmasında önemli rol oynadı.

Daha sonra Anadolu’daki Alevi-Türkmen isyanlarını bastırmakla görevlendirildi. Anadolu’da aldığı kanlı tedbirlerle isyanları sona erdirdi. I. Viyana Kuşatması ile sonuçlanan 2. Macaristan seferine katıldı. Avusturya İmparatorunu Osmanlı Sadrazamına eşit sayan 1533 tarihli İstanbul Antlaşması’nın müzakerelerini yürüttü. Safevilere karşı düzenlenen Irakeyn seferine katıldı. Tebriz’i aldıktan sonra Kanuni’nin kuvvetleri ile birleşti ve Bağdat’ın fethinde görev aldı.

İbrahim Paşa’nın dönemindeki gücünü ortaya koyacak en önemli veri; Kanuni tarafından Seraskerlik makamına (Osmanlılarda önceleri seferdeki orduya kumanda eden vezir, sonraları da milli savunma bakanına verilen ad.) getirildiğinde İmparatorluğun o güne dek dört tuğa simgelenen gücünün yedi tuğa çıkarılması ve İbrahim Paşa’nın da altı tuğ taşımaya yetkili kılınmış olmasıdır. Kanuni’den eksiği sadece Hilafet tuğudur. Osmanlı imparatorluğunun o dönemde bilinen dünyayı şekillendiren dominant dış politikasının kontrolü tamamen İbrahim Paşa’nın elindedir. Ayrıca Avusturya İmparatoru Ferdinand da Avusturya – Osmanlı barış anlaşması sırasında İbrahim Paşa’yı eşiti tanımış ve Osmanlı İmparatorluğu nezdinde temsilcisi olmasını istemiştir.Venedik diplomatlarının İbrahim Paşa’ya Kanuni’ye atıfla “Muhteşem İbrahim” dedikleri kayda geçmiştir. Fransa ile yürütülen işbirliğinde önemli rolü vardır.

Pek çok tarihçi, yabancı elçilerin İbrahim Paşa’yla görüşmelerine ilişkin hazırladıkları raporlarından yola çıkarak onun iktidar hırsıyla pek çok kararı kendi başına buyruk verdiği savında bulunmaktadır.[1] Bu nedenle, 1536 yılında gücünden kaygılanan Kanuni Sultan Süleyman’ın emri ile öldürüldüğü iddia edilmektedir.

13 sene sadrazamlık yapan ve Farsça, Rumca, Sırpça ve İtalyanca bilen İbrahim Paşa, bugün Türk ve İslam Eserleri Müzesi olarak kullanılan İbrahim Paşa Sarayından başka, İstanbul, Mekke, Selanik, Hezergrad (Razgrad) İbrahim Paşa Camii ve Kavala’da Cami, Mescid, Mektep, Medrese Zaviye, Hamam ve Çeşme gibi eserler inşa ettirmiş ve bunlara vakıflar tahsis ettirmiştir. Önemli bir sanat ve özellikle edebiyat hamisidir. İstanbuldaki İbrahim Paşa Sarayı, Sultanahmet geride bıraktıklarıdır.

Peçevi İbrahim Efendi
Osmanlı tarihini anlatan iki ciltlik eseri ile tanınan eski tarihçilerimizdendir. Mohaç ve Zigetvar arasındaki Peç’te doğduğu için, Peçevi lakabı ile tanınır. Dedesi, Fatih Sultan Mehmed’in silahdarlığında bulunmuş olan Kara Davut’tur. Babasının ölümünden sonra 14 yaşlarında Lala Mehmed Paşa’nın yanına gitti. Lala Mehmed Paşa ile birlikte, Budin’de bulundu. Lala Mehmed Paşa’nın serdarlığı sırasında savaşlara katıldı.

Kanije Muhafızı Tiryaki Hasan Paşa ile tanışmıştır. Macarca bildiği için barış görüşmelerinde görev aldı. Maliye konusunda gösterdiği başarıdan dolayı Defterdar oldu. Baki Paşa’nın ölümünden sonra kendisine Başdefterdarlık görevi teklif edildi. Fakat kabul etmedi ve Tokat Defterdarlığı yaptı. 1636’da Bosna Defterdarı oldu. Son günlerini Budin’de geçirdi ve tarihini orada yazdı ki bu eser, Kanuni Sultan Süleyman’dan başlayarak Dördüncü Murad devrinin sonuna kadar olan dönemi anlatır.
Pertev Paşa
Arnavut asıllı Türk devlet adamı. Enderun’da yetişti. Kapıcıbaşı ve Yeniçeri Ağası oldu. 1554’de Nahçivan Seferi’nden sonra Sokullu Mehmed Paşa’nın yerine Rumeli beylerbeyi, 1555’de de dördüncü vezir olmuştur. Daha zonr üçüncü ve ikinci vezirliğe yükseldi. Kıbrıs Seferi sırasında donanma serdarı oldu, Girit’e asker çıkardı, Çerigo, Zanta ve Kefalonya adaları yağmalandı. Dalmaçya kıyılarında Lesina, Antivri Sopot ve Dulcino kaleleri alındı. İnebahtı yenilgisinden sonra ikinci vezirlikten azledildi.

Piri Reis
Piri Reis, 1465 yılında Gelibolu’da doğdu. Akrabası olan Kemal Reis’in yanında denizciliğe başladı. Kemal Reis ile birlikte, 1486 yılında Endülüs Müslümanları’nın İspanyollar’dan kurtarılmasına ve 1490-91 yıllarında da Sicilya, Korsika, Sardunya ve Fransa kıyılarına yapılan akınlara katıldı. Daha sonra Osmanlı Devleti’nin hizmetine giren Piri Reis, Kemal Reis’in ölümünden sonra, 1511 yılında Oruç Reis’in hizmetine girdi. Oruç Reis’in Yavuz Sultan Selim’e gönderdiği hediyeleri vermek için İstanbul’a geldi. Daha sonra tekrar Osmanlı Devleti hizmetine girdi. Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferine de katılan Piri Reis, Kanuni Sultan Süleyman döneminde, 1547 yılında Hint Kaptan-ı Deryalığı’na getirildi. 1551 yılında, bu görevini yürütürken, Aden’i ele geçirdi. Daha sonra otuz gemi ile hareket ederek Maskat Kalesi’ni aldı ve Hürmüz kalesini kuşattı. Ancak kuşatmayı kaldırarak Basra’ya döndü. Burada Portekiz donanmasının Basra körfezine gireceğini haber aldı ve üç gemi ile Mısır’a döndü. Basra’daki donanmayı bırakmakla suçlanan Piri Reis, 1554 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın emri ile idam edildi.

Piyale Paşa
Meşhur denizcilerimizdendir. 14 yıl Kanuni Sultan Süleyman döneminde Kaptan-ı Deryalık yapmış ve önemli zaferler kazanmıştır.Küçük yaşlarda Enderun’a verilmiş ve burada eğitim görerek Kapıcıbaşı olarak saraydan çıkmıştır.

1553’den 1567 yılına kadar Kaptan-Deryalık yapmıştır. Sakız ve Cerbe adalarını almış, Cezayir’i istila etmiştir. İspanya İtalya ve Fransa sahillerlinde 67 kadar küçük adayı ele geçirmiştir. İspanya Kralı II. Filip’in donanmalarını harab etmiş ve ünlü kuömandanlarını esir almıştır.

II. Selim’in kızı Gevher Sultan’la evlendikten sonra, önce Üçüncü Vezir daha sonra İkinci Vezir oldu. Malta’nın ele geçirilmesinde Turgut Reis ile çalıştı. Fakat Turgut Reis’in çatışmalarda vurulması üzerine geri dönmek zorunda kaldı. Daha sonra Kıbrıs’ı almak üzere gönderilmiştir. Kasımpaşa’da kendi yaptırdığı caminin yanında gömülüdür.
Rakoçi
İkinci Georges Rakoçi, Osmanlı tarihinde adı geçmiş büyük bir Macar ailenin ikinci oğludur. 1621 – 1660 yılları arasında yaşamıştır. 1648’de babasının yerine geçmiş ve Erdel beyi olmuştur. 1658’de Sultan Dördüncü Mehmed zamanında Erdel’i Osmanlıya terketmeye mecbur edilmiştir. Osmanlı Türkleri’ne karşı muharebeye girişerek bir defa galip gelmiş, fakat Budin valisi tarafından boğularak öldürülmüştür.
Raşid
Raşid (Ali), 1858 yılında Kandiye’de doğdu. Rüştiye’de okudu. Sonra özel olarak Buhari-i Şerif, aruz, beyan, coğrafya, geometri ve logaritma öğrendi. 1872’de Kandiye Hukuk Mahkemesi’nde, daha sonraları tahrirat kalemlerinde bulundu. 1883’te, Trabzon Mektubi kalemi mümeyyizliğine, 1900’de Konya Mektupçuluğu’na getirildi. İkinci Meşrutiyet’ten sonra dahiliye mektupçusu oldu. 1918 yılında vefat eden Raşid’in, Terkib-i Bend, Safaül Kulub, Numune-i Hikmet gibi eserleri mevcuttur.
Rauf Orbay
Rauf Orbay 1881 yılında İstanbul’da doğdu. Milli Mücadele’ye katılmak üzere Anadolu’ya geçtiğinde imparatorluğun hemen her yanına ün salmış milli kahramanlardan biriydi. Bahriye Mektebi’ni bitirmiş, Balkan Savaşı sırasındaki deniz savaşlarında büyük başarılar göstermiş ve bu nedenle “Hamidiye Kahramanı” ünvanını kazanmıştı. İzzet Paşa kabinesinde Bahriye nazırlığı yaptı, bütün bu parlak başarıların sonunda Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş belgesi olan Mondros Mütarekesini imzalamak zorunda kaldı. Malta sürgününden dönen Rauf Orbay 1921’de Ankara’ya gittiğinde kendisine Nafia vekilliği verildi. Bakanlıktan ayrıldığı yıl Meclis ikinci başkanlığına seçildi, 1922-1923 arasında bir kaç ay Başbakanlık yaptı. 1924’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulduğunda Rauf Orbay, daha önce İkinci Grupta başlattığı muhalefetini bu toplulukta sürdürmeyi daha uygun buldu. 1942-1944 yılları arasında Türkiye’nin Londra büyükelçisi oldu. Rauf Orbay 1964 yılında öldü.
Recaizade Mahmut Ekrem
Tanzimat döneminin önemli edebiyatçılarından biri olan Recaizade Mahmut Ekrem 1 Mart 1847’de İstanbul’da doğdu. 1858’de Mekteb-i İrfan’da öğrenimini tamamladı. Hariciye Mektubi Kalemi’ne memur olarak girdi. Bu görevi sırasında Namık Kemal ile tanıştı ve onun yönetimindeki Tasvir-i Efkar gazetesinde yazmaya başladı. 1867’de Namık Kemal Avrupa’ya kaçarken gazetenin yönetimini Recaizade Ekrem’e bıraktı. Siyasetle ilgilenmedi ve kendisini tamamen edebiyata verdi. Yazılarını Ahmet Mithat Efendi’nin çıkardığı Dağarcık dergisinde yayımlamaya başladı. Batı edebiyatından çevirmeler yaptı. 1877’de Şura-yı Devlet üyeliğine getirildi. 1878’de Mülkiye Mektebi’nde başladığı öğretmenlik mesleğini Galatasaray Sultanisi’nde sürdürdü. Bu okullarda verdiği derslerin notlarını 1883’te Talim-i Edebiyat kitabında topladı. Bu kitap özellikle şiir konusunda getirdiği yeni bakış açısı ile önemli bir yapıttı. 31 Ocak 1914’te İstanbul’da öldü. Öldüğünde Meclis-i Ayan üyesiydi. Recaizade Ekrem’in Türk edebiyatına önemli katkılarından biri de 1895’ten sonra öğrencilerini Tevfik Fikret’in yönetiminde Servet-i Fünun dergisi çevresinde toplaması ve Edebiyat-ı Cedide’nin doğuşuna öncülük etmesidir.

Eserleri : Şiir : Name-i Seher, Yadigar-ı Şebab, Zemzeme (3 cilt) Roman : Araba Sevdası, Öykü; Muhsin Bey Yahut Şairliğin Hazin Bir Neticesi, Şemsa, Oyun : Afife Anjelik, Vuslat Yahut Süreksiz Sevinç, Çok Bilen Çok Yanılır , Çeşitli ; Talim-i Edebiyat, Takdir-i Elhan, Pejmürde, Nijad-Ekrem.

Refet Bele
Refet Bele 1881 yılında İstanbul’da doğdu. 1899 yılında Harp Okulu’nu, 1912’de Harp Akademisi’ni bitirdi. Birinci Dünya Savaşı’nda Filistin Cephesi’nde İkinci Gazze Muharebesi’nde başarı sağladı. Milli Mücadele ve Kurtuluş Savaşı’ndaki görevi, Mustafa Kemal ile birlikte Samsun’a çıkışıyla başladı. Refet Bey, merkezi Sivas’ta bulunan ve Mustafa Kemal’in müfettiş olarak görevlendirildiği 3. Ordu’ya bağlı, 3. Kolordu komutanlığına atandı. Erzurum Kongresi’ne ve Samsun delegesi olarak Sivas Kongresi’ne katıldı. Aydın ve çevresinde ayaklanmalar başlayınca burada görevlendirildi. Daha sonra Çerkez Ethem Ayaklanması’nı bastırdı. Bu arada generalliğe yükseltilerek Dahiliye vekilliğine ve Batı Cephesi komutanlığına atandı. 1922’de Doğu Trakya’yı geri almakla görevlendirildi.

Cumhuriyet’ in ilânından sonra Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’na girdi. 1926 yılında milletvekilliğinden ve askerlikten ayrılan Refet Bele, 1935-1939 ve 1946-1950 tarihlerinde İstanbul milletvekili seçildi.

Sadeddin Arel
Hüseyin Sadeddin Arel, 1880 yılında İstanbul’da doğdu. Anadolu kazaskeri Dardahanzade Mehmed Emin Efendi’nin oğlu ve Adliye nazırı kazasker Ali Haydar Arsebük’ün kardeşi olan Hüseyin Sadeddin Arel, hukuk mektebini bitirdi. Sırasıyla Adliye Nezareti Mütercimi, Mektubi Müdürü, Deniz Ticaret Mahkemesi Hakimi, Makedonya Vilayetleri Adliye Müfettişi, Ceza İşleri Müdürü, Adliye Müsteşarı, Şurayı Devlet Üyesi, Defter-i Hakani Emini, Şurayı Devleti Tanzimat Dairesi Reisi oldu. Sadeddin Arel, Şurayı Devlet kaldırılınca devlet görevinden çekildi. Arapça, Farsça, Fransızca, İngilizce ve Almanca’yı bilir, diğer birkaç dili de okuyup anlardı. Musikiye on yaşında başladı. Hemen bütün sazları çalmayı öğrendi.
1907-1909’da Edgar Manas’tan batı musikisine ait bilgiler öğrendi. Devrinin bütün musiki ustalarını tanıdı. Türk musikisi ilmi üzerine çalıştı. 500 yıldan beri adeta unutulmuş olan Türk musikisi nazariyatı ortaya çıktı. Türk musikisinin çoksesli çağdaş bir sanat olarak gelişmesi için büyük gayret gösterdi. Sadeddin Arel, şarkı formunda büyük şarkı bestecileri derecesine erişememiş, beste-semai formlarında da pek eser vermemiştir. Fakat gerek dini eserlerde, gerekse saz eserlerinde, Türk musikisinin çok önemli bir bestecisi olarak kalmıştır. 1955 yılında İstanbul’da vefat eden Hüseyin Sadeddin Arel’in kütüphanesi, ölümünden sonra İstanbul Üniversitesine verilmiştir.
Said Efendi
Türk matbaacısı Said Efendi İstanbul’da doğdu. Sultan Üçüncü Ahmed tarafından, Fransa Kralı Beşinci Louis’e elçi olarak gönderilen, 28. Mehmed Çelebi’nin oğludur. Said Efendi, babası ile birlikte Paris’e gitti. Fransa’da kaldığı sürece basın işleri ve matbaacılık üzerine incelemeler yaptı. Yurda döndükten sonrada İbrahim Müteferrika ile anlaşarak matbaanın kurulması için çalıştı. Matbaanın önem ve yararlarını Sadrazam Damad İbrahim Paşa’ya, onun aracılığı ile Sultan Üçüncü Ahmed’e bildirdi.

Matbaanın açılma iznini alabilmek için İbrahim Müteferrika ile anlaştı. Şeyhülislam Abdullah Efendi’den matbaanın kurulmasına izin veren bir fetva aldı. Said Efendi’nin Türk matbaacılığının kurulmasında büyük emeği vardır. 1761 yılında Maraş’ta vefat eden Said Efendi’nin Divan-ı Yekta (Biricik Divan), Menasik-i Kutsi (Kutsal Duraklar), Fevaidu’l-Müfredat (Programların Faydaları) gibi eserleri vardır.
Salih Reis
Biga’da doğmuştur. Kanuni Sultan Süleyman döneminde Tunus’un fethinde ün kazanmış bir Osmanlı Amiralidir.

Yıllardır Akdeniz’de korsanlık yapan Salih Reis, Korsika adasının bir limanında Andre Dorya’nın ani baskını sonucu Turgut Reis ile birlikte esir düşmüş ve 3 yıl düşman kadırgalarında kürek mahkumu (forsa) olmuştur.

Turgut Reis ile birlikte, Barbaros Hayreddin Paşa tarafından kurtarılan Salih Reis daha sonraları birçok savaşta yer almıştır. Turgut Reis ile birlikte Tunus muharebesinde başarılı olmuş, 1553’te Fas şehrini ele geçirmiltir. 1556 yılında bu başarılarının bir ödülü olarak Cezayir Beylerbeyi olmuş ve Paşa ünvanını almıştır.
Samsa Çavuş
Samsa Çavuş’un hayatı hakkında çok fazla bilgi yoktur. Osman Gazi’nin 1291’de Karacahisar’ı almasından sonra, Sakarya ırmağının kuzeyine yaptığı akınlara katıldı. Lefke ve Mekece alındıktan sonra, buraların korunması için Yenişehir suyunun Sakarya’ya döküldüğü yerde, küçük bir hisar yapıldı ve bu kalenin kumandanlığı Samsa Çavuş’a verildi. Osman Gazi, Bizans sınırında uç beyliği kurduğu zaman bunlardan birinin başına Samsa Çavuş’u tayin etti.
Selanikli Mustafa Efendi
Mustafa Efendi Selanik’te doğdu. Haremyen mukataacılığı ve Nişancı Mehmed Paşa’nın divitdarlığını yaptı. Silahdar katibi oldu (1587). Gence seferine katıldı ve bu sefer sonunda sipahi oğlanları katipliğine getirildi. İstanbul’a dönüşünde bu görevinden alındı (1589). Safevi elçilik heyetiyle, Haydar Mirza’nın misafir edileceği sarayın hazırlanması ve yapılacak masrafların hesabını tutmak görevi verildi (1590).

Sadrazam Ferhad Paşa tarafından ruzname yazmakla ve ayrıca Anadolu muhasebeciliği ile görevlendirildi. Ferhad Paşa azledilince bu görevini kaybetti. 1593’de Osmanlı Devleti’ne sığınan, Gilan hakimi Han Ahmed’in mihmandarlığına tayin edildi. Sadrazam İbrahim Paşa tarafından Ruzname-i Humayun’un nakline memur oldu ve buna ek olarak da evkaf muhasebeciliği verildi. Haçova muharebesinden kaçanların, İstanbul’daki mülklerine el konulması ile görevlendirildi (1598). Mustafa Efendi, devrinin olaylarını bütün ayrıntıları ile yazmıştır.

Tarih-i Selaniki adlı eseri, 1563-1600 yılları arasındaki olayları içine alır. Eserinde saray törenleri, tayinler, aziller, mali sıkıntılar, kapıkulu askerlerinin isyanları anlatılır. 1600 yılında İstanbul’da öldü.
Selim Giray Han
Bahadır Giray’ın oğlu olup 1671’de Kırım Hanı olmuştur. 1671 yılında Osmanlı ordusuna katılarak Çehrin kalesinin alınması için görevlendirildi. Kaleyi alamayınca görevinden azledildi.

İkinci kez Kırım Hanı olunca Osmanlılara karşı ayaklanan Hıristiyanların isyanlarını bastırdı. 12.000 kişilik Avusturya ordusunu yenerek Kırım Hanlığı görevinden ayrıldı. 1692’de üçüncü kez Kırım Hanlığı’na getirildi ve Lugos Kalesinin alınması için yapılan savaşlara katıldı. Karlofça Antlaşması’nın imzalanmasından sonra tekrar hanlıktan ayrıldı. 1702’de dördüncü kez Kırım Hanlığı yaptı.
Seydi Ali Reis
Seydi Ali Reis Galata’da doğdu. İstanbul’un fethinden sonra Sinop’a yerleşen denizci bir ailenin oğluydu. Dedesi ve babası tersane kethüdasıydı.

1522 yılında Rodos seferine katılan Seydi Ali Reis, Barbaros Hayreddin Paşa’nın emrinde bir çok deniz seferine çıktı ve Batı Akdeniz bölgesini çok iyi öğrendi. Preveze Savaşı’ndan sonra adı daha çok duyulmaya başladı. Trablusgarp’ın fethi ile biten harekatta Kaptan-ı Derya Sinan Paşa ve Turgut Reis emrinde çalıştı. Basra’da, bir Osmanlı donanmasını Süveyş’e getirmek için, 1553 yılında Hint Kaptanı tayin edildi. Seydi Ali Reis 34 parçalık Portekiz donanması ile Güney Arabistan sahillerinde karşılaştı. Fırtınaya ve şiddetli düşman taarruzuna rağmen Demen Kalesi önüne gelebildi. Burada karaya oturan üç gemiden sonra, elinde kalan altı gemiyle birlikte Güceret’in başkenti Ahmedabat’a gitti. Süveyş’i geçemeyeceğini anlayan Seydi Ali Reis gemileri ve mühimmatı satarak parasını İstanbul’a gönderdi ve üç yıl Osmanlı ülkesi dışında yaşadı.

1557 yılında İstanbul’a döndüğünde, mahvolmuş bir donanmanın sorumlusu olmakla beraber, başına gelen olağanüstü olaylar yüzünden suçlu görülmedi. Önce müteferrika yapıldı. Ardından Diyarbakır tımar defterdarı tayin edildi. Bir süre Şehzade Selim’in hizmetinde çalıştı. Galata Hassa gemi reislerinden biri oldu. 1562 yılında İstanbul’da öldü.

Sigismund
Ünlü Alman İmparatoru. Lüksemburg doğumludur. İmparator IV. Charles’in oğlu olup, Brandburg Hakimi, Kral Louis’in kızı ile evlenerek, Macaristan ve Lehistan Kralı olmuştur. 1396’da Türklere karşı büyük Haçlı ordusunu kurmuş ve Yıldırım Bayezid’in ordusuyla çarpışmış ve yenilgiye uğramıştır. 1411 yılında İmparator olmuştur. 1427 ve 1435 yıllarında Osmanlı ordusuna karşı savaş açmışsa da bozguna uğramıştır.
Silahdar Ali Paşa
Silahdar Ali Paşa, 1667’de Sölöz’de doğdu. Sirke Osman Paşa’nın aracılığı ile saraya girdi. Enderun’da öğrenim gördü. Çorlulu Ali Ağa’nın hizmetine giren Silahdar Ali Paşa, gizli ilimlere ve sihire olan ilgisi dolayısıyla Sultan İkinci Mustafa’nın saltanatında sırkatibi olarak nüfus kazandı. Silahdar Ali Paşa, Sultan Üçüncü Ahmed’in tahta çıkmasından sonra rikabdar, aynı yıl çuhadar ve 1704’te silahdar oldu. İkinci vezirlik görevi ile Kıbrıs eyaletine gönderilen Silahdar Ali Paşa, saraya yakınlığı dolayısıyla Çorlulu Ali Paşa, Köprülüzade Numan Paşa, Baltacı Mehmed Paşa, Gürcü Yusuf Paşa, Abaza Süleyman Paşa ve Kaptan İbrahim Paşa’nın sürgün edilmelerine ve öldürülmelerine sebep oldu. 1713’te sadrazamlığa yükseldi. Önce, Ruslarla olan anlaşmazlıkların halledilerek, barışın sağlanmasına çalıştı.

Silahdar Ali Paşa, içte ve dışta aldığı tedbirlerle güçlendikten sonra Karlofça Antlaşması’nın zararlarını gidermek amacı ile Venedik’e savaş ilan etti (1714). Bu seferin serdarlığına seçilen Sadrazam Ali Paşa, orduyla İstanbul’dan hareket ederek (1715) Mora’ya geldi, buradaki kaleleri, Ege denizinde Venediklilerin elinde bulunan bazı adaları ve Girit’te Suda ve Spirna Longa kalelerini aldı.

Ertesi yıl Avusturyalılar ve Venedikliler arasında bir antlaşma yapıldı. Bu olay üzerine Avusturya’ya da savaş ilan etti. Silahdar Ali Paşa ilkbaharda Avusturya seferine çıktı. Türk ordusu ile Prens Ojen komutasındaki Avusturya ordusu arasında Petervaradin’de yapılan savaşta Osmanlı ordusu bozguna uğradı. Savaş sırasında, 5 Ağustos 1716 günü, alnından vurulan Silahdar Ali Paşa, Karlofça’ya götürülürken yolda şehit oldu.
Silahdar Fındıklı Mehmed Ağa
Silahdar Mehmed Ağa, 1658 yılında İstanbul’da doğdu. Küçük yaşta Enderun’a alındı. Sonra Has bahçe bostancıları arasına girdi ve sırasıyla zülüflü, baltacı, hasoda hademesi, tülbent ağası, çuhadar ve silahdar oldu. Sultan Dördüncü Mehmed, Sultan İkinci Süleyman, Sultan İkinci Ahmed, Sultan İkinci Mustafa ve Sultan Üçüncü Ahmed devirlerinde sarayda yaşadı ve bu padişahların yakını oldu. Kara Mustafa Paşa ile İkinci Viyana ve Avusturya seferlerine katıldı. Silahdar Mehmed Ağa, birçoğunu kendisinin gördüğü, yaşadığı tarihi olayları “Silahdar Tarihi” adı ile tanınan eserinde anlattı. Bu eserinin dili Osmanlı nesir geleneğini sürdürür.
Siyavuş Paşa
Köprülü Mehmed Paşa’nın kölesiydi ve onun kızıyla evlendi. Fazıl Ahmed Paşa’nın sadrazamlığında onun kapıcılar kethüdası oldu. Fazıl Ahmed Paşa ile birlikte Uyvar, Girit ve Kamaniçe Seferleri’ne katıldı. Rikabı Hümayun kapıcılar kethüdalığına getirildi (1676). Koca Mustafa Paşa’nın sadrazamlığında küçük imrahor tayin edildi (1678). Çehrin seferine katıldı. Silahtar oldu (1681). İkinci Viyana kuşatmasına cebecibaşı olarak katıldı; sipahiler ağası oldu (1684). Aynı yıl Diyarbakır Valiliği’ne, sonra Bosna (1685) ve Halep (1687) valiliklerine getirildi.

Varadin’de bulunduğu sırada askerleri sadrazam Sarı Süleyman Paşa aleyhine kışkırttı ve kendisini sadrazam ilan ettirdi. Sultan Dördüncü Mehmed askerin bu isteğini kabul ederek sadrazamlık mührünü gönderdi. Siyavuş paşa kayınbiraderi Fazıl Mustafa Paşa ile anlaşarak Sultan Dördüncü Mehmed’i tahttan indirdi. Sultan İkinci Süleyman padişah oldu. Ordu ile birlikte İstanbul’a döndü. İstanbul’da isyan eden askerler tarafından öldürüldü.
Sokullu Mehmed Paşa
Kanuni Sultan Süleyman, Sultan İkinci Selim ve Sultan Üçüncü Murad devirlerinde sadrazamlıkta bulunan Sokollu Mehmed Paşa 1506 yılında Bosna civarında Sokoloviç kasabasında doğdu. Devşirme çocuklar arasında Edirne sarayına getirildi. Türk ve Müslüman kültürü ile yetiştirildi. Saraydan kapıcıbaşılıkla çıkarak Barbaros Hayreddin Paşa’nın ölümü üzerine Kaptanı Derya ve bir süre sonra Rumeli Valisi oldu. Bu sıralarda ilk büyük başarısına, Tameşvar Kalesi’nin fethi ile ulaştı. Bu başarı üzerine kendisine vezirlik verildi. 1561’de üçüncü vezir iken, Kanuni Sultan Süleyman’ın torunu ve Sultan İkinci Selim’in kızı Esmehan Sultan ile evlendi. İkinci Vezir iken Semiz Ali Paşa’nın ölümü üzerine, 1564’te sadrazamlığa getirildi. Bu tarihten ölümüne kadar Osmanlı Devleti’nin idaresini elinde tuttu.

Kanuni Sultan Süleyman’ın son seferi olan Zigetvar Kalesi fethini, padişah öldükten sonra o idare etti. Kanuni Sultan Süleyman’ın yerine padişah olarak Sultan İkinci Selim’i tahta çıkarmayı başardı. Bu padişah döneminde sürekli sadrazamlıkta kaldı ve devlet işlerini idare etti. Don ve Volga ırmakları arasında bir kanal açma düşüncesini gerçekleştiremedi. Süveyş Kanalı’nı da açmayı düşünen Sokollu Mehmed Paşa, bu amacını gerçekleştirmek için Sudan’ı zaptetti. Devlet teşkilatı içinde önemli düzenlemeler yapan Sokollu Mehmed Paşa, 1579 yılında öldürüldü ve Eyüp’te defnedildi.

Stanislas Pongatowski
Lehistan’ın son kralıdır. Lehistan kralı Üçüncü Auguste’ nin ölümü üzerine imparatoriçe onu krallık tahtına geçirdi. Daha sonra aleyhine isyan ve ihtilal başladı. Üç büyük devlet arasında Lehistan iki defa taksim edilince İkinci Stanislas’a bir aylık bağlanarak memleketten çıkarıldı. Kral Stanislas memleketinden ayrı ancak iki sene yaşabildi ve bu felakete ait hatıralarını 8 cild halinde yazdı.
Subaşı Bekir
Subaşı Bekir, Yusuf Paşa Bağdat valisi iken, askeri kumandandı. Hızla artan nüfusunu bertaraf etmek isteyenleri yenilgiye uğrattı. Aralarında çıkan bir antlaşmazlık yüzünden, vali Yusuf Paşa’yı da öldüren Subaşı Bekir, sahte bir fermanla Bağdat valiliğinin kendisine verildiğini ilan etti. Hafız Ahmed Paşa, bir ordu ile Bağdat’ı kuşatınca Subaşı Bekir, Safevi Hükümdarı Şah Abbas’a başvurarak himayesini istedi. Safevi kuvvetleri şehre yaklaşınca çaresiz kalan Osmanlı kuvvetleri geri çekildi. Bağdat valiliği Subaşı Bekir’e verildi. Bu olaydan sonra, yardım istediği Safeviler’e yüz çeviren Subaşı Bekir’in üzerine Şah Abbas tarafından kuvvet gönderildi. Subaşı Bekir’den çekinen Osmanlı kumandanı Hafız Ahmed Paşa Bağdat’a yardıma gelmedi. Şah Abbas Bağdat’ı ele geçirdi. Subaşı Bekir önce diri diri, sonra cesedi bir kayığa bindirilip üzerine neft dökülerek Dicle’de yakıldı (1623).

Süleyman Şah
Süleyman Şah, 1363 yılında Germiyanoğulları Beyliği’nin başına geçti. Karamanoğlu Alaeddin Bey’in saldırısına uğrayan Hamidoğlu Hüsameddin İlyas Bey’e yardım etti. Karamanoğulları’nın saldırılarından korunmak için kızını Osmanlı hükümdarı Sultan Murad Hüdavendigar’ın oğlu, Şehzade Bayezid’e (Yıldırım Bayezid) verdi. Kızının çeyizi olarak Kütahya, Tavşanlı, Simav, Eğrigöz (Emet) bölgelerini Osmanlılara terk etti ve kendisi Kula’ya çekildi (1378). Süleyman Şah, beyliği süresince bilim adamlarını korudu. Şeyhoğlu Sadreddin Mustafa, Süleyman Şah’ın emriyle Merzbanname adlı Farşça eseri Türkçeye çevirdi. Ahmedi, İskendername adlı eserini onun adına yazdı. Kula’daki Gürhane adlı medrese Süleyman Şah tarafından yaptırıldı. 1388 yılında Kula’da öldü.

Şah Abbas
Şah Abbas 1557 yılında doğdu. Safevi sülalesinden Muhammed Hudabende’nin oğludur. Herat’ta babasına karşı ayaklandı. Kazvin’i ele geçirdi ve 1587’de hükümdar oldu. Şah Abbas, babasının kötü yönetimi ile yok olma derecesine düşen Safevi Devleti’ni kalkındırdı. Yeniçeriliği taklit ederek “Tüfekçi” adını verdiği bir ordu kurdu.

1597’de Herat yakınlarında Özbekleri yenerek Meşet’i geri aldı. Osmanlıların Avrupa seferi ve Anadolu ayaklanmaları ile uğraşmasından yararlanarak, Sultan Üçüncü Mehmed’in son yıllarında Osmanlı Türkleri’ne düşmanca tavırlar sergiledi. 1605’te, sayıca zayıf olan Osmanlı ordusunu Tebriz yakınlarında yenerek Tebriz, Erivan ve Kars kalelerini ele geçirdi. Kuyucu Murad Paşa’nın Tebriz’i harap etmesi üzerine, İran seraskeri Nasuh Paşa ile 1618 yılında imzaladığı antlaşma uzun sürmedi. Sultan İkinci Osman’ın öldürülmesini ve Anadolu’da çıkan karışıklıkları fırsat bilen Şah Abbas, Bağdat, Kerbela, Necef, Musul ve Diyarbakır’ı zaptetti. Şah Abbas, İran’ın gelişmesi için çok gayret etti. Yol, köprü, saray ve birçok kervansaraylar yaptırdı. Buna karşın çok zalim bir yönetim kurdu. Tahta geçmesine yardımcı olan Murşid Küli Han’ı, bir süre sonra da öz oğlu Şafi Mirza’yı öldürmekten geri durmadı. 1628 yılında ölen Şah Abbas’ın yerine torunu Şah Mirza Safi geçti.

Şah İsmail
İran Safevi Devleti’nin kurucusu olan Şah İsmail, 1487 yılında doğdu. Babası Şeyh Haydar, Şirvan hükümdarı Ferruh Yesar ve ona yardım eden Akkoyunlu hükümdarı Yakup Bey’e karşı yaptığı savaşta öldü. Üç yıl hapis hayatı yaşayan Şah İsmail, esaretten kurtulduktan sonra mücadelelere girişti. 1500 yılına kadar süren bu mücadelelerden sonra Şah İsmail, babasının katili Ferruh Yesar’ın üstüne yürüdü. Bakü’yü ele geçirdi ve 1502’de Akkoyunlu hükümdarı Elvend’i Nahçivan yakınlarında yenerek, ülkesinin bir kısmını ele geçirdi. Buradan Tebriz’e giderek Taç giydi ve “Şah” ünvanını kazandı.

1502 kışını Tebriz’de geçiren Şah İsmail, ilkbaharda Fars ve Irak’ı, Acem hükümdarı Murad Bey’i yenerek Şiraz’ı aldı. 1507’de Erçiş, Ahlat ve Bitlis’i alarak Elbistan’a kadar ilerledi. Kısa zamanda devletinin sınırlarını genişleten Şah İsmail, iki güçlü rakiple karşı karşıya geldi. Bunlar doğuda Özbekler, batıda Osmanlılardı. Şah İsmail, Osmanlı Devleti’ni yıkmak için Anadolu’yu karıştırmayı düşünüyordu. Osmanlı şehzadeleri arasındaki saltanat mücadelesinin yoğun olduğu bir dönemde, Şah İsmail’in Anadolu’ya gönderdiği Nur Ali Halife, kendisine katılan Türkmen süvarileri ile Tokat’a girdi ve burada Şah İsmail adına hutbe okuttu. Ayrıca Şahkulu’da Antalya’da bir isyan başlattı. Yavuz Sultan Selim tahta geçince, taht mücadeleleri bitti. Yavuz Sultan Selim ilk olarak Anadolu’daki Şah taraftarlarına karşı harekete geçti. Anadolu’daki Şah İsmail taraftarlarını ortadan kaldıran Yavuz Sultan Selim, savaş hazırlığı yapmaya başladı.

Hazırlıklarını tamamlayan Yavuz Sultan Selim, 23 Ağustos 1515’de Çaldıran Ovası’nda yapılan savaşta Şah İsmail’i yendi. Bu yenilgiden sonra eski cesaretini kaybeden Şah İsmail, günlerini ayrı ayrı şehirlerde geçirdi. 1524’de öldükten sonra Erdebil’de Şeyh Safiyüddin’in yanına gömüldü. Şair de olan Şah İsmail, Hatayi mahlasıyla Türkçe tasavvuf şiirleri yazdı.

Şahkulu
Şahkulu’nun doğum tarihi bilinmemektedir. Teke ilinin, (bugün Antalya) Korkuteli kazasının, Yalımlı köyünde doğdu. Şah İsmail’in babası, Şeyh Haydar’ın halifelerinden Hasan Halife’nin oğludur. Küçük yaşta babası ile birlikte gittiği Erdebil’de Şeyh Haydar tarafından, Şii inançları doğrultusunda eğitildikten sonra, Antalya’ya gönderildi. Doğduğu köyün yakınlarındaki bir mağaraya çekilerek, Batı Anadolu ve Rumeli halkını Şiilik ve Şah İsmail’e bağlılık düşüncesi çevresinde toplamaya çalıştı. Yandaşlarını hızla çoğaltmasında en önemli etken, Sultan İkinci Bayezid ile oğulları arasında çıkan saltanat mücadelesidir. Şahkulu yeterince güç topladıktan sonra, 10.000 kişilik bir ordu ile ayaklanma başlattı. Antalya’dan Manisa’ya gitmekte olan Şehzade Korkud’un kuvvetlerine saldırarak hazinesine el koyduktan sonra Kızılkaya, İstanos, Elmalı, Burdur, Keçiborlu kasabalarını basarak kadılarını ve kendisine direnenleri öldürdü ve ele geçirdiği bu bölgenin yönetimine kendi adamlarını geçirdi.

Kütahya önlerinde kendisine karşı gönderilen Karagöz Paşa ile çarpışarak Karagöz Paşa’yı tutsak etti. Nisan 1511’de Kütahya Kalesi’ni kuşattı ama sonuç alamadı. Karaman Beylerbeyi Haydar Paşa’yı öldürerek kuzeye yöneldi. Karaman yakınında, Kızılkaya boğazında sadrazam Hadım Ali Paşa komutasındaki kuvvetlerce çembere alındı. Amasya valisi Şehzade Ahmed’in, Yeniçeriler arasındaki ikilik ve bölünmeye yol açan tutumundan yararlanarak kuşatmayı yardı ve Sivas yönünde kaçmayı başardı. Hadım Ali Paşa az bir kuvvetle Çubukova’da ona yetişti ve iki taraf 2 Temmuz 1511’de Gökçay yöresinde savaşa tutuştu. Şahkulu çarpışma esnasında isabet eden bir okla öldü. Hadım Ali Paşa’nın ölmesiyle Osmanlı ordusu da çarpışmaya son vererek çekildi. Şahkulu’nun kalan kuvvetleri de İran yönünde çekilirken Tebriz’den gelen bir kervanı soydukları için Şah İsmail tarafından ağır biçimde cezalandırılarak dağıtıldılar.
Şah Tahmasb
Şah Tahmasb, 22 Şubat 1514’te İsfahan’da doğdu. Şah Birinci İsmail’in oğlu olan Şah Tahmasb, Çaldıran Savaşı’ndan sonra Horasan’a gönderildi. Bir süre Sebzvar ve Herat’ta kaldı. Şiilerin ve Safevilerin tanınmış bilgin ve şeyhlerinden özel öğrenim gördü. 1521’de Sultaniye’deki babasının yanına dönen Şah Tahmasb, Şah İsmail’in ölümü üzerine 1524’te tahta çıktı. Osmanlı Devleti’nin 1533 Irakeyn seferini açmasını neden olacak sınır olayları onun zamanında yoğunlaştı. Ulama Paşa’nın Osmanlılara sığınması, Bitlis Bey’i Şeref Han’ın Safevilere yaklaşması bu savaşın başlıca nedeniydi.

Şah Tahmasb, 1528’de Özbeklere karşı yaptığı ilk savaşını kazandıktan sonra Bağdat’a yürüdü. Burayı Osmanlılara teslim etmeyi düşünen Musullu Zülfikar Bey’i yenerek, Bağdat’a girdi. Özbeklere, Horasan’a yeni akınlar düzenliyorlardı. Bu nedenle 1529’da Horasan’a dönmek zorunda kalan Şah Tahmasb burada iki yıl kaldı. Osmanlı tehlikesi artınca da tekrar batıya yöneldi. 1533’te Osmanlı Veziri Azamı İbrahim Paşa Doğu Anadolu’ya geldi ve bölgeyi denetimi altına aldı. 1533-34 yılları boyunca Bitlis, Adilcevas, Erçiş ve Van’dan sonra Azerbaycan’ın başkenti Tebriz’de, Osmanlı kuvvetlerince ele geçirildi.

Irak’a yönelen Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman, Bağdat’ı aldı. Şah Tahmasb’da Tebriz’i kurtararak Van’a yürüdü. Bu nedenle Kanuni Sultan Süleyman ikinci kez İran’a geldi. Bu süre içerisinde kesin bir barış imzalanamamıştı. Sınır olayları eksik olmadı. Buna rağmen Osmanlı tehlikesini atlatmış görünen Şah Tahmasb, Horasan seferine çıktı. Özbekleri zayıflatarak bir tehlike olmaktan çıkardı. 1540-48 yılları arasında Gürcistan seferine çıktı. Kanuni Sultan Süleyman, 1548’de düzenlediği seferle Doğu Anadolu’da Şah Tahmasb’ın aldığı yerleri yeniden Osmanlı topraklarına kattı. Tebriz, direnmeden Osmanlılara teslim oldu. Osmanlı padişahı seferden dönerken Van’ı da aldı. Bu mağlubiyetlerden sonra Şah Tahmasb yağma ve saldırılar düzenleyerek kasaba ve köyleri yakıp yıktı. Erzincan’a kadar ilerleyen Şah Tahmasb, Osmanlı kuvvetlerinden çekindiği için Karabağ’a gitti. Gürcistan’a seferler yapmaya devam eden Şah Tahmasb, 1552’de Osmanlı sınırları içinde kalan topraklara akınlar düzenledi. Bu gelişmeler Kanuni Sultan Süleyman’ı üçüncü kez İran üzerine yürümeye zorladı. 1553’te Halep’e giden Kanuni Sultan Süleyman, 1554 baharında Kars üzerinden İran topraklarına girdi. 1555’de iki ülke arasında Amasya Antlaşması imzalandı. Şah Tahmasb ölümüne dek barışa bağlı kalarak dostluk ilişkisinin zedelenmemesine özen gösterdi. Sultan İkinci Selim’le de dost kalmaya çalışan Şah Tahmasb, hükümdarlığının son iki yılını ağır bir hastalıkla geçirdi. 1576 yılında Kazbin’de ölen Şah Tahmasb’ın yerine oğlu Haydar Mirza tahta çıktı. Bir gün sonra öldürülen Haydar Mirza’nın yerine, ikinci oğlu Şah İkinci İsmail tahta çıktı.
Şahin Giray
Şahin Giray (d. 1745- ö. 1787), 48. ve en son Kırım hanıdır. Birinci saltanatı 1777-1782 ve ikinci saltanatı 1782-1783 yılları gerçekleşti.

Şahin Giray 1745 yılında Edirne’de doğdu. Yunanistan ve İtalya’da eğitim gördü. Kırım Hanı İkinci Devlet Giray’ın oğlu torunu ve Ahmed Giray’ın oğludur. 1772’de Kırım Hanı olan kardeşi İkinci Sahib Giray tarafından kalgay (veliaht) olarak atandı. 1774’te Osmanlı Devlet’i ile Rusya arasında yapılan Küçük Kaynarca Antlaşması ile Kırım’ın Rus nüfusuna girmesine karşı çıkan ve 1775’te tahtı ele geçiren Dördüncü Devlet Giray’ın yerine, Ocak 1777’de Rusların desteği ile Kırım Hanlığına getirildi. Hükümdarlığı, Osmanlı yönetimi tarafından tanınmadı ve Aralık 1777’de Üçüncü Selim Giray, hanlık beratıyla Kırım’a gönderildi.

1778’deki ayaklanmanın bastırılmasıyla Kırım tahtının tek sahibi olan Şahin Giray, 1779 Aynalıkavak tenkihnamesinin imzalanması ile Osmanlı Devlet’i tarafından da tanınmış oldu. 1782’de izlediği Rus yanlısı siyaset nedeni ile çıkan yeni bir ayaklanma sonucu, Yenikale ve Kerç yöresine çekildi. Yerine, kardeşi İkinci Bahadır Giray getirildi. Ancak Ruslar, karışıklıklardan yararlanarak, Temmuz 1783’te General Potemkin’i Kırım’a göndererek Şahin Giray’ı göstermelik de olsa Kırım Hanı ilan ettiler ve Kırım’ın Rus topraklarına katılmasını sağladılar. Şahin Giray uygulanan baskılara dayanamayarak 1787’de Osmanlı Devleti’ne sığındı. Ancak Kırım hanlarının sürgün yeri olan Rodos adasına gönderilerek orada idam edildi (1787).
Şarlken
(Alman İmparatoru)
Şarlken, 24 Şubat 1500’de (Belçika) Gent’de doğdu. Babası 1506’da ölünce, halası onu Hollanda Kral naibi yaptı. İkinci Ferdinand’ın ölümünden sonra, Aragon ve Kastilya’nın yönetimini, annesinin akıl hastalığı nedeni ile Şarlken üstlendi. Kanuni Sultan Süleyman’ın 1520’de Osmanlı tahtına çıkmasından sonra Osmanlıların Avrupa’ya akınları daha da arttı. Macaristan Bohemya Kralı, 1526’da Mohaç’ta Osmanlılara yenilince, Şarlken’in kardeşi Ferdinand, geride kalan toprakların yönetimini ele geçirdi. Şarlken 1527’de, çoğunluğu paralı Germen askerlerinden oluşan ordusu ile Roma’ya girerek kenti yağmaladı. Papa ile bir antlaşma imzalayan Şarlken, Bologna’ya geçti ve Şubat 1530’da Papa tarafından kutsal Roma-Germen İmparatoru olarak kutsandı. 1529’da Viyana’yı kuşatan Kanuni Sultan Süleyman, Avusturya’ya büyük kayıplar verdirdi. Şarlken’in kardeşi Ferdinand Osmanlı akınları ile uğraşırken Alman prensleri üzerindeki otoritesini yitirdi. Şarlken, 1532’de Viyana önlerinde Kanuni Sultan Süleyman tarafından bir meydan savaşına zorlandıysa da buna yanaşmadı. Fransa üzerine akınlar düzenledi. Bu seferlerin sonuncusu da başarısızlıkla sonuçlanınca, İspanya ve Hollanda’yı oğlu Phillipe’e verdi. Avusturya’yı ise kardeşi Ferdinand’a bıraktı. Eylül 1556’da İspanya’ya gitti ve 1557’de Yuste Manastırı’na kapandı ve burada öldü.

Şarlken Avrupa’da kendi egemenliği altında birleşmiş, Katolik bir imparatorluk kurmak istiyordu. Bu amaçla uzun yıllar Protestanlar ve Osmanlılarla savaştı. Ancak geniş bir alana yayılmış, farklı iktisadi, dinsel ve kültürel yapılara sahip krallıkları Katoliklik etrafında bir araya getirmeyi başaramadı.

Şehzade Süleyman Paşa
Süleyman Paşa’nın doğum tarihi kesin değildir ancak 1316 yılında doğduğuna dair bilgiler bulunmaktadır. Orhan Gazi’nin oğludur. Annesi Nilüfer Hatun’dur. İlk görevine Gerede’de yöneticilikle başladı. 1330’da İznik’in, 1337’de İzmit’in fethine katıldı. Babası tarafından İzmit ve çevresi tımar olarak kendisine verildi. 1345’te Karesioğulları topraklarının fethinde bulundu. Edincik, Biga, Lapseki ve çevresini de alarak, Karesi (Balıkesir) sancakbeyliğine atandı.

1346’da Orhan Gazi tarafından Bizans İmaparatoru Kantakuzinos’un yardımına gönderilerek iki kez Rumeli’ye geçti. Selanik’in kurtarılmasında Bizans donanmasına yardım etti. 1352’de Sırpları ve Bulgarları Dimetoka’da yenerek Kantakuzinos’un Edirne’ye girmesinde rol oynadı. 1353’te Anadolu’ya dönerken, yardımlarına karşılık kendisine bırakılan Gelibolu’da Çimbi Kalesi’ne asker yerleştirdi. 1354’te Rumeli’nin fethi amacıyla Gelibolu’ya geçerek Bolayır’dan Rodosto’ya (Tekirdağ) kadar uzanan Marmara kıyılarını Osmanlı topraklarına kattı. Biga’dan göç ettirdiği Türkmenleri buralara yerleştirdi. Bursa’ya döndükten sonra aynı yıl Ankara’nın alınmasıyla sonuçlanan seferde komutanlık yaptı. 1356’da yeniden Rumeli’ye geçerek Akçaliman, Eksalimiye, Ayasoloniya kalelerini aldı. Bolayır’ı üs yaparak, akınlarını Gelibolu ve Keşan yönünde yoğunlaştırdı. Askeri başarılarının doruğundayken bir av sırasında uğradığı kaza sonucu öldü (1357).
Şerif Hüseyin
Şerif Hüseyin 1854’te İstanbul’da doğdu. Hz. Muhammed’in (S.A.V) soyundan geldiği kabul edilen Mekke şerifleri ailesindendir. 1908’de İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra Hicaz Valisi ve Mekke Şerifi olarak, Arabistan’a gönderildi. Arapların Osmanlı Devleti’nden ayrılmaları yönünde çalışmalar yapmaya başladı. Şerif Hüseyin, oğlu Abdullah aracılığı ile Mısır’da ki İngiliz yönetimi ile ilişki kurdu.

1915-16 yıllarında Arapların Osmanlı İmparatorluğu’na karşı ayaklanmaları durumunda İngilizlerin kendi krallığını tanımasını istedi. Oğullarından Faysal ise Suriye’de bulunan Osmanlı komutanı Cemal Paşa ile anlaşmaya çalıştı. 1916 ilkbaharında Cemal Paşa’nın Beyrut ve Şam’da devlete ihanetle suçladığı bazı Arap milliyetçilerini astırmasının ve Osmanlı birliklerinin Hicaz demiryolunu denetimi altına almasının ardından, Şerif Hüseyin krallığını ilan ederek, Haziran 1916’da Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklandı. Arap birlikleri Hicaz demiryoluna saldırılar düzenlemeye ve Osmanlı birliklerine kayıplar verdirmeye başladılar. Bir yandan İngilizlerle çarpışan Osmanlı ordusu, Hüseyin’in oğulları komutasındaki Arap birliklerine karşı da savaşmak zorunda kaldı. Birinci Dünya Savaşı’nın bitiminden sonra İtilaf kuvvetleri, Ürdün’de kendilerine bağlı bir yönetim kurdular. İngilizlerin Filistin’de bir İsrail devleti kurmaya çalışması Şerif Hüseyin’i kızdırdı.

İngiltere’nin, 1921’de Abdullah’ı Ürdün Emiri, diğer oğlu Faysal’ı da Irak Kralı yapması Şerif Hüseyin’in Arap dünyasındaki otoritesini iyice sarstı. Mart 1924’te, Türkiye’de halifeliğin kaldırılmasından sonra kendisini halife ilan ettiyse de Mekke’yi kuşatan İbni Suud Abdülaziz tarafından krallığına ve halifelik iddialarına son verildi. Şerif Hüseyin 1930 yılına kadar Kıbrıs’ta sürgün hayatı yaşadı. Bundan sonra Şerif Hüseyin, Ürdün Emiri olan oğlu Abdullah’ın yanına gitti. Bir yıl sonra, 1931 yılında öldü.
Şeyh Bedrettin
Edirne yakınlarında, bugünkü Yunanistan topraklarında bulunan Simavna kasabasında doğmuştur. Babası Selçuklu Sultanı II. İzzeddin Keykavus’un torunu olduğu söylenen Abdülaziz’in oğlu İsrail, annesi ise Rum asıllı bir hristiyan iken müslüman olan Melek Hatun’dur. Babasının mesleği nedeniyle Simavna Kadısı Oğlu diye tanınmıştır. Edirne’nin Osmanlılar tarafından alınmasından sonra ailesi ile buraya yerleşmiştir. Şeyh Bedreddin ilk tahsiline babasının yanında başladı. Daha sonraları Şahidi adlı bir hocadan ders aldı. Mevlana Yusuf’tan sarf ve nahiv okudu. Koca Efendi diye de bilinen Bursa Kadısı Şeyh Mahmud ile oğlu Musa Çelebi’nin I. Bayezid’in refakatinde Edirne’ye gelmeleri üzerine, ileride astronomi ve matematik alanlarında büyük şöhret kazanacak olan Musa Çelebi ile birlikte Koca Efendi’den ders almaya başladı; bu arada Mevlana Yusuf’un yanında fıkıh öğrenimine de devam etti.

6 ay sonra Musa Çelebi ve amcası Abdülmü’min’in oğlu Müeyyed ile birlikte 1 yıl süre ile Bursa Kaplıcaları Medresesi’nde yine Hoca Efendi’nin derslerini takip ettiler. Bu 3 öğrenci Bursa’dan Konya’ya gittiler ve orada Mevlana Feyzullah’tan mantık ve astronomi dersleri aldılar. 1 yıl sonra Musa Çelebi Semerkant’a giderek Uluğ Bey’in astronomi hocası olurken Bedreddin Simavi ve Müeyyed 1381’de Şam’a gittiler. Fakat Veba salgını nedeniyle Küdus’e dönerek Mescid-i Aksa’da İbnü’l Askalani’den hadis okudular. Daha sonraları Türk Beyi Ali Keşmiri’nin himayesinde Kahire’ye gittiler. Ali Keşmeri verdiği yemekte yapılan ilmi sohbet sırasında orada bulunan Şah el-Mantıki, Bedreddin Simavi’yi çok beğenmiş, bunun üzerine Bedreddin Simavi kendisinin en gözde öğrencisi olmuştur. 1383’te Hac için Mekke’ye giden Şah, Bedreddin Simavi’yi de yanına alır.

Sultan Berkuk, Bedreddin’in başarısını öğrenmiş, bunun üzerine oğluna ders vermesi için kendisini saraya davet etmiştir. Bedreddin Üç yıl bu görevde kalmıştır. Sultan Berkuk, hocası olan Ahlatlı Şeyh Seyyid Hüseyin ile Bedreddin Simavi’nin tartışmalardaki başarılarından memnun kalmış ve Bedreddin’i cariyelerinden Cazibe ile, Ahlatlı Hüseyin’i de onun kardeşi Meryem ile evlendirmiştir. Bu evlilik onun ilmi ve fikri hayatında bir dönüm noktası olmuş, baldızı Meryem’le yaptığı tasavvufi sohbetler üzerine tasavvufun aleyhinde iken tavrını değiştirerek Ahlatlı Şeyh Hüseyin’e intisap etmiştir. Bir süre sonra hastalanan Bedreddin Simavi doğuya bir geziye çıktı.

1402-1403 yıllarında Tebriz’e giderek Timur’un otağında İranlı alimlerle yaptığı tartışmalarda Timur’un ilgisini çekmiştir. Daha sonra Kahire’ye geçen Bedreddin Simavi, Şeyhinin gözetiminde çilesini doldurdu ve onun ölümü üzerine şeyhlik makamına geçmiştir. Diğer şeylerle arası açılınca Edirne’ye dönmeye karar verdi. Filistin, Şam ve Halep üzerinden Konya’ya geçmiştir. Daha sonra Tire’ye geçerek isyan hareketlerinin ileri gelenlerinden Börklüce Mustafa ile tanıştı. Daha sonraları İzmir’e geçti ve burada bir başka isyan hareketinin elebaşısı olan Torlak Kemal ile tanıştı.

Şehzadeler mücadelesi sırasında Bayezid’in oğullarından Musa Çelebi’nin kardeşi Süleyman Çelebi ile yaptığı savaş sonunda Edirne’yi ele geçirmesi üzerine Şey Bedreddin kazaskerliğe tayin edildi ve aktif olarak siyasi hayata atıldı. Musa Çelebi’nin kardeşi Mehmed Çelebi karşısında yenik düşmesiyle 1413’te Şeh Bedreddin ailesi ile birlikte İznik’e sürgün edildi. Kendisine 1000 akçe maaş bağlandı fakat bu durumu kabulenmeyerek siyasi teşkilatlanmayı sağlamak üzere harekete geçti. Börklüce Mustafa’yı Aydın ve civarında propaganda faaliyetleri için görevlendirdi. Börklüce Aydın ve Karaburun’da binlerce sempatizan topladı. Ancak onun bu faaliyetleri nedeniyle kendisinin sorumlu tutulacağından kaygılanan ve bu gelişmelerin isyan hareketi başlatma imkanı hazırladığını düşünen Şeyh, göz hapsinde olmasına rağmen muhtemelenen 1416’da İznik’ten kaçmayı başarmış, Kastamonu’ya giderek İsfendiyar Bey’e sığınmıştır. Tatar iline ulaşmak niyetinde iken bu amacına ulaşamamıştır. Bunun üzerine Sinop Limanı’ndan bir gemiye binerek Rumeli’ye geçmiştir. Önce Zağra, oradan da Silistre, Dobruca ve Deliorman’a gitmiş ve buraya yerleşmiştir. Burada taraftarları oldukça hızlı bir şekilde artmıştır.

Bu üç isyancının başarılarından endişelenen Sultan Mehmed, Şeyh’in üzerine büyük bir kuvvet göndermiştir. Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal bozguna uğratılmış, şeyin adamları dağıtılarak, şey esir alınmıştır. Padişah’ın emriyle bir heyet kurularak şeyh yargılanmıştır. Bu heyet Şeyhin, malı ve ailesi korunmak şartıyla idamına karar vermiştir. Bu fetva üzerine Şeyh Bedreddin 1420’de Serez’de idam edilmiş ve burada defnedilmiştir. 1961’de kemikleri, Sultan Mahmud’un Divanyolu’ndaki türbesi haziresine defnedilmiştir.

Şeyh Galib
Şeyh Galib 1757 yılında İstanbul’da doğdu. Babası Mustafa Reşid Efendi, annesi Emine Hatun’dur. Kuvvetli bir tasavvuf eğitimi içinde yetişen babası, Mevleviliğe ve Melamiliğe bağlı şiirle de uğraşan, kültürlü bir kişiydi. Şeyh Galib’in dedesi Mehmed Efendi de mevlevi tarikatı aydınlarındandı. Galib ilköğrenimini babasından gördü. Hamdi adlı bir bilginden Arapça dersi aldığı ve kendisine Esad mahlasını veren Süleyman Neşet’ten de öğrenimi sırasında faydalandığı bilinmektedir.

Çok genç yaştayken güçlü bir şair ve geniş kültürlü bir aydın olarak tanındı. İlk şiirlerinde Esad mahlasını kullandı. Bu adın başkalarınca benimsendiğini görerek Galib adını kullanmaya başladı. Her iki mahlası birlikte kullandığı görüldü. Henüz 24 yaşındayken divan sahibi olan şair, 26 yaşlarında Türk edebiyatında mesnevi türünün en başarılı örneklerinden biri sayılan “Hüsnü Aşk” adlı eserini tamamladı. Bir yıl sonra Konya’da Mevlana dergahında çileye girdi, fakat ayrılığına dayanamayan babasının isteği üzerine çilesini tamamlamadan İstanbul’a döndü. Yenikapı Mevlevihanesi’nde yeniden çileye girdikten sonra hücreye çıktı. Sütlüce’deki evinde, 1791 yılına kadar ilimle ve eser yazmakla uğraştı. Bu tarihte Galata Mevlevihanesi şeyhliğine getirildi. Sekiz yıl kadar süren dergah şeyhliği sırasında Sultan Üçüncü Selim, Valide Sultan padişahın hemşiresi Beyhan Sultanın yakınları arasında yer aldı. Bunun sonucu olarak Sultan Üçüncü Selim ve Valide Sultan’da harap bir durumda olan dergahı ve Kasımpaşa Mevlevihanesi’ni tamir ettirdi. 1799 yılında İstanbul’da vefat eden Şeyh Galib’in mezarı Galata Mevlevihanesi’nin avlusundaki türbededir.

Şinasi
İbrahim Şinasi, 1826 yılında İstanbul’da doğdu. İlköğrenimini Tophane Fevzite mektebinde tamamladıktan sonra Tophane Müşriyeti kalemine memur olarak girdi. Burada İbrahim Efendi adlı bir memurdan eski doğu bilimleri ve Arapça, daha sonra bir Fransız subaydan Fransızca öğrendi. Agah Efendi ile birlikte Tercüman-ı Ahval ve sonra tek başına Tasvir-i Efkar gazetelerini çıkardı (1826). İçinde Ahmet Vefik Paşa ve Namık Kemal gibi genç isimlerin, gazetesinde yazılar yazmasını sağladı.

Matbaasında kitap basarak bir kütüphane kurmaya çalışan Şinasi, gazetesinde devlet işlerinin iyi yürümediğini yazdığı için Meclisi Maarifteki görevinden alındı. İki yıl kadar İstanbul’da kaldıktan sonra, işlerini Namık Kemal’e devrederek, Paris’e kaçtı. Paris’te özellikle dil konusuyla ilgilendi. Türkçe’nin büyük lugatını hazırlamaya girişti. Jön Türklerle de görüşen Şinasi, buna rağmen siyaset yapmadı. 1870 yılında İstanbul’a dönen Şinasi, beyninde çıkan bir ur sebebiyle öldü. Batı’ya yönelmeye başlayan yeni Türk edebiyatının ilk ve en etkili temsilcilerinden olan Şinasi, tiyatro, tenkit, gazete makalesi, tercüme eserler gibi türlerin ilk örneklerini vermiştir.

İlk tiyatro eseri olarak edebiyatımızda yerini alan Şair evlenmesi, Batı şiirinden ilk tercümelerin örneklerine Tercüme-i Manzume adlı eserinde topladı.

Talat Paşa
Talat Paşa, 1874 yılında Edirne’de doğdu. İlk öğrenimini Vize ilçesinde yaptı. Edirne Askeri Rüştiyesi’ni bitirdikten sonra Edirne Posta ve Telgraf idaresinde katiplik, Alyans İsrail Mektebi’nde Türkçe öğretmenliği görevlerinde bulundu. Çok genç yaşlarda siyasetle ilgilenmeye başladı, Sultan İkinci Abdülhamid’in İstibdat yönetimi aleyhindeki çalışmalara katıldı. Bir süre sonra tutuklandı ve 1898’de Selanik’e sürüldü. Selanik’te Posta ve Telgraf Müdürlüğü’nde memurluk ve başkatiplik yaptı. İttihat ve Terakki Fırkası adını alan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’ni kurdu. Hürriyet ve devrim düşüncesini geniş alanlara yaydı. Saraya şikayet edilerek, Anadolu’ya sürgün, cezasına çarptırıldı. Ancak bu ceza yerine getirilmedi. İki defa İstanbul’a giderek İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin şubesini kurdu ve teşkilatlandırdı. İkinci Meşrutiyet’in ilanında milletvekili oldu. Hüseyin Hilmi Paşa kabinesinde içişleri bakanlığına getirildi. Birinci Balkan Savaşı’na gönüllü olarak katılan Talat Paşa, Bab-ı Ali baskınını düzenleyenler arasında yer aldı. Edirne’nin Bulgarlar tarafından ele geçirilmesinden sonra ordunun harekete geçerek şehri geri almasını sağladı. Bulgarlarla İstanbul’da yapılan barış görüşmesini birinci delege olarak yönetti. 1917 yılında sadrazamlığa getirildi. Birinci Dünya Savaşı’ndan çekilen Rusya ile Breslitowsk’da yapılan barış antlaşmasına Osmanlı Devleti adına katıldı. Temmuz 1918’de sadrazamlıktan ayrıldı. Birinci Dünya Savaşı’nın Osmanlı Devleti için büyük bir yenilgi ile sonuçlanmasından sonra Ahmed İzzet Paşa’ya bıraktığı mektupta, millete karşı hesap vermek üzere geri geleceğini, gerekirse mahkemeye de çıkacağını bildirerek Almanya’ya gitti. Talat Paşa, 1921 yılında bir Ermeni komitacısı tarafından öldürüldü.

Turhan Sultan
Aslı Rus olup on iki yaşlarında iken Kırım Tatarları’nın eline esir düşmüş ve İstanbul’a getirilerek saraya verilmişti. Sultan Dördüncü Mehmed’in annesidir. Devler işlerinde etkili olmuştur. 1597’de Sultan Üçüncü Mehmed’in annesi Safiye Sultan’ın emriyle yapımına başlanan Yeni cami onun emri ve parasıyla tamamlanmıştır. Türbesi bu caminin avlusundadır.
Tarhuncu Ahmed Paşa
Saraydan yetişen Tarhuncu Ahmed Paşa, önce Mısır valisi Musa Paşa’nın, sonra da Hezapare Ahmed Paşa’nın kethüdası olmuştur. 1649’da Mısır valiliğine atanmış, bir süre sonra İstanbul’a gelerek vezirlik rütbesine yükselmiştir. Sadrazam Gürcü Mehmed Paşa, onu kendisine rakip gördüğünden Selanik sancakbeyliğine atamıştır. Girit seferinin uzaması ve Abaza Hasan Paşa’nın ayaklanması sebebiyle, devletin mali durumu çok sarsılınca, Kazasker Hocazade Mesut Efendi’nin tavsiyesi üzerine, Tarhuncu Ahmed Paşa sadrazamlığa getirilmiştir (1652). Sadrazam olunca, Osmanlı İmparatorluğu için, bazı yeni vergiler getiren bir bütçe tasarısı hazırlamıştır. Fakat devleti sağlam bir maliye temeline oturtmayı hedef tutan bu hareket, hazineyi kendi çıkarlarına kullanmaya alışık olanların işine gelmemiştir. Tarhuncu Ahmed Paşa’ya karşı yayılan çirkin söylentilerin etkisinde kalan Sultan Dördüncü Mehmed’in buyruğu ile, 9,5 aylık sadrazamlıktan sonra öldürülmüştür (1653). Üsküdar’da gömülüdür. Tarhuncu Ahmed Paşa’nın ilk bütçe yapım tarihi 1652’dir.

Telli Hasan Paşa
Telli Hasan Paşa, Bosna Valiliği yaptı ve Avusturya’ya karşı yapılan savaşlara katıldı. Buralarda gösterdiği başarıdan dolayı vezirlik payesi verildi. Koca Sinan Paşa’nın üçüncü sadareti sırasında yapılan Avusturya savaşında, 20.000 askeri ile birlikte şehid oldu.
Tevfik Fikret
Tevfik Fikret 26 Aralık 1867 yılında İstanbul’da doğdu. Edebiyat-ı Cedide’nin en önemli temsilcisi olan şair. Toplumsal içerikli şiirleriyle ilerici düşüncelerin simgesi haline gelmiş, Türkiye’de batılı sanat anlayışının yerleşmesinde büyük rol oynamıştır. Tevfik Fikret on iki yaşında öksüz kaldı. Mahmudiye Rüstiyesi’nde okudu. 1888’de Galatasaray Lisesi’ni birincilikle bitirdi. Değişik yerlerde çeşitli memurluklarda bulundu. Ticaret Mekteb-i Ailisi’nde hat ve Fransızca dersleri verdi. 1891’de Mirsad dergisini açtığı şiir yarışmasında birincilik kazanınca edebiyat çevrelerinde adını duyurdu. 1892’de Galatasaray Lisesi’ne Türkçe öğretmeni olarak atandı. 1894’te Malumat dergisini çıkaranlar arasında yer aldı. 1895’te hükümetin memur maaşlarından kesinti yapmasına tepki olarak Galatasaray Lisesi’ndeki görevinden ayrıldı. 1896’da Servet-i Fünun dergisinin yazı işleri müdürlüğüne getirildi; dergi onun yönetiminde Edebeyat-ı Cedide akımının yayın organı durumuna geldi. Aynı yıl Türkçe öğretmeni olarak Robert Kolej’e giren Tevfik Fikret o dönemde aydınlar üzerindeki yoğun baskılar sırasında birkaç kez gözaltına alındı evi arandı. Bir süre sonra dergideki görevinden ayrıldı. 1906’da Robert Koleji’nin hemen yanında bir ev yaptırarak Aşiyan adını verdi. 1908’de II. Meşrutiyetin ateşli savunucularından biri oldu. Meşrutiyet’ten sonra Hüseyin Kazım Kadri ve Hüseyin Cahit Yalçın ile birlikte Tanin gazetesini kurdu. Gazete İttihat ve Terakki’nin yayın organı durumuna getirilmek istenince buna karşı çıktı ve Tanin’den ayrıldı. İttihat ve Terakki iktidarına da karşı çıkarak Aşiyan’a çekildi Ağır bir şeker hastalığına tutulmuştu. Kolundan olduğu bir ameliyattan sonra öldü. Tevfik Fikret, Muallim Naci ve Recaizade Mahmud Ekrem’in şiir anlayışları arasında uzun bir arayış dönemi geçirmiştir. Daha sonra Fransız şiiriyle tanışmış ve özellikle François Coppeden etkilenerek kendi şiirini aramaya başlamıştır. “Rubab-ı Şikeste”‘de (1900,1984) toplumsal konulara ağırlık veren şiirlerinin yanı sıra günlük konuşma diline yakın şiirlerde vardır.

Rubabın Cevabı’ndaki (1911,1945) “sis” şiirinde acı, zorbalık, baskı ve haksızlıkları anlatmış, “Tarih-i kadim’e Zeyl” şiirinde de Mehmed Akif’in suçlamalarına karşılık vermiş, din ve doğa konusundaki görüşlerini ortaya koymuş, kendisinin de doğanın bir izleyencisi olduğunu söylemiştir. “Şermin” ise (1914, 1983) Fikret’in, yalın bir dil ve kısa dizelerden kurulu dolaysız bir anlatımın egemen olduğu şiirlerinden oluşur. Fikret’in düşüncesinde en önemli yan insana verdiği önemdir. Ona göre bütün sorunların üstesinden gelecek, mutlu yarınları hazırlayacak olan insandır. İnsanın üstünlüğünü sağlayan duyarlığı ve sezgi gücü değil, düşünme gücü ve aklıdır. Öbür yapıtları arasında “Tarih-i Kadim” (1905), “Son Şiirler” sayılabilir.
Timur
Timur 1336’da Keş’de doğdu. Türkler kendisine, Aksak Timur derlerdi. Barlas aşiretinin başbuğlarından Emir Turagay ile Tekina Hatun’un oğluydu. 1370 yılında hükümdar olan Timur askeri ve idari düzenlemeler yaptı. 1373’de Harizm seferine çıkan Timur, Kat şehrini ele geçirdi. Daha sonra Celyirlilerin başkenti Hocend üzerine yürüdü ve şehri ele geçirdi. Bu bölgede seferlere ve zaferlerine devam eden Timur giderek güçlendi. 1379’da Harizm’i tamamıyla, 1381’de de Sebzvar’ı, topraklarına kattı. 1384’de Irakı Acem’e giren Timur, aynı yıl Esterabat’ı ele geçirdi. 1386’da Tebriz, Kars ve Tiflis’i aldı. Azebaycan ve Ermenistan bölgelerindeki seferleri sonunda Karakoyunlular’a karşı savaştı ve 1387’de Doğu Beyazıt, Ahlat, Adilcevaz ve Van’ı ele geçirdi. İran’a yönelen Timur, Maraga, Rey ve Isfahan üzerine yürüdü.

1389 yılında Altınordu Devleti üzerine sefere çıkan Timur, iki kez zafer kazandı. 1391 yılında Mazerdan bölgesini ele geçirdi. Timur, bütün Şiraz ve Kirman’ı ele geçirdikten sonra Bağdat, Tekrit, Erbil ve Musul’a hakim oldu. Urfa’yı ele geçiren Timur bir süre sonra Akkoyunlu ve Karakoyunlu beylerini kendine bağladı. 1395 yılında Derbendi ele geçirerek kuzeye yönelen Timur, Ukrayna ve Kiev üzerine yürüdü. Özi ırmağı kıyısında bulunan Kırım ve Azak çevresindeki Ceneviz kolonilerini ele geçirdi ve Moskova’ya dayandı. 1398’de Hindistan’a girdi. Delhi’yi ele geçirdi. 1400’de toplanan kurultaydan sonra Gürcistan Seferine çıkma kararı aldı. Ardahan ve Kars üzerinden Bingöl’e geldi. Ahmed Celayir ve Kara Yusuf, Timur’dan kurtulmak için Osmanlı padişahı Yıldırım Bayezid’e sığındılar. Bayezid, Timur’a bağlı olan Erzincan’ı ele geçirdi. Timur ise 1400 yılında Erzincan’a tekrar hakim oldu ve Sivas, Malatya ve Behisni şehirlerini ele geçirdi. Suriye üzerine yürüyen Timur Halep’i aldı ve Şam’ı kuşattı ve aldı. 1402 yılında Erzurum, Erzincan, Kemah ve Kayseri üzerinden Ankara’ya doğru hareket etti. Ankara’da Çubuk ovasında yapılan savaşta Osmanlı kuvvetlerini büyük bir bozguna uğratan Timur, Yıldırım Bayezid’i esir aldı. Bir yıl Anadolu’da kalan Timur bütün Anadolu illerini ele geçirdi. 1403’de Gürcistan, 1405’de Çin seferine çıktı. Pir Muhammed’i yerine veliaht bırakan Timur, Otrar’da öldü.

Tiryaki Hasan Paşa
Osmanlı komutanı ve devlet adamı Tiryaki Hasan Paşa, gençliğinde Enderun adı verilen saray okuluna girmiştir. Enderun’u bitirince önce sarayda, sonra taşradaki görevlerde çalışmıştır. 20 yıl kadar Zigetvar beylerbeyliğinde bulunmuş, 1594 yılında Bosna beylerbeyliğine, sonra da Kanije Kalesi’nin komutanlığına atanmıştır. 9 Eylül 1601’de başlayan savaşta Kanije Kalesi’ni, 100.000 kişilik bir Avusturya ordusuna karşı başarıyla savunmuş ve düşmanın kaleyi almasını önlemiştir. Bu başarısından ötürü devrin padişahı Sultan Üçüncü Ahmet tarafından kendisine vezirlik rütbesi verildi. Bundan sonra yine Bosna’ya gönderilen Tiryaki Hasan Paşa daha sonra sırayla Budin ve Rumeli valiliklerine atanmıştır. O sırada başkaldıran Celali eşkiyasından Canpolat ve oğlunun ayaklamasını bastırdıktan sonra yine Budin valiliğine getirilmiş, bir süre sonra 1611 yılında Budin’de ölmüştür.
Torlak Kemal
Simavnalı Şeyh Bedrettin’in isyancı müridi olan Torlak Kemal’in, musevi asıllı olduğu söylenir. Manisa ve çevresinde Simavnalı Bedreddin Mahmud’un düşüncelerini yaydı. Börklüce Mustafa ile birlikte Şeyh Bedreddin adına bir isyan hareketi başlattı. Sultan Birinci Mehmed, oğlu Şehzade Murad (İkinci Murad) ile Bayezid Paşa’yı bu isyancıların üzerine gönderdi. Torlak Kemal, Karaburun’da öldürülen Börklüce Mustafa’nın kendisine katılan müridleri ile birlikte, Bayezid Paşa’ya karşı savaştı. Yenilgiye uğradı ve Manisa’da yakalanarak asıldı (1419).

Tökeli İmre
Tökeli İmre 1657’de Kesmark’da doğdu. Avusturya yönetimindeki Protestan Macarların şefiydi. Protestanlar Avusturya İmparatoru’nun Katolik mezhebine geçmeleri için yaptığı teklifi kabul etmediler ve başlarında Tökeli İmre olduğu halde İmparatora karşı ayaklandılar. Tökeli İmre, Sadrazam Köprülü Fazıl Ahmed Paşa’ya başvurarak, OsmanlıOsmanlıOsmanlı

himayesine girmek istediğini bildirdi. Avusturya ile barışı bozmak istemeyen Sadrazam Köprülü Fazıl Ahmed Paşa, olumlu karşılık vermedi. Buna rağmen savaşa devam eden Tökeli İmre, yukarı Macaristan’ı ele geçirdi. Fakat taraftarlarından çoğu kendisini terk edince Fazıl Ahmed Paşa’ya yaptığı teklifi, 1681 yılında Kara Mustafa Paşa’ya tekrarladı ve ona hediyeler göndererek yakınlık kurdu. Tökeli İmre’ye Orta Macaristan kralı ünvanı verildi. Türklerden aldığı kuvvetlerle bir çok Avusturya Kalesi’ni ele geçirdi. Ancak İkinci Viyana bozgunundan sonra önceden aldığı kaleleri kaybetti. 1688 yılında teslim oldu ve Viyana’ya götürüldü. Serbest kaldıktan sonra ordusunda görev aldı. Türk ve Tatar kuvvetlerinin başında Transilvanya’ya girdi ve Germen Ordusu’nu yenilgiye uğrattı. Bu başarısından dolayı Tökeli İmre’ye Transilvanya prensliği verildi. Zenta yenilgisinden sonra İzmit’e çekildi. Karlofça barış görüşmelerinde Avusturyalılar, Tökeli İmre’nin kendilerine teslim edilmesini istedilerse de Devleti bunu kabul etmedi. Tökeli İmre 1705 yılında İzmit’te öldü.
Tumanbay
Memlük Sultanı Kansu Gavri’nin kardeşinin oğlu olan Tumanbay, Kansu Gavri’nin, Osmanlıların Mısır’ı istila etmelerini önlemek için Suriye’ye gitmesi üzerine, Kahire’de amcasına vekalet etti. Mercidabık Savaşı’nda ölen Kansu Gavri’nin yerine Memlük sultanı ilan edildi (1516). Yavuz Sultan Selim’in Kahire’nin Osmanlılara bağlanması teklifini reddetti ve Kahire’yi savunmaya hazırlandı. Sina Çölü’nü geçen Osmanlı ordusu ile Ridaniye’de karşılaştı (1517). Yapılan savaşı kaybedince kaçtı. Kahire, Osmanlı hakimiyetine girdi. Tumanbay, tekrar Kahire’yi geri almak için çalıştı, fakat yakalanarak idam edildi (1517).
Turgut Reis
Turgut Reis, Anadolu’da Menteşe yöresinde fakir bir ailenin oğlu idi. Genç yaşta levend olarak korsanlığa başladı. Kısa süre sonra reis oldu ve Barbaros’un hizmetine girdi. Preveze deniz savaşına katıldı ve yedek donanmayı kumanda etti. Dalmaçya kıyılarında Venediklilerin eline geçmiş olan Castelnuavo kalesini geri aldı. 1540’da Korsika’da bulunduğu sırada Cenovalılara esir oldu ve 3 yıl bir gemide forsa olarak kaldı. 1543’de Cenova’yı kuşatan Barbaros tarafından kurtarıldı. Napoli körfezindeki İspanyol gemilerini batırdı. Cerbe adasını kendisine üs yaptı. İspanyollar daha sonra Cerbe adasını kuşattılarsa da Turgut Reis’i ele geçiremediler. Turgut Reis, bundan sonra Fas limanlarına üslendi. 1551’de İstanbul’a çağrıldı ve kendisine Karlı ili sancakbeyliği verildi. Trablusgarb’ın fethi ile görevlendirilen Turgut Reis, şehri aldı. 1552 yılında donanma ile Akdeniz’de bulunan Turgut Reis, Andrea Dorya kumandasındaki bir donanmayı Ponza adası yakınlarında yenilgiye uğrattı. Bastiya limanını ve kalesini ele geçirdi ise de burada fazla kalmadı. İstanbul’a dönen Turgut Reis, 1554 yılında Trablusgarb Beylerbeyliği’ne getirildi. Cerbe Savaşı’na katıldı. Malta kuşatması sırasında kaleden atılan bir mermi ile şehid oldu (1565) ve Trablusgarb’daki türbesine gömüldü.
Ulubatlı Hasan
Ulubatlı Hasan, İstanbul’un fethi sırasında surların üzerine çıkan ilk Türk askeridir. Osmanlı ordusu Fatih Sultan Mehmed kumandasında 6 Nisan 1453 Cuma günü İstanbul’u kuşattı. 29 Mayıs 1453 Salı günü sabaha karşı son saldırı yapılıyordu. Yeniçeriler arasında iriyarı Ulubatlı Hasan adlı bir asker surlara tırmanmaya başladı. Bir elinde palası, öteki eli ile kalkanını başının üstünde tutarak surların üstüne çıktı. Onunla birlikte otuz kadar yeniçeri de surlara tırmandı. Ulubatlı Hasan yaralanmasına rağmen, arkadaşlarının surlara çıkmasına yardım etti. Ayağı taşa takılarak surlardan aşağı düştü. Yukarıdan atılan oklarla şehid edildi. Ancak yeniçeriler, açılan gediklerden içeri girerek şehri ele geçirdiler.
Uluç Ali Reis
(Kılıç)
Asıl adı Uluç’tur. 1496 yılında doğdu. Meşhur Türk denizcileri Barbaros ve Turgut Reis’in yanında yetişti. 1560’da Bahriye Sancakbeyi rütbesi ile İzmir’e vali oldu. 1565’te Malta kuşatmasına İskenderiye valisi olarak katıldı, daha sonra paşa rütbesi ile Cezayir beylerbeyliğine getirildi. 1571 yılında Haçlı Ordusu’nun İnebahtı’da Osmanlı donanmasını yakması sırasında bir filoyu yöneten Uluç Ali süratli manevralarıyla birçok düşman gemisini batırmış, kendi gemilerini kurtarmış, düşmana ağır kayıplar verdirmiş ve birçok esir alarak İstanbul’a dönmüştür. Bunun üzerine II. Selim tarafından, Kaptan-ı Deryalık’a getirildi ve Uluç lakabı “Kılıç” olarak değiştirildi.

Osmanlı donanması bir yıl içinde Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa ve Kılıç Ali Paşa’nın çabaları ile yeniden kuruldu. Akdeniz’e açılan Kılıç Ali Paşa, burayı yeniden bir Türk denizi haline getirmeyi başardı. 1574’de Tunus’u İspanyollardan temizledi, Venediklilere boyun eğdirdi ve bütün Akdeniz’e egemen oldu. Vefat ettiği 1587 yılına kadar Kaptan-ı Derya olarak kalmıştır.
Uzun Hasan
Uzun Hasan 1423 yılında Diyarbakır’da doğdu. Akkoyunlu hükümdarı Ali Bey’in oğlu Cihangir, babasının ölümü üzerine tahta geçmişti. Uzun Hasan, kardeşi Cihangir’in emri ile yaptığı askeri mücadelelerden sonra, giderek güçlendi ve kardeşi Cihangir’i başkentten uzaklaştırarak Akkoyunlu hükümdarı oldu.

Trabzon Rum İmparatoru’nun kızı Katerina Despina ile evlendi. Trabzon’u Osmanlı saldırısına karşı koruyacağına söz verdi. Uzun Hasan, ayrıca İstanbul’a elçi göndererek, Trabzon Rum İmparatorluğu’nun her yıl verdiği verginin affedilmesini ve karısına çeyiz olarak verilmiş olan, Kayseri yöresinin teslimini istedi. Fatih Sultan Mehmed bu istekleri reddetti. 1461 ilkbaharında Trabzon seferine çıktı. Osmanlı akıncıları karşısında başarısız olan, Uzun Hasan’ın kuvvetlerinden yardım alamayacağını anlayan, Trabzon Rum İmparatoru David Komnenos 26 Ekim 1461’de Trabzon’u, Fatih Sultan Mehmed’e teslim etti. Uzun Hasan bu gelişmelerden sonra ülkesini Gürcistan, Suriye ve Azerbaycan yönünde genişletmek için harekete geçti. Karakoyunlu Hükümdarı Cihan Şah’ı yenilgiye uğrattı. Giderek güçlenen Akkoyunlu ülkesi, Horasan dışında bütün İran’ı, Ermeniye’yi ve Mezapotamya’nın önemli bir kısmını kapsıyordu. Uzun Hasan bundan sonra Osmanlılarla mücadeleye girişti. Karamanoğlu Pir Ahmed ve Kasım Beylere yardım ederek onları Osmanlılar aleyhine kışkırttı. Akkoyunlu kuvvetleri 1472’de Tokat’a baskın yaptılar. Ayrıca Akkoyunlu kumandanı Yusuf Mirza, Kayseri, Karaman, Hamideli yörelerini ele geçirdi. Bunun üzerine Fatih, doğuda kendisi için tehlikeli duruma gelen Uzun Hasan’ı ortadan kaldırmaya karar verdi. Osmanlı ve Akkoyunlu kuvvetleri 11 Ağustos 1473’de Otlukbeli’nde karşılaştılar. Osmanlı topçusu tarafından kuvvetleri bozguna uğratılan Uzun Hasan İran’a çekildi. Akkoyunlular Devleti’nin merkezini Tebriz’e naklettiler. Uzun Hasan Gürcistan seferinden dönerken hastalandı ve kısa bir süre sonra 1478 yılında Tebriz’de öldü.
Vladislas (Lehistan Kralı)
Varna Savaşı’nda vurulduğundan dolayı Varnalı olarak da anılan Vladislas, 1423’de doğdu. 1434’de babası Ladislas Jagellon’un yerine Polonya Kralı oldu. İmparator II. Albert’in ölümü üzerine Polonya’dan ayrıldı ve Macar Krallığı’na seçildi. 1440 yılında tekrar Polonya’ya döndü. II. Murad zamanında Osmanlı Türkleri’ne karşı meşhur kumandan Jean Hunyade’ın idaresinde bir Haçlı Seferi düzenlenmesine neden olmuştur. Varna’da büyük bir bozguna uğramış ve başı kesilerek bir kaç ay önce imzaladığı musalahanamenin asılı bulunduğu mızrağa takılmıştır.

Yahya Efendi
(Şeyhülislam)
Şeyhülislam Yahya Efendi 1561 yılında doğdu. Sultan Üçüncü Murad dönemi şeyhülislamlarından, Zekeriya Efendi’nin oğludur. Önce babasından, sonra Abdülcebbarzade Mehmed Efendi’den ders gördü ve Şeyhülislam Malulzade Seyid Mehmed Efendi’den mülazemet aldı (1580). Çeşitli medreselerde müderrislik yaptı. Halep, Şam, Mısır, Edirne ve İstanbul (1604) kadılıklarında bulundu. Anadolu ve Rumeli kazaskerliğine getirildi (1605). 1606 yılında azledildi. Sonra iki defa daha aynı görevde bulundu (1617). Sultan Genç Osman’ın öldürülmesi olayında görevinden feragat eden Esat Efendi’nin yerine şeyhülislam oldu (1622). Sadrazam Kemankeş Ali Paşa ile arası açıldı ve bu sebepten dolayı azledildi (1623). Daha sonra iki defa daha aynı göreve getirildi (1625-1632, 1634). Sultan Dördüncü Murad’ın Revan ve Bağdat seferlerine katıldı..
Yahya Kemal Bayatlı

Ünlü Şairlerimizdendir. 1884 yılında Üsküp’te doğmuş, ilk ve orta öğrenimini burada tamamlamıştır. Önce İstanbul’a, daha sonra da 1903 yılında Paris’e giderek Siyasal Bilimler üzerine eğitim görmüş, tarihle yakından ilgilenmiştir. 1912 yılına kadara Paris’te kalan Yahya Kemal, bu dönemde edebiyat ile ilgilendi ve İstanbul’a dönerek edebi eserler yazmaya başladı. Kullandığı dil, seçtiği kelimeler, özlü mısraları ile kısa sürede tanınmıştır. 1915’ten 1923 yılına kadar Garp Edebiyatı Tarihi, Türk Edebiyatı Tarihi ve Medeniyet Tarihi dersleri verdi.

Lozan Barış Heyeti ile birlikte Müşavir olarak görüşmelere katıldı. 1923 yılında II. Büyük Millet Meclisi’nde Urfa Milletvekili olarak görev aldı. Daha sonra 1929’da Varşova, 1929’da Madrid elçiliği görevinde bulundu. Milletvekilliği görevine dönerek Tekirdağ Milletvekili olarak seçildi.

Yunus Emre

Türk halk şairlerinin tartışmasız öncüsü olan ve Türk’ün İslam’a bakışını Türk dilinin tüm sadelik ve güzelliğiyle ortaya koyan Yunus Emre, sevgiyi felsefe haline getirmiş örnek bir insandır. Yaklaşık 700 yıldır Türk milleti tarafından dilden dile aktarılmış, türkü ve ilahilere söz olmuş, yer yer atasözü misali dilden dile dolaşmış mısralarıyla Yunus Emre, Türk kültür ve medeniyetinin oluşumuna büyük katkılar sağlamış bir gönül adamıdır.

Bazı kaynaklarda Anadolu’ya gelen Türk boylarından birine bağlı olup, 1238 dolaylarında doğduğu rivayet edilirse de bu kesin değildir; tıpkı 1320 dolaylarında Eskişehir’de öldüğü yolundaki rivayetlerde olduğu gibi. Batı Anadolu’nun birkaç yöresinde “Yunus Emre” adını taşıyan ve onunla ilgili görüldüğünden “makam” adı verilen yer vardır. Bir garip öldü diyeler Üç gün sonra duyalar Soğuk su ile yuyalar Şöyle garip bencileyin diyen Yunus, belki de doğduğu ve yaşadığı topraklardan çok uzaklarda bu dünyadan göçüp gittiğini anlatmak istemektedir.

Türkiye’nin pek çok yerinde Yunus Emre’nin mezarı olduğu iddia edilen pek çok mezar ve türbe vardır. Bunlardan başlıcaları şöyle sıralanabilir: Eskişehir’in Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy; Karaman’da Yunus Emre Camii avlusu; Bursa; Kula ile Salihli arasında Emre Sultan köyü; Erzurum, Duzcu köyü; Isparta’nın Keçiborlu ilçesi civarı; Aksaray; Afyon’un Sandıklı ilçesi; Ordu’nun Ünye ilçesi; Sivas yakınında bir yol üstü. Görüldüğü gibi sayı ve iddia hayli kabarıktır. Bazı belgeler, Yunus Emre’nin asıl mezarının Karaman veya Sarıköy’de olduğuna işaret etmektedir. Nitekim, 1970’li yılların başında Sarıköy’deki mezarın Yunus’a ait olduğuna kesin gözüyle bakılarak bu köye Yunus Emre adı verildi ve oradaki bir bahçe içine anıt dikildi. 1980’li yıllarda ise, 1350’de yapılmış olan Karaman’daki Yunus Emre Camii’nin yanındaki mezarın onun gerçek mezarı olduğu iddia edildi. Aslında bu durum, Yunus Emre’nin Türkler tarafından ne kadar sevildiği ve benimsendiğinin çarpıcı bir örneğidir. Gerçekten de halktan biri olan Yunus Emre, halkın değer, duygu ve düşüncelerini dile getirişi itibariyle tarihimizin en halkla barışık aydınlarından biri olma özelliğine sahiptir. Türk tasavvufunun dilde ve şiirde kurucusu olan Yunus Emre’nin şiirlerinde ahlak, hikmet, din, aşk gibi konuların hemen hepsi tasavvuftan çıkar ve tasavvuf görüşü çerçevesinde bir yere oturtulur. Mısralarında didaktik ahlak telkinlerinde bulunan Yunus Emre, “gönül kırmamak” konusuna ayrı bir önem verir ve “üstün bir değer” olarak şiirlerinde bu konuyu özenle işler. Bu arada Yunus Emre’yi öne çıkaran bir başka önemli özelliği de, şiirlerinde işlediği konuları ve telkinleri bizzat kendi hayatında uygulamasıdır. “Din tamam olunca doğar muhabbet” diyen Yunus, İslam’ın sabır, kanaat, hoşgörürlük, cömertlik, iyilik, fazilet değerlerini benimsemeyi telkin eder. Yunus’un sanat anlayışı, dini ve milli değerleri bağdaştırdığı mısralarında kendini gösterir; millileşen tasavvufa, Türkçe’nin en güzel ve en güçlü özelliklerini kullanarak tercüman olur. Gerçekten de 11,12 ve 13. asırlarda Türkistan ve Anadolu Türkleri arasında çok yayılan tasavvufun Türk şairleri arasında iki büyük sözcüsü vardır: Türkistan’da, Anadolu’da Yunus Emre… Yunus Emre’nin tasavvuf anlayışında dervişlik olgunluktur, aşktır; Allah katında kabul görmektir; nefsini yenmek, iradeyi eritmektir; kavgaya, nifaka, gösterişe, hamlığa, riyaya, düşmanlığa, şekilciliğe karşı çıkmaktır. Yunus Emre aynı zamanda bütün insanlığa hitap eden büyük şairlerdendir. Bu anlamda Mevlana’nın bir benzeridir. O’nun Mevlana kadar çok tanınmayışı ise, bir yandan kullandığı dil olan Türkçe’nin Batı’da Farsça kadar bilinmemesi, öte yandan da Türk aydınlarının O’nu ihmal etmesindendir. Yunus’taki insanlık sevgisi, neredeyse kendisiyle özdeşleşmiş “sevgi felsefesi”nin bir parçası ve hatta sonucudur. Nitekim Yunus’un insan sevgisini ilahi sevgi ile nasıl bağdaştırdığını gösteren en çarpıcı mısralarından birisi “Yaradılanı hoş gör / Yaradan’dan ötürü”dür. Yunus Emre’ye göre insanlar, din, mezhep, ırk, millet, renk, mevki, sınıf farkı gözetilmeksizin sevilmeyi hak etmektedirler. Madem ki insanoğlu ruh yönüyle Allah’tan gelmektedir; öyleyse insanlar hiçbir şekilde birbirlerinden bu anlamda ayrılamazlar. Yaşadığı çağın gerçekleri göz önünde bulundurulduğunda Yunus’un bir başka önemli tarafı ortaya çıkar: Yunus Emre, hükümetsizlik içinde çalkalanan ve Moğol istilaları ile mahvolan Anadolu topraklarında ortaya çıkan sapık batınî cereyanların hiçbirine kapılmadığı gibi, bu akımların Türklerin bütünlüğüne zarar vermesi tehlikesi karşısında da engelleyici bir rol üstlenmiştir. Bu bakımdan bakıldığında Yunus Emre, hem Türk şiirinin kurucusu, hem de milli birliğin önemli tutkallarından biridir. Yunus Emre, kelimenin tam anlamıyla “milli bir sanatçı”dır. Tıpkı, Nasrettin Hoca, Köroğlu, Dadaloğlu veya Karacaoğlan gibi… Yunus Emre’nin şiirlerinde en fazla işlenmiş temalar; İlahi aşk, Din, Ahlak, Gurbet, Tabiat, Ölüm ve faniliktir.
Yusuf İzzettin

Yusuf İzzettin, 1857 yılında İstanbul’da doğdu. Sultan Abdülaziz’in oğludur. Babası Sultan Abdülaziz’in intihar ederek ölmesinin geniş ölçüde etkisinde kaldı. Kendisinin de, intihar ederek öleceği düşüncesine kapılmıştı. 1 Şubat 1916’da Zincirlikuyu’daki köşkünün harem dairesinde ustura ile kol damarlarını keserek intihar etti. Sultan Mahmud türbesine gömüldü. Ölümü üzerine veliahtlık, Mehmed Vahidüddin’e geçti.
Ziya Gökalp

Ünlü fikir adamı ve şairlerimizden olan Ziya Gökalp, 1876’da Diyarbakır’da doğdu. II. Meşrutiyet’ten başlayarak Türkçülük akımının en büyük temsilcisi sıfatıyla Türk düşünce ve siyaset hayatını kuvvetle etkilemiş, Milli Edebiyat akımı içinde verdiği eserlerle Türk edebiyatının biçim ve dil yönünden yenileşmesini sağlamıştır.

Öğrenimine Diyarbakır’da başlayan Ziya Gökalp, aynı şehirde Askeri Rüştiye’yi (1890) ve Askeri İdadi’yi bitirdi (1894). Ziya Gökalp, tıbbiyelilerin istibdata son vermek için kurdukları İhtilal Komitesine girmiş, okuldaki faaliyetleri ve okuduğu Fransızca kitapların zararlı sayılması yüzünden hapsedilmiştir. Diyarbakır Valisi Halit Bey’in yolsuzluklarına karşı mücadeleye girişen arkadaşlarıyla birlikte yasak yayın okudukları gerekçesiyle tutuklandı (1898). İstanbul’a döndükten sonra da okuldan uzaklaştırıldı.

Ziya Gökalp, hükümlülük süresi dolunca “Zaptiye Nezareti altında bulundurulmak üzere” Diyarbakır’a gönderildi. Burada Siyaset, felsefe ve tarih üstüne incelemeler yaparken, istibdat aleyhine gizli faaliyetlere de katıldı. Bölgede güvenliği sağlamak için kurulmuş Hamidiye alaylarının başındaki Milli aşiret reisi İbrahim Paşa’nın adının karıştığı soygun ve baskın olayları karşısında halkı direnmeğe ve eyleme yöneltti. Halk 3 gün süreyle telgrafhaneyi işgal etti (1905). İbrahim Paşa ve adamlarının cezalandırılması için saraya telgraflar çekildi. Üstelik, Avrupa ve Asya ülkeleri arasındaki haberleşmenin bağlantı noktası olan Diyarbakır telgrafhanesinin bu bağlantıyı kesmesi olayın daha da büyümesine yol açmış ve yabancı ülkeler saraya baskı yapmaya başlamıştı. Konuyu incelemek üzere İstanbul’dan Diyarbakır’a gönderilen soruşturma kurulu Hamidiye alaylarının bir süre sinmesini ve yolsuzluklara son vermesini sağladı. Ancak halkın yakınmasına yol açan yeni olaylar patlak verince, Ziya Gökalp ve arkadaşlarının önderliğinde halk yeniden telgrafhaneyi ele geçirdi. 11 gün süren bu ikinci işgal halkın kesin zaferiyle sonuçlanmış, hükümet İbrahim Paşa ve alaylarını bölgeden uzaklaştırmak zorunda kalmıştır (1907). Gökalp, ilk eseri olan Şaki İbrahim destanında bu olayı anlatır.

II. Meşrutiyetin ilanından sonra, Ziya Gökalp’ın kurduğu gizli cemiyetin yerini Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti Diyarbakır Şubesi aldı. Partinin Diyarbakır, Van ve Bitlis örgütlerinin denetimiyle görevlendirilen Ziya Gökalp, bu dönemde Diyarbakır ve Peyman gazetelerine yazıyordu. 1909’da partinin Selanik’teki kongresine il temsilcisi olarak katıldı. Bir yıl İstanbul Darülfünunda psikoloji okuttuktan ve Diyarbakır maarif müfettişliği yaptıktan sonra, yeniden Selanik’e gitti. Katıldığı parti kongresinden sonra genel merkez üyeliğine seçildi. Burada Genç Kalemler, Yeni Felsefe, Rumeli gibi dergi ve gazetelerdeki yazılarıyla Türkçülük ve dilde sadeleşme hareketlerinin öncüleri arasında yer alan Gökalp, milli duyguları, tarih bilincini, bilime ve tekniğe değer veren düşünceyi her şeyin üstünde tutan şiirleriyle çevresini geniş ölçüde etkiliyordu. İttihat ve Terakki Genel Merkezi İstanbul’a taşınınca (1912), Gökalp da İstanbul’a yerleşti. O yıl Ergani madeninden Milletvekili seçildi.

Türk Ocağı çevresindeki çalışmaları, Türk Yurdu ve kendi çıkardığı Yeni Mecmua (1917) gibi dergilerdeki yazıları, Türkçülük akımının ilkelerini saptayan ve çağdaş uygarlık karşısında yerli bir senteze varılmasını şart koşan önerileri (Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak 1918), Darülfünun’da okuttuğu toplumbilim dersleri, İttihat ve Terakki’nin yönetici kadrosu üzerindeki etkisiyle Ziya Gökalp, Mütarekeye (1919) kadar uzanan dönemin düşünce ve siyaset hayatına yön veren etkenlerin başında yer aldı. İstanbul’un işgali üzerine tutuklanarak iki yıl Malta’da sürgün kaldı (1919-1921). Döndükten sonra, Telif ve Tercüme Heyeti başkanlığına getirileceği tarihe (1923) kadar Diyarbakır’da kaldı ve küçük Mecmuayı yayımladı. 1923’te Diyarbakır’dan milletvekili seçildi. Hakimiyeti Milliye, Yeni Gün, Cumhuriyet gazetelerinde makaleleri çıkıyordu. Altın ışık (1923), Türkçülüğün Esasları (1923), Türk Töresi (1923) gibi kitapları birbirini izliyordu. Cumhuriyet Halk Partisinin programını inceleyen ve yorumunu yapan Doğru Yol (1923) adlı incelemesini de yine bu dönemde kaleme aldı. O sıralar yazdığı Türk Medeniyet Tarihi ise ölümünden sonra yayımlandı (1926). Yine ölümünden sonra çeşitli gazete ve dergilerde çıkmış yazılarıyla mektupları çeşitli kitaplarda derlendi. Çınaraltı (1939), Fırka Nedir? (1947), Ziya Gökalp Diyor ki (1950). Ziya Gökalp’ın neşredilmemiş yedi eseri ve aile mektupları (1956), Ziya Gökalp’ın Yazarlık Hayatı (1956), Ziya Gökalp Külliyatı (1. Kitap şiirler ve halk masalları;1952, 2. kitap Limni ve Malta Mektupları;1965), Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri (1973). 1924’te İstanbul’da öldü.
Ziya Paşa

Ziya Paşa 1825 yılında İstanbul’da doğdu. Galata gümrüğünde katiplik görevinde bulunan Erzurumlu Feridüddin Efendi’nin oğlu olan Ziya Paşa, Bayezid Rüştiyesi’ni bitirdi. 15 yaşlarında Aşık Garip, Aşık Kerem ve Aşık Ömer gibi halk şairlerinin eserlerini okumaya yöneldi. 17-18 yaşlarında Bab-ı Ali’de Sadaret Mektubi kalemine girdi. Divan edebiyatı yolunda yazmakta olduğu şiirler ona, arkadaşları arasında ün kazandırdı. Reşit Paşa’nın yardımı ile Sultan Abdülmecid’in üçüncü katipliğine tayin edildi. Mabeyn’e geçtikten sonra Fransızca öğrendi. Sultan Abdülmecid’in vefatı üzerine saraydan uzaklaştırıldı.
Önce zaptiye müsteşarlığına tayin edilen Ziya Paşa, Atina elçiliği ve paşalık rütbesi ile Kıbrıs mutasarrıflığına gönderildi. Birkaç ay sonra Sultan Abdülaziz kendisini İstanbul’a çağırdı ve Bosna Hersek’in denetimi ile görevlendirdi. Bir süre sonra Meclisi Vala azalığına, beylikçiliğe ve Adalet Bakanlığına yükseltildi. Bab-ı Ali, onu Amasya mutasarrıflığı ile İstanbul’dan uzaklaştırdı.

İstanbul’da İstibdad yönetimine karşı direnmeyi amaç edinen Yeni Osmanlılar Cemiyetine girdi. 1867’de tekrar Kıbrıs mutasarrıflığı ile görevlendirilince Kıbrıs’a gitmedi ve o sırada Erzurum Vali Muavinliğine tayin edilen Namık Kemal ile birlikte Avrupa’ya kaçtı. Önce Paris’te, sonra da Londra’da kaldı. 1868 yılında Hürriyet gazetesini kurdu. Avrupa’da bulunduğu yıllarda gazetedeki yazılarının yanında Zafername, Terkib-i Bend, Terci-i Bend gibi eserlerini kaleme aldı. Yurda döndükten sonra İcra Cemiyeti Reisliği, Şurayı Devlet üyeliği görevlerinde bulundu. Bu süre içinde Harabat adlı büyük antolojisini düzenledi. Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilişi olayına karıştı. Sultan Abdülaziz’in yerine tahta çıkan Sultan Beşinci Murad’ın zamanında başkatiplikle görevlendirildi. Bir süre sonra Maarif Müsteşarlığına tayin edildi. Sultan İkinci Abdülhamid döneminde, Namık Kemal ve Ziya Paşa, Kanun-i Esasi’yi hazırlamakla görevlendirildiler. Bir süre sonra siyasetini değiştiren Sultan İkinci Abdülhamid, Ziya Paşa’yı, İstanbul’dan ayırmak için Suriye valiliğine atadı. Kısa bir süre sonra da Konya valiliğine atanan Ziya Paşa, son görev yeri olan Adana’da 1880 yılında vefat etti.

Ziya Paşa, klasik Türk şiirinin son büyük temsilcileri arasında sayılabilir. Ziya Paşa, makaleleri ile, batılı anlayışı ve demokratik görüşleri Türk düşüncesine ilk getirenlerden biri oldu. Özellikle Hürriyet gazetesindeki inceleme niteliği de gösteren yazılar yazdı. Sade bir dil ile verdiği eserlerde devlet yönetiminin kötülüklerini eleştirdi.

 

 

CEVAP VER