Osmanli Padişahı, I. Mahmud Han’ın Dönemi, Kişiliği ve Yaşamı
1.Mahmud.Han Ülke içinde ve dışında Osmanlı Devleti’ne azamet devri yaşatan I. Mahmud Han, son yıllarda rahatsız ve halsizdi. 13 Aralık 1754’de çok rahatsız olmasına ve hekimbaşının hareket etmemesini söylemesine rağmen, Cuma selamlığına çıktı. Cuma namazını kıldıktan sonra dönüşte fenalaşan padişah Demirkapı’da bindiği atın üzerinde aniden vefât etti. Vefatında elli dokuz yaşında bulunuyordu.
1. Mahmud Han’ın hastalığı hakkında değişik görüşler vardır. Mide rahatsızlığı, kemik veremine bağlı bir hastalık, fistül denilen bir rahatsızlık ve yüksek tansiyona bağlı kalp krizi ya da beyin kanaması ani vefatının sebebi olarak gösterilmektedir. Tarihlerde ölümü ile ilgili olarak,
Feyziyâ dedim du’â-birle vefât-ı târihin
Yâ ilâhi huld ola Sultan Mahmud’a makam
3. Osman Han’ın tahta çıkış tebriklerinin tamamlanmasının ardından I. Mahmud Han’ın naşı sabah erkenden Hırka-i Sâadet civarına nakledilerek, yıkanma ve tekfin işlemleri tamamlandı. Devlet erkânının merhum padişahı görüp haklarını helâl etmelerinden sonra, cenaze Babüssaâde’de kurulan musallaya götürüldü. Sadrazam ve ulemanın da katımıyla cenaze namazı Şeyhülislâm Mehmed Said Efendi tarafından kıldırıldı.
Naaşı, Nuruosmaniye Camii’nin yanında kendisi için yaptırdığı türbeye değil, halefi 3. Osman’ın emriyile Yeni Camii’nde babası 2. Mustafa’nın yanına Turhan Sultan Türbesine defnedildi.
Sultan I. Mahmud, 2 Ağustos 1696 Pazar günü Edirne Sarayı’nda dünyaya geldi. Doğumu münasebetiyle, diğer hanedan üyelerinde de olduğu gibi, özel kutlamalar yapıldı. Babası 2. Mustafa Han, annesi ise cariye kökenli Saliha Valide Sultan’dır.
Çocukluğu babası 2. Mustafa’nın daha çok Edirne’de oturması nedeniyle bu şehirde geçti. 18 Mayıs 1702’de düzenlenen bed-i besmele töreniyle özel eğitimi başladı. 1703 Edirne vakası sonunda, babası 2. Mustafa ile birlikte hapse konuldu. Dört ay sonra babasının ölümü üzerine, amcası 3. Ahmed Han tarafından, İstanbul’a getirilerek sarayda bir daireye kapatıldı. Şehzade Mahmud, 1705 yılında kardeşleriyle birlikte sünnet edildi. Bundan sonra sarayda yetişecek olan Şehzade, büyükannesi Gülnuş Sultan’ın sevgi ve ilgisiyle büyüdü. Bu sayede ve amcası 3. Ahmed Han’ın da kendisine karşı olan iyi niyetli yaklaşımı sonucu kafes hayatını daha rahat ve ilimle meşgul olarak geçirdi.
Önce babasının hocası Şeyhülislam Feyzullah Efendi’den ders almaya başladı. Daha sonra şehzadeye, hoca olarak Feyzullah Efendi’nin oğlu İbrahim Efendi tayin edildi. Böylece şehzadeliğinde, tefsir ve tarih okudu, edebiyat ve şiirle meşgul oldu. Yüksek fen ve din ilimlerini öğrenerek yetişti.
Çocukluk ve şehzadelik yılları bu şekilde geçen Şehzade Mahmud, Osmanlı cemiyetinin en alt tabakalarından gelen bir ihtilâl hareketiyle, devlet riyasetinden çekilmek zorunda kalan amcası 3. Ahmed’in yerine, 2 Ekim 1730 gece yarısı tahta geçti.
Saltanat müddeti 24 yıl, 2 ay, 12 gündür. Sultan I. Mahmud’un çocuğu olmadığından kardeşi 3. Osman Osmanlı tahtına oturmuştur.
Hatta Sultan I. Mahmud, “İki şeyden kâm almadım, biri evlâd ve biri mehtab” ifadesiyle evlat hasretini dile getirmişti.
Sultan I. Mahmud’un Osmanlı hanedanının diğer üyelerine çok benzeyen bir yüz yapısı vardır. Düşünceli ve geniş bir alın, kara gözler, siyah ve uzun sayılabilecek sakallar, Osman Bey’in burnuna benzeyen kıvrık bir burun, ince bir bıyık ve dolgun yanaklar ile uzun bir yüz yapısına sahipti.
I. Mahmud Han, çok zeki, anlayışlı, hamiyetli, lütufkâr ve merhametli idi. Hadiseleri ihmalsiz olarak takip eder, devlet işlerinde mutlaka istişare yapar ve yaptırırdı. Ciddiyeti, vakarı, sebat ve azmi, fikr-i takibi vardı. Hadiseleri soğukkanlılıkla mütalaa edip, acele etmez ve telaş göstermezdi.
Yirmi beş sene süren saltanatı boyuncu İstanbul’dan dışarı çıkmadığı halde, tayin ettiği değerli kumandanlarla, İran, Rusya ve Avusturya muharebelerini idare etmiştir. Tecrübeli vezirleri sadarette ve ordu seraskerliklerinde kullanarak muvaffak oldu. Yeniliği sever ve memleketi bu yolda yükseltmeye gayret ederdi. Lütfu ve merhameti çok olduğundan, devrindeki İstanbul yangın ve zelzelelerinden zarar görenlerin ıstırabına samimiyetle ortak olup, yanan-yıkılan yerlerin yeniden yapılması için pek çok yardım da bulundu. İlim, sanat, edebiyat meclislerindeki sohbetlere katılırdı.
Sultan I. Mahmud Han, hemen hemen bütün saltanatı boyunca devam eden İran, Rus ve Avusturya muharebelerini; Hekimoğlu Ali Paşa, Topal Osman Paşa, Ahmed Paşa, Yeğen ve İvaz Mehmed Paşalar gibi değerli kumandanlarıyla idare etti. Bilhassa hayatı muvaffakiyetlerle dolu Hekimoğlu gibi cidden yetişkin ve tecrübeli vezirleri, sadarette ve ordu seraskerliklerinde kullanarak muvaffak oldu.
Sultan Mahmud Han hizmet edenleri takdir edip, kıymetli vezirlerini ufak tefek kusur ve hataları ve hatta mağlubiyetleri dolayısıyla derhal azl ve sair suretle cezalandırmayıp, hatasını tashih için kendilerine müsait davranırdı.
Bağdat valisi meşhur Ahmed Paşa ki, padişahın müsâmahası ile Irak’ın hükümdarı gibi idi. İran seferleri dolayısıyla salahiyeti haricinde devlet tevcihatını istediği gibi yapması sebebiyle azl olunarak Rakka eyaletine tayin edilmişti.
Ahmed Paşa katiyen ayrılmayacağını ümit ettiği Bağdat’tan uzaklaştırılınca, korkup katledileceği vehmine kapıldı. Bu hususta veziriazam Hekimoğlu Ali Paşa’ya bir mektup yazarak korkusunu beyan ile yardımını istedi. Ali Paşa bu mektubu padişaha arz eyleyince, Sultan Mahmud kendisine şunları yazmıştı:
“Sadrazam tarafına gönderdiğin kaimen (mektubun) manzur-ı hümayunum olup, kaimende bazı fikirler olduğun anlaşılmıştır. Sen bu kadar zamandan beri seraskerlik ve tevcihat (tayinler) ile kamrev (istediğine kavuşmuş) olup, bundan dahi senden hidemat-ı seniyye (yüksek hizmetler) zuhuru memul olmakla (ümit edilmekle) tahriratına (raporuna) göre hilaf-ı melhuz (istenilene muhalif) hareketin vuku bulmuş olsa dahi affolunmuştur.”
Bu ferman ile Sultan Mahmud, Ahmed Paşa’nın hizmetlerini takdir ettiğini ve ufak bir kusur ile en ağır cezanın yapılmayacağını beyan ile kendisini rahatlatmıştır.
Padişahın bizzat kendi ağzından çıkan şu ifadeleri idare sanatıyla ilgili bilgileri en güzel şekilde yansıtmaktadır:
“Tahtta kaldığım sürece amcamın verdiği öğüdü hiç aklımdan çıkarmadım. Ne babam gibi Şeyhülislâma ne de amcam gibi sadrazama teslim oluyorum. İşleri hep kendim izliyorum. Bir sadrazamı görevden alacağım zaman onun askeri kışkırtma ihtimalini göz önünde bulunduruyorum. Bu nedenle yeni sadrazam olacak kişiyi önce gizlice İstanbul’a çağırdıktan sonra, eski sadrazamı görevden alıyorum”.