OSMANLI DEVLETI´NI KURTARMA CABALARI
Batinin gelismesi, her alanda yenilesmesi karsisinda Osmanli Devleti, toplumunu kurtarma, sürdürme çabalari 18. yüzyilin sonlarindan baslayarak, düsünülmeye, uygulanmaya konmaya baslanmistir. Osmanli Devleti, fetihci, savasa göre düzenlenmis bir yönetim gelistirmistir. Her seyi bu acidan degerlendirme, orduyu yeni silah ve yöntemlerle yetistirme durumunda Bati ile yaris edebilecegi, onlara eskisi gibi üstün gelinecegi anlayisindadir. Bu anlayisla I. Abdülhamit zamanindan baslayarak Avrupa’dan uzmanlar getirtmek, onlarin egitiminde orduyu düzeltmek bir gelenek olmustur. Sanilmistir ki, yeniliklerin orduya uyarlanmasi imparatorlugun cöküntüsünü durduracak, eski günleri geri getirecektir.
SULTAN III. SELIM
Sehzadeliginden beri Avrupa usulünde modern bir ordu kurmayi ve bu sayede imparatorluga eski gücünü kazandirmayi düsünüyor, hep bu gaye ile mesgul bulunuyordu. Tahta gectigi sirada Avrupa’nin ve komsularinin Fransiz Ihtilali ile mesgul olmalarini firsat bilerek, derhal islahata giristi.
Viyana’ya elci gönderdigi Ebu Bekir Râtip Efendi‘ye Avrupa’nin ahvaliyle Avusturya’nin ordu ve idare teskilati hakkinda rapor hazirlamasini emretti. Cok zeki bir insan olan Ebu Bekir Râtip Efendi, kisa zamanda Avrupa’nin ilmî, siyasî ve askerî durumu hakkinda bilgiler topladi. Avusturya ordusunun teskilati, askeri okullari, subaylarin yetistirilmesi ve baska bir cok meseleler üzerinde padisaha bir rapor sundu.
Devlet adamlarindan da devletin bozuk taraflari ve bunlarin ne sekilde düzelecegine dâir layihalar alan Sultan III. Selim, bu raporlar isiginda idarî, mülkî, ticarî, sinaî, ziraî, ilmî ve askerî sahalarda yeniliklere giristi. Bu islahatlarin hepsine birden Nizam-i Cedid ( Yeni Düzen ) inkilabi adi verilmektedir.
Ayrica III. Selim zamaninda ilk defa Yeniceri ordusunun yaninda, Avrupa usul ve tarzinda yeni bir Nizam-i Cedid ordusu olusturuldu. Gercekten de modern metodlarla egitilen, disiplinli Nizam-i Cedid kuvvetlerinin kisa bir süre sonra önemli hizmetleri görülmeye baslandi. Misir’i isgal eden Napolyon‘un, Akka’da kücük bir Nizam-i Cedid kuvvetine sahip bulunan Cezzar Ahmet Pasa‘ya karsi maglup olarak geri dönmesiyle yeni ordunun ehemmiyeti anlasildi.
Bunun yaninda Osmanli döneminin ilk Topcu Okulu ( Mühendishane-i Berr-i Hümayun ) ile Deniz Okulu da ( Mühendishane-i Bahri-i Hümayun ) III. Selim zamaninda kurulmustur. Fakat bu cabalar kisa sürede yenicerilerin ve bagnazlarin tepkisini cekmis, Kabakci Mustafa ayaklanmasiyla sona erdirilmistir.
Anadolu ve Rumeli’de timarli sipahi teskilatlari bozulunca, bunlarin yerlerini bir takim âyanlar aldi. Âyanlar sonunda merkezdeki otorite boslugundan yararlanarak, padisah fermanlarini dinlemeyen, devlete vergi ve asker vermeyen derebeyler haline geldiler. Böylece devlet âdeta kendi bünyesi icinde parcalandi.
Nihayet Alemdar Mustafa Pasa‘nin merkezde nüfuzunu kurmasi ve Mahmud Han’i tahta cikarmasi ile âyan ve eskiya, eyaletlere resmen hakim oldu. Istanbul’da âyanlarla hükümet arasinda Sened-i Ittifak adiyla bir anlasma imzalandi. Buna göre; bir devlete vergi ve asker göndermeleri taahhüt ediliyor, öte yandan da hükümet, bunlarin varliklarini veevlatlarina da intikal eden haklarini taniyordu.
SULTAN II. MAHMUD
2. Mahmud daha büyük bir cesaret ve metanetle Nizam-i Cedid’i genel anlamda gerceklestirdi ve sadece modern ordu ile kalmayarak tamamiyla yeni bir düzen kurdu.
Devletler, devlet yöneticileri her zaman, her ülkede düzensiz, basina buyruk, yetke tanimayan silahli güclerden korkmuslardir. Ve nihayet 15 Haziran 1826, 18. Asrin basindan itibaren her hayirli hareketin önüne gecen, icte padisahina ve halkina karsi canavar, cephede düsman önünde kuzu kesilen yenicerileri ortadan kaldirdi. ( Yeniceri Ocagi’nin kaldirilmasindan sonra toplanan divanda Asâkir-i Mansure-i Muhammediye adiyla yeni bir askerî sinifin teskiline karar verildi-1826.) Türk tarihine Vaka’yi Hayriye olarak gecen bu yenilikci eylemle birlikte hukuk alaninda yenilesmelere giderek yasa hazirlanmasini bir kurula görev olarak vermis, devlet memurlari icin uygulanacak bir ceza yasasi cikartmistir.
Sultan II. Mahmud bundan sonra, Türkiye’yi yeni nizama eristiren müesseselerin temelini atmaya basladi. Avrupa’ya askerlik ve yeni silahlarin kullanilmasini ögrenmek icin talebe gönderdi. Askerî Tibbiye ve Harbiye mekteplerini kurarak, bu müesseselerin egitim ve ögretimini en üst seviyeye cikartmak icin Avrupa’dan hocalar ve uzmanlar getirtti. Istanbul’da Türkce, Arapca, Fransizca, Rumca ve Ermenice olarak Takvim-i Vekayi adiyla ilk resmi gazete yayimlandi (1831).
2. Mahmud devrinde kurulan ve bir cesit tesriî organ karakterinde olan Meclis-i Ahkam-i Adliye üyelerinin sayisinin arttirilmasi, bakanlarin ve diger devlet erkaninin bazi günler bu mecliste bir araya gelip “fikir ve kanaatlerini hic cekinmeden serbestce söyleyerek” milletin hayri icin gerekli kanunlari cikarmalari,padisahin bu kanunlara aykiri hareket etmeyecegine dair teminat vermesi gibi hükümler, otoritenin, padisahin yanisira bir meclise de birakildigi intibagini vermektedir. Bu meclis, her ne kadar halk tarafindan secilmemis olsa da, yine de mesrutî rejimin ilk belirtisiydi. Nitekim Gülhane Hatti’nin okundugu yil bir de “Meclis-i Ahkâm-i Adliye’de Mesveret Usûlü Hakkinda Lâyiha” yayinlanir.
Bir cesit meclis ic tüzügü demek olan bu lâyihada, yaradilis itibariyle herkesin ayni düsünceden olmasinin, binaenaleyh kararlarin oy birligi ile alinmasinin düsünülemiyecegi, bu sebeple meclis üyelerinin fikir ve reylerini serbestce kullanmalarindan sorumlu tutulmayacaklari gerekcesinden hareket edilerek usûl hakkinda yeni bir takim teklifler getiriliyordu.Müzakere edilecek meselelerin gündemi, söz almakisteyenlerin rütbesine bakilmayarak konusabilecegi, muhatap bakanin gerektiginde cevap vermesi, hatta partisiz bir iktidarmuhalefet olusturacak sekilde gruplar ve grup sözcülerinin tesbiti, zabit tutulmasi gibi parlamento usullerine benzer bir takim esaslar bu layihada yer aliyordu.
Devletin araladigi bu kapidan, önce devlet ricali, daha sonra bazi yazarlar faydalandi. Hükümdarin, kendi eliyle sectiklerine de olsa danisma mecburiyeti, herkesin kendi düsüncesini serbestce söyleyebilmesi imkâni giderek nisbî bir fikir hürriyeti havasi estirmeye baslamisti.
SULTAN ABDÜLMECİD DÖNEM
TANZIMAT FERMANI (22 Kasim 1838)
2.Mahmud’un ölümünden sonra devletin basinda genc Padisah Mustafa Resit Pasa‘nin etkisi ve dürtüsü ile kisisel haklara agirlik veren, kisinin can, mal, irz ve konut güvenligini saglama, askerlik hizmetini düzenleme amacina yönelen, Gülhane Parki’nda okundugu icin de Gülhane Hatti Hümayunu ya da Gülhane Hatti Serifi, bazilarinca da Tanzimat Fermani olarak adlandirilan hukuksal belge uygulamaya konulmustur. Artik hic kimse yasa disi cezalara ugramayacak, kisinin esitligi saglanacak, can, mal, irz, konut güvenligi saglanacak; Müslüman olsun, Hiristiyan olsun herkes ayni yasalara bagli olacaktir. Bu yeni düzenlemenin yaninda batidan bazi laik yasalar da aktarilarak devletin hukuk düzeninde yenilestirmelere gidilmek istenmistir.
Tanzimat’in gayesi sadece din ve devleti degil, mülk ve milleti ihya seklinde aciklanirken devletin esas prensibinin halkin devlet icin degil, devletin halk icin var oldugunu kabul ettirmekti. Fakat bu dönemde imparatorluk sinirlari icindeki Türk olmayan Hiristiyan topluluklar ulusculuk akiminin, devlet olma bilincinin icindedirler.Osmanli Devletinden ayrilmak icin savasmaktadirlar. Onlarin bu davranis karsisinda dinsel etki ve dürtülerle müslüman Türkler de Hiristiyanlar’la ayni haklari paylasmak istememektedir.Dinsel kurallar yine agir basmaktadir. Bunun yaninda bicimsel Bati hayranligi Tanzimatcilarin batili devletlere yeni ayricaliklar tanimasina yol acmis, devlet maliyesini cikmazdan kurtarma amaciyla yeni ve daha büyük borclanmalara gidilmistir.
Artik gücünü Tanri’dan alan kisi egemenligine karsi yeni düsünceler olusmaktadir.Padisahin varligi kabul edilmekte, fakat bunun halk adina denetlenmesi gerektigi üzerinde durulmaktadir.Bu yeni düsünceler Genc Osmanlilarin tüm isteklerini yerine getirecegine söz veren II. Abdülhamit getirilmistir.
- Dünyada can, irz ve namustan daha kutsal bir kavram yoktur. Bunlari tehlikede gören kisi, ne durumda olursa olsun, yaradilisi geregi bunlari korumak icin mutlaka harekete gecer. Öte yandan, can ve namusu güven altinda olan insanin dogruluktan ayrilmayacagi, yalniz isi gücüyle ugrasacagi, böylece devletinr ve ülkesine yararli olacagi da bir gercektir. Mal güvenligi olmayan kisi de devletine, ulusuna isinamaz; ülkenin kalkinmasina katkida bulunmaz ve sürekli bir tedirginlik icinde yasar. Vergilerin toplanmasi da önemli konulardan biridir. Her devlet topraklarini korumak icin asker bulundurmak, bu amacla da gerekli harcamalari yurttaslardan toplanan vergilerle karsilanir. Vergilerin de hakca ve iyi saptanmasi gereklidir. Bundan böyle herkesin mülk varligi ve parasal gücü göz önünde tutulup bu orana uygun bir bicimde saptanacak, hic kimseden gücünün üstünde vergi alinmayacak; devletin kara ve deniz kuvvetleri icin gerekli askeri harcamalari, öteki tüm masraflari sadece yasalarla belirlenen sinirlar icinde yapilacaktir.
- Hic kuskusuz, askerlik konusu da devletin önemli sorunlarindan biridir. Yurdu savunmak icin asker vermek halkin borcudur. Ancak, simdiye kadar bölgelerin nüfus yogunlu dikkate alinmadan buralarin kiminden az, kiminden cok asker istendiginden, bu durum dogal olarak tarim ve ticaretin aksamasina yol acti. Simdiden sonra her bölgeden yasalara uygun bir oranda ve yeterince asker alinacak, askerlik süresi de 4-5 yil olarak sinirlandirilacaktir.
- Hakca düzenli yasalar yapilmadan güclenme, huzur ve kalkinma olanaksizdir. Bundan böyle saniklarin durusmalari halka acik olarak yapilacak; sucluluga hüküm verilmeden kimse hakkinda gizli ya da acik idam, zehirleme ya da sürgün cezasi uygulanmayacak; hic kimse bir baskasinin irz ve namusuna el uzatamayacak; bir suclunun mirascilari onun adina cezalandirilamayacak; suclunun malina devlet tarafindan elkonularak mirascilar haklarindan yoksun birakilmayacaklardir. Müslim ve gayri müslim tüm yurttaslarimiza bu haklardan ayricaliksiz ve esit olarak yararlanmalari icin tam güvence verildigi duyurulur.
- Öte yandan, her konuda oybirligiyle karar vermek gerektiginden, Meclisi ahkâmi adliye üyelerinin sayisi yeterince artirilacak; vekiller heyeti, devlet ricali belirli günlerde burada toplanacak; herkes düsüncelerini hic cekinmeden acikca söyleyecek; can ve mal güvenligiyle vergi konusuna iliskin kararlar böyle alinacaktir.Her yasa karara baglandiginda, Hatti hümayun’umuzla onaylanmak üzere tarafimiza sunulacaktir.
- Tüm yasalar seriata uygun olarak ve ancak din, devlet, yurt ve ulusu kalkindirmak amaciyla cikarilacaktir. Böylece ulema ve vüzerdan kim olursa olsun, yürürlüge giren yasalara uymayanlar, hatir gönüle ve rütbeye bakilmaksizin cezalandirilacaklardir.
- Bu iradei sahanemiz Istanbul halkina ve tüm imparatorluk camiasina ilan edilerek duyrulacagi gibi, dost devletlerin Istanbul’daki elcilerine de resmen bildirilecektir.
Ferman, icerdigi hükümleri onaylayip genisletmek üzere daha sonra ek olarak hazirlanan ve sadrazam Âli Pasa tarafindan okunan Islahat fermaniyla bütünlestirilerek tamamlandi.
ISLAHAT FERMANI (28 Subat 1856)
Islahat Fermani Abdülmecit tarafindan Kirim Savasi’nin son yillarinda hazirlanarak sadrazam Âli Pasa tarafindan Babiâli’de okunup ilan edildikten sonra Paris Antlasmasi sirasinda yabanci devletlere sunulan bir yenilestirme programidir.
Gülhane Hatti’nda oldugu gibi Islahat Fermani’nda da baslica düsünce, tüm yurttaslari din ve irk ayrimi gözetmeksizin kaynastirmak ve devletin gelecegiyle ilgili bir osmanli toplumu yaratmakti. Bu amaca ulasmak icin müslümanlarla hiristiyanlari ayiran özellikleri kaldirmayi ön planda tutan Islahat Fermani din, vergi, askerlik, devlet memurluklarina gecme gibi pürüzleri cözümlemeye yöneldi.
- Tebaa’nin can, mal,irz ve namus dokunulmazligi din ve mezhep ayrimi gözetilmeksizin devletce korunur.
- Tebaa yasa önünde din ve mezhep ayrimi gözetilmeksizin esittirler.
- Devlet, kisilerin ve topluluklarin tasarruf hukuklarina saygi gösterir.
- Tebaa yönetsel ve askeri her tür devlet hizmetine din ve mezhep ayrimi gözetilmeksizin kabul edilirler.
- Tebaa dinsel inanclarinda ve milli egitimlerinde tam bir özgürlüge sahiptirler.
- Tebaa’dan din ve mezhep ayrimi gözetilmeksizin esit oranda vergi alinir. Bundan böyle iltizam yöntemi gecerli degildir.
- Mahkemelerde herkes din ve mezhep ayrimi gözetilmeksizin esit olarak taniklik yapar. Herhangi bir kimse mahkeme ya da mahkemeler önünde hüküm giymesinden sonra idam ya da af konusu padisah efendimizin yetkilerinde saklidir.
- Mahkemelerde durusmalarin acik olarak yapilmasi ile ilamlarin yayimlanmasi zorunludur.
- Suclu mülklerine devletce elkonulmasi yöntemi kaldirilmistir.
- Iskence yapilmasi kesinlikle yasaklanmistir.
- Cezaevi yöntem ve kurallari insanlik onuruna yarasir temeller üzerine oturtulacaktir.
- Ticaret, ceza ve cinayet davalari icin karma mahkemeler kurulacak, bu mahkemelerde aranacak haklar, mahkeme yöntemlerinin yeniden düzenlenmesiyle meydana gelecek ceza yasalariyla saptanacaktir.
- Müslüman olmayan topluluklarin dinsel kaklari korunacak, ayrica baska ayricaliklar edinmeleri konusu da incelendikten sonra karara baglanip gerekirse degistirilecektir.
- Patrikhanelerin ya da müslüman olmayan dinsel kuruluslarin bazi durumlarda hukuk davalarinda zaten sahip bulunduklari yetkiler daha genisletilmis olarak onaylanir.
- Yukarda adi geçen kuruluslar vilayet ve nahiye meclisleriyle Ahkâmi adliye kurulunda üye bulundurabilirler.
- Resmi yazismalarda müslüman olmayanlar için hakaret anlami tasiyan terim ve deyimler kullanilamaz.
- Rüsvetle is görmek kesinlikle yasaktir.
- Irtikâp ve ihtilasin kaldirilmasi için çikarilan yasa siddetle uygulanacaktir.
- Maaslarin düzenli olarak dagitimina baslanacaktir.
- Tarim ve ticaretin gelisimi için yollar yapilip kanallar açilacaktir.
- Bati kültürüne önem verilecek; bilim, ögretmen ve sermaye olarak Avrupa’dan yararlanilmaya bakilacaktir.
- Bu hatti hümayun hükümlerinin sirasi geldikçe uygulamaya konulmasi ve yürütülmesinden hükümet sorumludur.
I. Mesrutiyet
23 Aralik 1876’da I. Mesrutiyet ilan edildi. Böylece Osmanli Devleti anayasal düzene geçmistir. Artik devlet bir anayasa ile yönetilecektir. Devletin iki meclisi olacaktir; bu meclislerden Meclis-i Mebusan‘in üyelerini halk, Meclis-i Ayan‘in üyelerini de padisah seçecektir. Ilk anayasayi Mithat Pasa, Namik Kemal ve Ziya Pasa hazirlamis, Abdülhamit kabul etmistir. Gerçi ortada bir anayasa, bu anayasaya göre kurulmus iki meclis vardir, fakat tüm agirlik ve yetki gene padisahindir. Çünkü anayasa meclisi açma, kapama, tatile sokma yetkisini, meclislerden çikarilacak yasalari onaylayarak yürürlüge koyma hakkini, hükümeti göreve getirme, görevden alma yetkisini padisaha tanimistir. Bu kosullar içinde halkin temsilcilerinin padisahi denetlemesi kolay degildir. Buna karsin ilk mecliste padisaha yönelik elestiriler olmus, bu gelisme kuskulu, hesapli, içinden pazarlikli Abdülhamit’i parlamentoyu kapatmak için firsat aramaya itmistir. Anilan firsat 1877-1878 Türk-Rus savasiyla ortaya çikmis (Malî 1293 senesine rastladigi için 93 Harbi de denilirdi) ve padisah savasi, savas halini bahane ederek bir daha toplanmamak üzere meclisi 14 Subat 1878’de kapamistir.
Abdülhamit, bu ilk parlamento denemesinden sonra kusku duydugu ne kadar kisi varsa, bunlari sudan nedenlerle yurt disina sürmüs, ordu içinde bir ayiklama yapmis, koyu bir “istibdat” uygulayarak 33 yillik kapali bir düzen kurmustur.Bu kapali, agir baski düzeninden kaçan aydinlar batili ülkelere gitmisler, orada savasimlarini sürdürmüslerdir. Bu dönem içinde gizli dernekler kurulmus, Abdülhamit’i yikmak için içerde ve disarda yogun çalismalar baslatilmistir.Sonraki yillarda partiye dönüsecek, ülke yönetimini üstlenecek, Türkiye’yi I. Dünya Savasi’na sokacak ve orduya dayali bir düzen kuracak olan Ittihat ve Terakki Cemiyeti (Birlesme ve Ilerleme Dernegi) bu dönemde kurulmustur.
II. MESRUTIYET
Ittihat ve Terakki’nin orduya ordunun genç aydin düsünceli subaylara dayali savasimi sonunda Rumeli’deki ordu birlikleri ayaklanmis, Istanbul üzerine yürümüs ve Abdülhamit’e anayasayi yeniden islerlige koymasini kabul ettirmistir. Yil 1908, gün Temmuz’un 23’üdür.
Her seyden önce demokratik rejimin temel sartlarindan olan, vatandasin siyasete ve devlet idaresine ilgi duymasi, fiilen katilmak istemesi, aydinlarin siyasî fikirlerini çesitli yollardan beyan imkani bulmasi da bu yillar içinde yogunluk kazandi. Bu bakimdan Cumhuriyet devrinin siyasî, sosyal, hukukî esaslarinin Mesrutiyet yillarinda hazirlandigini söylemek yanlis olmaz.
Bu dönemde hürriyet, müsavat, adalet gibi Fransiz Ihtilali’nin sloganlari olan avazeler ve bu kelimelerin yazildigi bayraklar sokaklari doldurmus. Sansür resmen degilse de fiilen kalkti. Osmanli, tarihinin en hür, basin ise alabildigine serbest bir devresine girdi.
Meclis yeniden açilmistir,fakat Abdülhamit bu yenilgiyi bir türlü içine sindirememektedir.Ertesi yil toplum,Abdülhamit’in de gizlice desteklemesi, dürtüsü ile 1909’un ünlü 31 Mart Olayi (13 Nisan 1909) patlak vermistir. Bu gerici bagnazlik olayi üzerine Harekât Ordusu Abdülhamit’i tahttan indirmis, Ittihat ve Terakki ülke yönetimini ele almistir. Ortada tam demokratik, laik, çagdas bir anayasa yoktur. Ittihat Terakki ve Hürriyet ve Itilaf partilerinin çekismesi alabildigine sürmekteydi.
OSMANLI FIKIR AKIMLARI
Osmanli Devleti’nin hizla çöküntüye yaklastigi yillarda devleti kurtarmak, devletin varligini sürdürmek için düsün alaninda bazi akimlar gelistirilmis, bunlardan sonuç alinacagi sanilmistir. Bu akimlarin baslicalari Osmanlicilik, Islamcilik, Türkcülük ve Baticilik akimlaridir.Fakat bu akimlar çagdas bir içerige, tutarli bir mantiga ve toplumsal gerçege uymadigi için etkili olmamis, imparatorlugun sürdürülmesine olanak saglayamamis.Tüm bu önlemler ve fikir akimlari konulara ve sorunlara daima tek yanli bakmaktan ileri gidememistir.Gerek devleti yönetenlerin, gerek fikir akimlarini ortaya atanlarin sorunlarin çözümünde yeter sandiklari önlemler yüzeysel olmaktan kurtulamamistir.Fikir akimlari içinde tek tutarli, ileriye dönük, cagdas düsünce “Türkcülük” olmustur. Fakat bu akim da
“Turancilik”a dönüstürülerek, irkçi bir amaç gütmeye baslamistir.
Osmanlicilik:
Bu akim, Osmanli Devleti’nin kurtarilmasini imparatorluk sinirlari içinde yasayanlari hangi soydan, hangi dinden olursa olsun kaynastirarak bir “Osmanli Ulusu” yaratmakta görür. Bu Osmanli ulusu içinde Türk, Rum, Ermeni, Yahudi, Arnavut, Arap, Bulgar, her soydan topluluk eriyecek, “Osmanli” olacaktir.Böylece ulusçulugun yarattigi ayriliklar, bagimsizlasma çabalari önlenecek,herkes Osmanli Devleti’nin yücelmesi, eski günlerine dönmesi için çalisacaktir. Bu ulusun içinde herkes esit, ayni haklara sahip, ayricaligi olmayan Osmanli yurttasi olacaktir. Bunu saglayabilmenin ön kosulu da biran önce “mesrutî” yönetime geçmek, açilacak mecliste tüm soylara, azinliklara temsil hakki tanimaktir. Akimin öncüleri Yeni Osmanlilar Cemiyeti‘ni kurmus; II. Abdülhamit’in destegini de saglayarak Padisah Abdülaziz’i devirmek için bir karsitlar cephesi olusturmustur.
Islamcilik:
Tanzimat öncesinde baslayan, müslüman olmayanlara yeni haklar taninmasi karsisinda güçlenen, birinci, ikinci mesrutiyet dönemlerinde ve günümüzde savunuculari olan bu akim, devlet islerinin kötüye gitmesinin tek nedenini din kurallarinin bütünüyle uygulanmamasinda bulur. Bunlara göre, Islamiyet gelip geçmis devlet ve toplum düzenlerinin en iyisi, en gelismisi, en yararlisidir.Islamiyetin kurallari ödün vermeden devlet yasaminda, toplumsal yasamda uygulanmali, yeryüzündeki bütün Islam ülkeleri arasinda birlik kurulmalidir. Müslümanlarin halifesi Osmanli Sultani olduguna göre kurulacak böylesine bir Osmanli Devleti’ni yeniden eski güçlü, saygin günlerine kavusturacak; Müslüman Osmanli Imparatorlugu, din gücü ve dinsel kurallarla kurtulacaktir.
Önceleri Osmanlicilik akiminin ve “mesrutiyet” yanlilarinin destegini saglamak, tahta gecmek için “Yeni Osmanlilar-Genç Osmanlilar”la iliski kuran II. Abdülhamit, tahta oturduktan sonra Meclisi dagitmis, Yeni Osmanlilari ülke disina sürmüs, koyu bir kapali düzen kurarak koyu bir “islamci” olmustur. Abdülhamit döneminde Osmanli Devleti’nin siyasasi bu akim dogrultusunda yönlendirilmistir. Bir Türk-Arap Imparatorlugu’nu bile düsünmüs, Araplara büyük ilgi ve yakinlik göstererek onlarin destegini saglamaya çalismistir.
Günümüzde de savunuculari olan “islamcilik” akiminin ve bu akimi benimseyen kisilerin özgürlük düsmani Sultan Abdülhamit’i “Ulu Hakan”, “Cennetmekan” (yeni cennet olan) olarak anmasinin, o’na özel bir saygi göstermesinin nedeni budur.
Türkcülük:
Önceleri dil, tarih, edebiyat alanindaki çalisma ve arastirmalarla baslayan türkçülük akimi; Osmanlicilik, Islamcilik akimlarinin geçerli oldugu dönemlerde pek yayginlasamamis, bu akimlarin imparatorlugu kurtarmaya yetmediginin görülmesinden, özellikle Ikinci Mesrutiyet’ten sonra gelismistir. Osmanliligin, islamciligin bir devlet siyasasi olarak sürdürüldügü yillarda zaten “Türkçü” bir düsüncenin siyasal bir akim olarak gelismesi olanak disidir. Akimin öncülerine göre bir ulusu; dil, din, soy, ülkü birligi olusturur.Devlet, ancak dili, dini, soyu, ülküsü olan bir topluma dayanarak ayakta durabilir.Osmanli Devleti’nin kurtarilmasi ancak imparatorluk sinirlari içinde yasayan Türklere bir ülkü birligi, ulusal bilinç asilanarak saglanabilir. Imparatorlugun içindeki ayri dilden, ayri dinden, ayri soydan topluluklar ve bu topluluklarin kendi devletlerini kurmak için basçekmeleri nedeniyle Osmanli Devleti zayiflamistir. Bunu önlemenin, devleti güclendirmenin yolu Türk ulusuna yeni bir canlilik; bir silkinis, bir kendine dönüs yaratmaktir. Fikir adami Ziya Gökalp’in, II. Mesrutiyet döneminde Türkçülüge getirdigi yeni katkilar bu akimin daha da güçlenmesini saglamistir. Kabul etmek gerekir ki, Türkçülük, akimi, uluslasmaya yönelis Ulusal Kurtulus eyleminin yararlandigi en tutarligi düsünce ve çabalari olusturmustur.Fakat Türkçülük akimina inananlarin kendilerini ülke disindaki Türkleri de kurtarma, onlari da imparatorluk sinirlari içine alma düsüncesine kaptirmalari, Türklerin Birligi, “Turan” ülküsü fikirine sarilmalari bu akimin en tutarsiz, en yanlis, amaca ters düsen en olumsuz girisimi olmustur.Yoksa gerçekte bir devlet için en yüce, en saglam, en kutsal güç, o devletin temelindeki ulustur. Ulus bilinci, Türklük bilinci Osmanli Devleti’nin yikilacagi günlere degin hiçbir Türkün kafasinda, yüreginde yer etmemistir. Devletin dinsel yapisi, dinsel kurallarin tüm toplumu her yönüyle sarsmasi Türk olma, Türk ulusundan olma düsüncesine olanak vermemistir. Devlet, Türk ve Müslüman olan yurttaslarini Türk ulusunun degil de “ümmet” (Peygambere inanan, ona baglanan cemaat)in bireyi olarak görmüstür. Hiristiyan olan Balkan topluluklarinin ulusçuluk eylemine girismeleri, bundan daha önemlisi Müslüman olan Araplarin bile uluslasma çabalarina baslamasi bile Osmanli Padisahlarini, devlet adamlarini uyandiramamistir. Ulusculuk düsüncesi son gününe kadar Osmanli Devletini yönetenlerin disinda kalmis, akimi ancak bazi aydin kisiler baslatmis, sürdürtmüstür.
Baticilik:
Bir siyasal düsünce olarak degil, fakat bir benzeme, bir yenilikleri aktarma, Batidakiler gibi ordu kurma, asker yetistirme çabasi olarak 18.yüzyilin sonlarinda baslayan bu akim Fransiz Ihtilali’nin ortaya attigi yeni düsüncelerin etkisiyle giderek Osmanli Türk toplumunda da yesermeye baslamistir. Fakat toplumsal, bilimsel, ekonomik, ekinsel içerikten yoksundur.Daha çok yüzeysel, biçimsel Bati taklitçiligi olarak gelismektedir. Bati karsisinda yenik düsen, ordulari yenilenen, ülkelerini kaybeden Osmanli Padisahlari ve bunlarin “Sadrazam” (basbakan)lari yeni silahlar satin alarak, gemi yaptirarak, top döktürerek, askerin giysisini degistirerek; Padisahin buyrugunda bir “Meclis-i Mebusan” kurarak Bati düzeyine ulasacaklarini, Batili olacaklarini, böylece Osmanli Devletini çöküntüden kurtaracaklarini sanmislardir.Bu aktarma, bu yeni kurumlara özenti, degisikliklere karsin çöküntünün durmadigi görülünce I. Mesrutiyet’ten sonra Baticilik akimi devleti yönetenlerin basinda Bati ile iliskisi olan aydin çevrede siyasal bir içerik kazanmis, giderek Baticiligin bir “taklitçilik” degil, bütünüyle bir siyasal, ekinsel, toplusal, ekonomik bir düzen, bir yöntem oldugu anlasilmaya baslanmistir. Fakat bu gelismelere karsin Batili anlayisin savunuculari gerek I. gerek II. Mesrutiyet sonrasinda Batili olmanin bir cagdaslasma,modernlesme sorunu oldugunu, bu sorunun cözümü icin de devrimci atilimlar gerektigini;toplumun tümünü degistirmeden, gelistirmeden baska cikar yol bulunmadigini kavrayamamislardir.
FIKIR AKIMLARINA ELESTIRISEL YAKLASIM
Osmanli Devleti’nin son döneminde Imparatorlugu kurtarmak amacini güden tüm fikir akimlarinin bir kaç noktada ortak yanlari vardir. Birinci ortak yani, güttükleri amaca ters düsen düsüncüleri uygulamaya koymak istemeleridir. Ikinci ortak özellikleri önlerindeki sorunu bütünüyle görememeleri; soruna köklü, bütüncül bir davranisla yaklasamamalari; tek yanli cözümler aramalidir. Üçüncü ortak özellik de çagdisi kalmis bir devlet ve toplum yapisini yan desteklerle sürdürebileceklerini sanmalaridir. Sonuncu bir ortak özellikleri ise Bati’yi iyi tanimamalari, daha genel bir deyisle “Çagdaslasma” ya da “Modernlesme” kavramlarini ve bu kavramlarin neleri içerdigini bilmemeleridir.
Osmanli toplumunu çesitli budunsal, dinsel, mezhepsel topluluklar olusturmaktadir. Devlet en güçlü dönemlerinde bile bu ögeleri dilleri, dinleri, ekinleri, mezhepleri gelenekleriyle basbasa birakmis, onlari yasatmalarina, sürdürmelerine olanak saglamistir. Devletin çökmeye, budunsal topluluklarin uluslasmaya basladigi, bagimsiz olmak için çirpindigi, ulusçuluk akiminin bütün evrene yayildigi bir dönemde ulusu yok saymak; imparatorluk sinirlari içindeki uluslari kökeninde bir “asiret”, bir “aile”, bir “haneden” adi olan “Osmanli” kavrami içinde eritmek olanak disidir. Toplumbilimsel açidan ulus bir varlik, bir olgudur; onu toplu kirimdan geçirmeden kolayca yok etmenin, degistirmenin çaresi bulunmamistir.
Temeldeki bu bilimsel tutarsizligin yaninda akimin amaca ters düsen yönü, bu düsüncenin açiga çikmasinin budunsal topluluklardaki uluslasma akim ve eylemlerini hizlandirmasidir. Hangi budunsal topluluk kendisini “Osmanlilastirma”, yoketme amacindaki devletin uyrugunda kalmak ister? Akimin öncüleri bunu kavrayamayacak kadar konunun disinda, çöküntünün saskinligi içindedir.
Osmanli Devleti’nin çöküsü, “Osmanli olma” ya da “Osmanli olmama” sorunu degildir.Devleti zayiflatan, çökerten etken sadece imparatorluk sinirlari içindeki budunsal topluluklarin davranislari, bagimsizlasmak için ugrasmalari, imparatorluktan kopmalari degildir. Osmanli Devleti, bu çag disi kalmis yapisi, yönetim bicimi, anlayisiyla, sinirlari içindeki tüm halk Osmanli olsa bile çökmeye tutsaktir.
Osmanlicilik akiminin kendisi çagdisi bir düsüncedir.Tüm evrende ulusculuk akiminin egemen oldugu, bir ates gibi budunsal topluluklari alevlendirdigi bir çagda, uluslari yoketmeyi, degistirmeyi olanakli görmek, varsaymak uscu bir düsünce degildir, hiçbir dayanacagi, tutarli yani yoktur.
Bati’nin üstünlügü, gücü Ingiltere’nin sömürge halklarini Ingilizlestirmesi, Fransa’nin sömürge halklarini Fransizlastirmasindan dogmamistir.Bu ülkeler sömürgelerinin yeralti, yerüstü dogal kaynaklarini, insan gücünü kendi ülkelerine aktararak; onlari sanayi devrimine geçis öncesinde ve sonrasinda kullanarak, çalistirarak uygulayimsal gelismelerini gerçeklestirmis; zengin olmus ve bunlara ek olarak toplum ve devlet yapilarini çagin ve insanligin gelisme, degisme sürecine, bu sürecin gereklerine göre düzenlenmislerdir. Osmanlicilik akiminin öncüleri bu gelismenin farkina varamamislardir.
Din toplumsal bir kurumdur. Fakat bu toplumsal kurumun yaninda bir de “ulus” gerçegi vardir. Din bir toplumsal kurum olarak kendi “ümmet”i arasinda bile birlik saglayamamis; ortaya çikan “mezhep”ler, bu mezheplerin “salik” (mezhebe, tarikata girenler)leri birbirine düsman olmustur.Osmanli Devleti mezhep kavgalarin yabancisi degildir. Avrupa’daki din savaslarini bilmemek Islamcilik akiminin öncüleri için belki bir özür sayilabilir;fakat kendi tarihlerindeki mezhep kavgalarini bilmemeleri ya da unutur olmalari bagislanacak bir noksanlik, bir yanilgi degildir. Ayni budunsal toplulugun, savasa tutustugu tarihsel gerçegi karsisinda baska uluslari ayni zamanda “Halife”lik görevini sürdüren Osmanli Padisahinin buyrugunda ve birliginde toplamayi, böylece güclenmeyi amaclayan Islamcilik akimi düssel
bir düsüncedir. Avrupa din birligi sagladigi için, tüm hiristiyanlari bir devletin bayragi altinda topladigi için yükselip kalkinmamis; tersine din savaslarini geride biraktigi, dinde reform yaptigi; toplum ve devlet yapisini dinsel kurallarin etkisinden, papazlarin, kilise ulularinin sultasindan kurtardigi için güçlenmistir. Avrupa’da bir din devleti vardir: o devletin basindaki kisi “Papa”dir. Fakat o devlet Vatikan’in duvarlariyla çevrilidir.
Bu bilgisizligin yaninda Islamci akimin öncüleri de düsünceleriyle amaçlarina ters düsmüsler, hem baska dinden azinliklari, budunsal topluluklari, hem de Müslüman olan baska uluslari, özellikle Araplari Osmanli Devleti’nin karsisinda savasima itmislerdir.
Islamcilik akimi da Osmanlicilik akimi gibi çagdisidir.Dönemin evreninde gelismis, güçlenmis devletler arasinda toplum ve devlet yapisini dine dayatan hiç bir ülke, devlet yoktur. Dahasi, gelisenler dinsel devlet yapisini gelismenin ayak bagi gördükleri için atmis; bilime dayali, layik bir düzene yönelmislerdir.
Fikir akimlari içinde, sonraki sapmalar bir yana birakilirsa en çagdas, tutarli ve gelecege yönelik akim Türkçülüktür. Türkçülük akimi ve tartismalari Anadolu eyleminin uluslasma, ulusal bir devlet kurma karar ve çabasini etkileyen en önemli akimdir. Akimin öncüleri Osmanli Devleti’nin Türk dili karsisindaki davranisini, topraklari içindeki Türk halkina ve onun kültürüne bakisini yaptiklari arastirmalarla iyice kavramis; ulusal bilincin bir devlet için en büyük güçlerden biri oldugunu anlamistir. Türkçülük akimi çagin da geçerli düsüncesidir ve bu yönüyle çagdastir. Türkçülügü ayrintilarina girerek bilimsel bir içerige kavusturmak için çaba göstern Ziya Gökalp ayni zamanda bir toplum bilimcisidir. Osmanlicilik akimiyla baslamis, giderek Türkçülüge yönelmistir. II. Mesrutiyet sonrasi yillarda ulusculugun üç asamali bir eylem oldugu görüsünü ortaya atmis; bunlari “Türkiyecilik”, “Oguzculuk”, “Turancilik” olarak siniflandirmistir. Gökalp’e göre Türkiyecilik, Türkiye sinirlari içindeki Türkleri bir ulus halinde birlestirmek; Oguzculuk, Türklerin de içinde bulundugu Oguz Türklerini birlestirmek; Turancilik da hangi boydan olursa olsun evrende yasayan tüm Türkleri birlestirmektir. Daha sonraki yillarda ve özellikle I. Dünya Savasi’ndan sonra ise Turanciligin “uzak bir ülkü”, bir “düs” oldugunu söylemis ve Türkiye Türklerinin birlestirilmesi, uluslastirilmasi geregi üzernde durmustur. Gökalp’e göre Türklesmek; uluslasmak bir gelisme asamasidir. Gelismek için devlet ve toplum düzeninde degisiklikler yapmak gerekir. Hukuk ve bilim, din karsisinda bagimsiz olmalidir. Devlet dinin etkilerinden kurtarilmalidir. Devletin islevi ile dinin islevi ayridir, bunlar birbirine karistirilmamalidir. Ulusal kültürünün kaynaginda halk vardir. Türkçülük ayni zamanda halkçiliktir. Gökalp’e göre “Türklesmek, Islamlasmak, Çagdaslasmak” birbirinden ayri yöntemlerdir. Fakat bu akimlarin çatismasi gereksizdir, yararli olan bunlari uzlastirmaktir. Ulusal kültürü arayip ortaya çikarirken ona Bati uygarligini asilamak gerekir.
Gökalp son asamada Türkiye, Anadolu ulusculugunu önermis, onun içerigini saptamaya çalismistir; fakat daha önceleri yayilan “oguzculuk”, “turancilik” gibi düsünceler hem amaca ters düsmüs, hem de gerçekçi olamamistir. Bu düsünceler Osmanli dönemi için de, Türkiye Cumhuriyeti dönemi için de dis tepkilere yol açacak niteliktedir. Böylesine düsünceler bir devleti kurtarma, güçlendirme, koruma yerine onu dis baskilarla, saldirilarla karsikarsiya birakir.
Ittihat ve Terakki Partisi’nin yöneticilerinin kafasindaki “Turan” düsü, Osmanli Devleti’nin güçlenmesi degil, çöküsünü hizlandirmistir. Dahasi, Ittihatçi Enver Pasa da “Turan” düsü ve hirsi ile Türkistan’da yasamini yitirmistir. Türkleri birlestirmek, Osmanli Devleti’nin sinirlari içine almak, onlarin topraklarini Osmanli “Mülkü”ne katmak düsüncesi belki çekici bir düs, fakat gerçege de, güdülen devleti kurtarma siyasasina da aykiri bir yoldu. Birlesme saglansa bile devlet ve toplum yapisi dinsel kurallara bagli kalacagina göre çagdislilik sürüp gidecektir. Çagdisi bir devlet ve toplum yapisininsa çagdaslasmis devletler ve toplumlar karsisinda dayanmasi olanaksizdir.
Özetleyerek söylemek gerekirse Osmanli Devleti’nin çöküsünde ülkenin cografi konumu, devletin önceleri genislemek, yayilmak; sonralari sinirlari içindeki ülkeleri korumak için sürekli savas içinde ve durumunda bulunmasi; toplumsal yapisinin her yönden ayriliga, çözülmeye, parçalanmaya uygunlugu; Bati’daki sanayi devriminin disinda kalisi, tanidigi kapitülasyonlarin ülkede birikim ve yatirima olanak birakmamasi; yönetici sinifin disa kapaliligi; ilmiye sinifinin yozlasarak yeniliklere tümüyle karsi çikisi, büyük bir dirençle devlet ve toplum yasamini dinsel kurallarla yürütmek, sürdürmek istemesi; dis borçlarin büyümesiyle ekonominin tamamen disa bagimli duruma düsmesi en büyük etkenlerdir.
Bu çöküsü durdurmak için ortaya atilan fikir akimlarinin, yenilikçi adimlarin yarari ise çagdisi olanlarin ise yaramazliginin anlasilmasi; Türkçülük akimindan ulusçuluga yönelinmesi; aydinlari düsünmeye, arastirmaya, “ne yapilabilir?”in yanitini aramaya itmesi, açilan okullardan yeni düsünceli, tartismaya açik kusaklarin yetismesi; gelisme, degisme sürecini hizlandiracak bir düsün ortaminin dogmasidir.
Osmanli Imparatorlugu‘nun son döneminin bu fikir akimlari içinde yetisen kusaklar ulusal kurtulus eyleminde, Ankara’daki Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde ulus temsilcisi olarak görev alan kisilerdir. Onlarin olusturdugu Meclis’te de birbirine ters düsüncelerin, fikir akimlarinin bulunmasi dogaldir, kaçinilmazdir. Ortak amaç, düsmani ülkeden kovmaktir; bu gerçeklestikten sonra çatismalar, ayriliklar hem düsünsel yönden; hem de kisisel çikar ve çekememezlik açisindan ortaya çikacaktir. Meclisteki akimlar ve bu akimlarin sahipleri çatismaya girecektir.