Osmanlı Deniz Kuvvetleri İlk Denizaltılar, Denizciliğe genel bakış
Gerçek anlamda tasarımlarının başladığı XV. yüzyıldan XIX. yüzyıla kadar denizaltı gemileri göllerde veya nehir ağızlarında krallara, imparatorlara veya hükümet görevlilerine gösteri yapan deneysel boyutta bir araç olmuşlardır.
XIX. yüzyılın ikinci yarısında bu deneysel araç, muharebelerde rakibin uyguladığı ablukayı kırmaya yönelik etkin bir silah konumuna gelmiştir.
Bu yüzyılın sonlarına gelindiğinde denizaltı teknolojisinde yaşanan hızlı değişimler, kendile rine savaş alanında biçilen rollerin geliştirilmesine yol açmıştır.
Denizaltılar artık sadece düşmanın uyguladığı ablukayı kırmak için değil, rakibe karşı caydırıcılık ve bu bağlamda üstünlük sağlamanın en önemli unsuru olmuştur.
İmkân ve kabiliyetleri henüz ispatlanmamış bir silaha sahip olmanın bir diğer getirisi de politik arenadaki müzakere kozunu güçlendirmesidir. Akdeniz, Ege ve Karadeniz gibi jeopolitik ve jeostratejik değere sahip denizlerin savunulması düşünüldüğünde, rakipler üzerinde önemli etkiye malik bir silahın varlığı Osmanlı İmparatorluğu için kritik bir ihtiyaçtır.
Bu bağlamda, Nordenfelt gibi çağın en ileri teknoloji ürünleri olan denizaltıların ilk müşterisinin Yunanistan, hemen ardından Osmanlı Devleti ve Rusya’nın olması rastlantı değildir.Bu durum Yunanistan, Osmanlı ve Rusya gibi aynı coğrafyanın dinamiklerini paylaşan devletler için birbirleri arasındaki silahlanma yarışında geri kalınmaması gerekliliğini ve aynı zamanda o bölgenin askerî gereksinimlerinin ortak bir anlayışa dayandığını göstermektedir. Aslında, Osmanlı İmparatorluğu XIX. yüzyılın sonlarına doğru kendisini çağın hâkimiyet anlayışının merkezi olan denizlerdeki silahlanma yarışının içinde bulmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu bu silahlanma yarışında ekonomik ve teknik nedenlerden ötürü geride kalmış, bu yüzden çözümü Fransız Jön Ekolü’ne yakın küçük çaplı, etkin ve savunmaya yönelik gemilerde bulmuştur. Osmanlı İmparatorluğu, dönemin görünmez, baskın ve sürpriz tesiri yüksek silahı olan denizaltıya sahip olmanın avantajlarını, silahlanma yarışındaki geri kalmışlıkla eşitlemenin bir yolu olarak görmektedir.
Bunun dışında, mali iflasın eşiğinde olan bir imparatorluğun, Yunanistan ile yaşanabilecek muhtemel bir savaştan kaçınarak savunmaya yönelik statükocu bir strateji izlemesi, Osmanlı Bahriyesi’nin nazarında denizaltı gemilerini mantıklı bir seçenek yapmıştır.
Ticaretin devamlılığı, ülkenin güvenliği, Karadeniz ve Ege Denizi’ne bağlantıyı sağlayan stratejik geçiş güzergâhları olan Boğazların korunması Osmanlı Bahriyesi açısından kritik öneme haizdir. Bu sebeple, Osmanlı Bahriyesi, düşük maliyetli ve çok yönlü kullanıma müsait torpidobot ve gambotların yanında denizaltı gemisiyle ablukayı kırmak, rakip üzerinde caydırıcılık ve güçlü donanmaya karşı ucuz yoldan eşitleme amaçları dışında, ticarî liman durak ve yolların korunmasını ve ayrıca karakol görevlerini gerçekleştirmeyi hedeflemiştir. Zaten çağın denizaltılarının sahip olduğu teknik kabiliyetler nedeniyle açık denizde düşman filolarına saldırarak harekât gerçekleştirmesi neredeyse imkânsızdır.
Ne var ki, Abdülhamid ve Abdülmecid denizaltılarının alındığı dönemin, Osmanlı İmparatorluğu’nun politik, mali ve askerî açıdan çöküş dönemine rastgelmesi, tarihte ilk defa torpido atarak bir su üstü gemisini batırma başarısına sahip Osmanlı denizaltılarının üzerinde çalışma imkânını ortadan kaldırmıştır.
Büyük beklentiler neticesinde alınan bu denizaltılardan faydalanılamamasının en önemli sebebinin, imparatorluğun içinde bulunduğu mali yetersizliklerden kaynaklandığı değerlendirilmektedir.
Özellikle, tadilatı gereken tarafları için önemli bir kaynak aktarılmasına ihtiyaç olduğu düşünüldüğünde ve dahası Nordenfelt denizaltılarının tasarımından kaynaklanan, çözümü neredeyse olanaksız olan kronik denge sorunlarının varlığı, bu denizaltılara yönelik girişimlerin önünü kapamıştır. Ayrıca, o dönemde denizaltı teknolojisindeki gelişimin oldukça hızlı olması ve her yapılan yeni denizaltı gemisinin yeterlilik açısından bir öncekinden daha üstün oluşu muhtemel yüksek maliyetle yapılacak epeyce tadilatın boşa çıkması anlamını da taşımaktadır.
Yukarıda belirtilen tespitler neticesinde, Osmanlı Bahriyesi’nin almış olduğu denizaltıları hizmet dışına çıkardığı düşünülmektedir. Türk denizaltıcılığının geliştirilmesiyle ilgili II. Meşrutiyet’ten sonra birçok girişim yapılsa da, hepsi sonuçsuz kalmış, Türkiye Cumhuriyeti Bahriyesi kendi envanterine denizaltı gemisini ancak 1928 yılında tekrar katabilmiştir. Abdülhamid ve Abdülmecid denizaltılarının denizlerdeki muharebelerde yer almaması onlara atfedilen tarihi değeri yok etmemelidir. Bu iki denizaltı dönemin süper güçleri sayılan ülkelerden çok önce Osmanlı Bahriyesi’ne alınarak adeta denizlerdeki silahlanma yarışını farklı bir alana kaydırmıştır.