18. Yüzyıl Dini-Tasavvufi Türk Edebiyatı Ve Temsilcileri
XVIII. yüzyıl bütün Türk boylarının üç kıt’a üzerindeki büyük kuvvet ve hâkimiyetlerinin zayıflamaya başladığı asırdır. Asya Türkleri arasındaki iç çarpışmalar, kavim ve kabile mücadeleleri, Türklerin bir fikir etrafında toplanıp büyük ve yekpare bir kuvvet olmalarına ciddi engel teşkil ediyordu. Bu asra Karlofça Antlaşmasının ağır hükümleri altında giren Osmanlı İmparatorluğu ise toprak kaybetmeye devam ediyordu. XVIII. asırda halk şiiri pek gelişme gösterememiştir. Geçen asırda başlayan, âşıkların aruz vezniyle şiir söyleme geleneği gelişememiş ve bu sebeple de halk şiiri melezleşmeye başlamıştır. Bu dönemde Nedim ve Şeyh Gâlib gibi büyük divan şairlerinin hece vezniyle türküler yazmaları dikkat çekici bir hadisedir.
Orta Asya Edebi Türkçesi, mütevazı, hatta basit eserler vermek suretiyle de olsa, Çin sınırlarına kadar, bu asır Türklüğünün genel kültür ve edebiyat dilidir. Aynı asrın Doğu Türkistan Yazmaları da bu sahalardaki kültür ve sanat dilinin müşterek Orta Asya Türkçesi olduğunu göstermektedir. Bunlar birtakım dini kitaplar, tasavvufa, ahlaka, fıkıh ilmine ait küçük çapta eserlerdir. Bunların yanında bazı halk hikâyeleri ve menakıpnameler de aynı edebi Türkçe ile yazılmışlardır.
Yine, XVIII. yüzyılın Orta Asya Edebi Türkçesiyle yazılan bazı halk edebiyatı eserleri, bu geniş coğrafyada kuvvetli bir edebiyat lehçesinin ne ölçüde yaygın olduğunu ve bütün medeni, toplumsal talihsizliklere rağmen, ne kadar var olduğunu açık bir şekilde göstermektedir. Satuk Buğra Han Tezkiresi gibi destani eserler, Tahir ile Zühre, Leylâ ile Mecnun, Ferhadnâme gibi bütün Türk dillerinde tanınmış destansı halk hikâyeleri bunlar arasındadır. Devrin Türkmen edebiyatının gerek şiir, gerek hikâye vadisindeki eserleri, ana çizgileriyle Azeri ve Anadolu halk şair ve hikâyeciliğinin eserlerinin aynıdır. Türkmen şiirleri genellikle hece vezni ile koşgı (koşma) denilen dörtlüklerle terennüm edilir. Asrın en tanınmış Türkmen şairi Makdumkulu’dur.
Azeri edebiyatı XVIII. yüzyılda tek tük de olsa değerli simalar yetiştirmiştir. Asrın ilk yarısında eserler veren Mirza Mehmed daha çok nesirleriyle tanınmıştır. Türkçe ve Farsça şiirlerinde “Nâmi” mahlasını kullanan Mirza Abdürrezzak da asrın divan şairlerindendir. İstanbul’da elçilik yapmış olan ve Nâmi mahlasıyla güzellemeler söyleyen Murtaza Kulu Han da asrın önemli şairlerindendir. Fakat XVIII. asır Azeri edebiyatının en şöhretli siması, Molla Penâh Vâkıf’tır. Vâkıf, geleneksel halk edebiyatı ile kaynaşmış, Klasik Azeri şiirinin son temsilcisidir.
XVIII. asır Dini-Tasavvufi Türk Edebiyatı sahasında da fazla bir yenilik görülmemekte, ancak eskilerin özellikle Yunus geleneğini devam ettirmekte oldukları bilinmektedir. XVIII. yüzyıl Anadolu’sunda; Dini-Tasavvufi Türk Edebiyatı, genel bir duraklama ve gerileme hayatı içindedir. Bu dönemde kendi sahasında (Şeyh Gâlip hariç) eskisi kadar güzel eserler verilmez olmuştur. Daha çok halk kitlelerine seslenen bazı tarikat şeyhlerinin çok tanınmış eserleri bile bu dönemde ancak eski bilgi ve akideleri tekrarlayan, popüler hamle durumundadır. Dini-Tasavvufi Türk Edebiyatı şairleri İstanbul’da, Bursa’da, İzmir’de vb. tarikat çevrelerinde Yunus geleneğini devam ettirmektedirler. Buna başka bir deyişle “İlâhi” geleneği de diyebiliriz.
Tekrarlanan ilâhiler, zaman zaman, güzel, ahenkli ve samimi olmakla beraber, ekseriye her tür söyleyiş sanatından uzak, vezin ve kafiye aksaklıkları içinde ve umumiyetle kültürsüz söyleşilerdir. Halk dilinde mevcut olan ilâhi cönklerini dolduran manzumeler arasında Yunus’un ve onun eski asırlardaki talebelerinin şiirleri vardır. Bu gibi halk cönklerinde, Şah-ı Merdan Hz. Ali aşkıyla nazmedilmiş Bektaşi-Alevi nefeslerinin zenginliği, dikkati çekecek ölçüdedir. Bu tarz nefeslerde de Pir Sultan Abdal’ın tesiri aşikârdır. Bu cönklerde bizzat Pir Sultan’ın veya ona isnat edilen manzumeler mühim yer tutar. Bu sırada Bursalı Şeyh İsmâil Hakkı, Edirne’de Gülşeni Dergâhı şeyhi Sezâi, Keşanlı Şeyh Zati, Üsküdarlı Şeyh Zekâi vb. mutasavvıf şâirler arasında en tanınmış olan hayatları ve eserleri etrafında menkıbeler teşekkül etmiş iki mühim isim: Diyarbekirli Ahmed Mürşidi ile Erzurumlu İbrâhim Hakkı’dır
18. YÜZYILIN DİNİ-TASAVVUFİ TÜRK EDEBİYATI ŞÂİRLERİ
Mahvi, Mehmed Nasuhi, Meh-di, Hasan Senâi, Bursalı İsmâil Hakkı, Mustafa Azbi, Üçüncü Sultan Ahmed, Hasan Sezâi, Süleyman Zâti, Mustafa Nuzuli, Neccarzzâde Şeyh Rıza, Celâleddin-i Uşşaki, Mehmed Salih Sahvi, Kul Şükrü, Şiri, Şahi, Derun Abdal, Derviş Ahmed, Gurbi, Kasım Dede, Ahmed Mürşidi, Erzurumlu İbrâhim Hakkı, Üsküdarlı Hâşim, Tekirdağlı Mehmed Fahreddin Fahri, Mustafa Zekâi, Selâmi, Şeyh Hâlil Kaygulu vb.leridir.
- Cemâli
Cemâli’nin asıl adı Mehmed Cemaleddin (?-1750) Edirnelidir. Tahsil görmüş ve Şeyh Sezâyi’den faydalanmıştır. Uşşaki tarikatına girerek şeyh olmuş ve İstanbul’da şeyhlik etmiştir. Kendisinin bir divanı vardır.
- Üsküdarlı Hâşim
Üsküdarlı Haşim (?-1782); Üsküdar’da doğup yaşamış, burada bulunan Celvetiye tarikatı şeyhlerindendir. Sonradan Bektaşiliğe de girmiştir. Kendisinin bir divanı vardır ve eski harflerle basılmıştır.
- Kul Şükrü
Deli Şükrü adını da alan ve Bektaşi olduğu bilinen Kul Şükrü, tahminlere göre, on sekizinci yüzyılda yaşamıştır. Yazma cönklerde ve dergilerde şiirleri vardır. Müstakil bir eseri bugüne kadar tespit edilememiştir.
- Nasûhi
Asıl adı Mehmed olan Nasuhi Üsküdarlıdır. fiabaniye tarikatı şeyhlerindendir. Üsküdar’da yaşamış ve orada ölmüştür. Dini-tasavvufi eserler yazmıştır. Divânı vardır.
- Senâyi
Asıl adı Hasan olan Senâyi XVIII. yüzyılın birinci yarısında yaşamıştır. Halveti tarikatından ve Şeyh Nasûhi’nin halifelerindendir. Elimizde bulunan bir yazma mecmuada toplu bir hâlde birçok şiirinin olduğu tespit edilmiştir.
- Mehdi
Mehdi, XVIII. yüzyılın birinci yarısında İstanbul’da yaşamıştır. Kadiri tarikatı men-suplarındandır. Yazdığı ilâhilerden birçoklarını bizzat bestelemiştir. Şiirlerine yazma dergilerde ve cönklerde rastlanmaktadır.
- Mahvi
Asıl adı İsâ olan Mahvi (?-1715) aslen Geredelidir. Abdülkerim Fethi’nin halifesidir. İstanbul’da yaşamış, Süleymaniye Câmii’nde vaizlik yapmıştır. Kendisinin bir Divânı vardır.